Transatlantik: TUSAŞ saldırısı, Öcalan’ın mesajı ve “çözüm süreci” - ABD seçimlerine son 12 - Fethullah Gülen’in ölümü

24.10.2024 medyascope.tv

24 Ekim 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler.  “Transatlantik”te karşınızdayız. Ömer Taşpınar’ın okulunda son anda bir işi çıktığı için aramızda olamayacak. Biz de Gönül Tol’la konuşacağız Gönül, merhaba.
Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Türkiye’deki gelişmeleri ve Amerika’daki seçimleri konuşmayı kararlaştırmıştık, ama birden Fethullah Gülen’in öldüğü aklıma geldi. Voice of America’dan gazeteci arkadaşımız Mehmet Sümer’e göre, New Jersey eyâletinde bir stadyumda tören düzenleniyormuş. Epey bir araç kuyruğu da olmuş. Cenâze oradan Pensilvanya’daki o meşhur çiftliğe gömülecekmiş. Tabiî Türkiye’deki bu PKK ve Öcalan meseleleri, Bahçeli’nin açıklamaları derken, Fethullah Gülen’in ölümü bayağı geri planda kaldı. Fethullah Gülen 1999’dan beri Amerika Birleşik Devletleri’ndeydi ve son yıllarda özellikle Türk-Amerikan ilişkilerinin de kritik bir noktasıydı. Anakara, her vesîleyle Washington’a Fethullah Gülen’in iâdesi talebini tekrarlıyordu. Artık o defter kapandı mı? Türk-Amerikan ilişkilerinde Fethullah Gülen gölgesi kalmayacak mı?
Gönül Tol: Ruşen, aslında çok uzun zamandır Türk-Amerikan ilişkilerinde Fethullah Gülen’in iâdesi meselesi öncelikle dillendirilen bir konu değil. 15 Temmuz’dan hemen sonra gündemin en kritik maddesiydi; fakat kısa bir süre sonra, çok daha farklı meseleler, meselâ Halkbank ve S-400 meselesi gündemi domine eden konular hâline geldi ve uzun süredir de Fethullah Gülen’in iâdesi konusu ilişkileri zehirleyen konulardan biri değil. Hattâ Erdoğan’ın Başkan’la yaptığı ikili görüşmelerde de bunun gündeme getirilmediği söyleniyor. Bu arada birkaç gündür Twitter’da, “Fethullah Gülen öldü, artık Amerika’yla ilişkilerde yepyeni bir sayfa açılır” gibi analizler görüyorum. Bu bana çok gerçekçi gelmiyor. Her şeyden önce ilişkilerde hâlâ bir sürü yapısal problemler var. Fethullah Gülen’in ölümünün bu anlamda ikili ilişkilere getireceği radikal bir değişiklik yok.
Bir de Fethullah Gülen’in ölümü meselesine şu açıdan bakmak lâzım; Anladığım kadarıyla, Gülen hareketinin ciddî bir varlık gösterdiği ülkelerden biri Almanya, diğeri Amerika. Benim görebildiğim kadarıyla, özellikle Amerika’da, buradaki demokratik alanı kullanarak kendilerine bir insan hakları mücâdelesi gündemi oluşturmuş durumdalar. Kendilerini insan hakları aktivisti olarak gösteriyorlar ve maalesef Amerikan Kongresi’nde bunu ciddîye alan insanlar var. Şöyle bir örnek vereyim: Kongre’de, Kongre üyeleriyle birlikte birkaç toplantıya dâvet edildim. Bunların bir kısmı halka açık toplantılardı ve toplantıyı düzenleyen komisyon İnsan Hakları Komisyonu’ydu. Panele katılmak üzere, bana önceden bilgi verilmeden, Gülen’e çok yakın isimlerin çağrıldığını gördüm. Kurumumla birlikte bir mektup yazdım ve bunu Kongre üyelerine gönderdik. Mektupta, “Türkiye’deki insan hakları meselesinin Kongre’de konuşulmasını çok önemsiyorum, çünkü ilişkilerin bütünüyle güvenlikçi bir yaklaşıma indirgenmesini yanlış buluyorum. Amerika’nın dış politikasında, dünyanın her yeriyle ilişkilerinde insan hakları savunusunun önemine çok inanan bir insanım. Fakat Fethullah Gülen’in oluşturduğu ağ, özellikle Amerika’da, insan hakları gündemine vurgu yaptığını söylüyor. Ancak bu grup, Türkiye’nin ve Türk demokrasisinin bugün geldiği acı durumda, en az Erdoğan kadar sorumluluk sâhibi” diye yazdık. Bu mektup çok iyi karşılanmadı, benim de katıldığım birkaç panelden bu Gülenci ekibi çektiler. Fakat yine de biliyorum ki, bu Kongre üyeleriyle ciddî bir angajman içerisindeler. Dolayısıyla bir varlık göstermeye devam ediyorlar. Binlerce destekçisi olduğu söyleniyor. Bir zamanlar Washington’da çok aktiflerdi ve pek çok farklı şemsiye örgütleri vardı. Hattâ öyle bir dönem vardı ki, Gülenciler buradaki büyükelçiyi bypass edip Erdoğan’ın Kongre’deki görüşmelerini ve Amerika’nın çeşitli yerlerinde yaptığı toplantıları ayarlıyordu. Tabiî o zaman ellerinde çok ciddî bir devlet kaynağı vardı ve Amerika’nın her yerine yayılmış çok ciddî bir taban örgütü vardı. Zâten finansal olarak sorun yaşayan bu network’ün, Fethullah Gülen’in ölümünün ardından yerine yeni birinin getirilebileceğini düşünmek bence çok mantıklı değil. Çünkü Fethullah Gülen bir kült. Yeni bir vizyon da öneremeyecek, yeni üyeler de çekemeyecek. O nedenle, Gülenciler’in özellikle Batı’daki varlığı açısından zor bir sayfa açıldığını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Türkiye’de kalalım ve peş peşe yaşanan olaylara bakalım. Bahçeli’nin açılım meselesini geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2024/10/16/transatlantik-turkiyede-cozum-sureci-iddialari-ve-pkk-tirmanan-cin-tayvan-gerilimi/ konuşmuştuk. Özellikle Ömer çok şüpheyle bakmıştı Bahçeli’nin açıklamasına. Şimdi gıyâbında konuşuyor gibi olmayalım ama, sonra Bahçeli çok daha güçlü bir şekilde devam etti: “Öcalan gelsin, DEM Parti grubunda konuşsun” dedi. Bu açıklamanın hemen ertesi günü, Ankara’daki saldırı oldu. Dünkü saldırıdan önce, aylar sonra Abdullah Öcalan’ın tecrîdinin kırıldığını ve DEM Parti milletvekili olan yeğeni Ömer Öcalan’ın onunla iki saat görüştüğünü gördük. Abdullah Öcalan net bir şekilde, “Ben silâhların bırakılmasını sağlayabilirim, buna hazırım” dedi. Böyle peş peşe yaşanan gelişmeler var. Bir de saldırının yapıldığı yer TUSAŞ. Dünya çapında bilinen bir kurum. Orada üretilen savunma sanâyii ürünleri, özellikle havacılık anlamında üretilen uydular ve insansız hava araçları var. Türkiye’nin bu anlamda en önemli kurumlarından biri. Bütün bu olup bitene ne diyorsun?
Gönül Tol: Bence birkaç şeyi gösteriyor. Birincisi, eğer gerçekten Erdoğan ve Bahçeli’nin Kürt meselesini çözme yönünde Öcalan’la konuşulmasını Kürt meselesinin demokratik çözümünde atılmış kararlı bir adım olarak görseydim, tabiî ki bunu hepimiz desteklerdik. Fakat öyle bir şey olduğunu görmüyorum. Nitekim kendileri de, “Bu yeni bir Kürt açılımı değil” diyor. Birkaç şey söylemek istiyorum. Artık şu noktada Öcalan’ın önceliğinin, Kürt meselesinin demokratik çözümü olduğunu düşünmüyorum. Öcalan’ın derdi hapisten çıkabilmek. Ben bütünüyle, bunun Bahçeli ve Erdoğan’ın, iç siyâsetteki o sıkışmışlık hâlini ve 2028’de Erdoğan’ın mevcut anayasaya göre yeniden seçilememesi durumu ve bu sıkışmışlığın içinden çıkmak için yaptığı bir hamle olarak görüyorum. Bununla ilgili yazım haftaya Financial Times’ta çıkacak. Bu, PKK ile varılan herhangi bir anlaşma bölgede de Türkiye’nin elini güçlendirmeyecek anlamına gelmiyor. Bu tür getirileri de olabilir. Tabiî bunun bir bölgesel boyutu da var. Erdoğan, 7 Ekim’den îtibâren ortaya çıkan dinamikleri de kullanmak istiyor. Fakat temel motivasyonunun, bugüne kadar hep olduğu gibi kendi koltuğunu korumak olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de bu süreç sâdece Öcalan üzerinden götürülüyor.
Diğer türlü nasıl açıklayabiliriz? Selahattin Demirtaş gibi, bütün siyâsî kariyeri boyunca meselenin barışçıl çözümünü desteklemiş ve HDP’yi Türkiye partisi yapmak için uğraşmış ve kısmen de bunu başarmış bir lider içerideyken, onu bütünüyle bypass ediyorsunuz. Üstelik Selahattin Demirtaş da terör bağlantısı ve PKK’ya desteği nedeniyle içerideyken, siz Öcalan’la konuşuyorsunuz. Bunun bu kadar dar bir alana sıkıştırılmış olması, tabiî ki ben de dâhil birçok insanın aklına, meselenin demokratik olarak Kürt meselesini çözmek olmadığı düşüncesini getiriyor. Ankara’da TUSAŞ’a yapılan saldırı, Öcalan’ın Kürt siyâsî hareketi üzerindeki etkisinin ne kadar azaldığını gösteriyor. Çünkü belli ki PKK içinde, bu sürecin sâdece Öcalan üzerinden götürülmesine ve hem siyâsî ayağın hem PKK’nın Irak ve Suriye’deki ekibinin bu süreçten bütünüyle dışlanmasına tepki gösteren bir ekip var. Bence bu saldırının gösterdiği en çarpıcı şey bu. Şaşırtıcı da değil. Çünkü Kürt hareketinin hem silâhlı unsurları hem siyâsî ayağı, sâdece Türkiye'de değil bütün bölgede bir çeşitlenme içine girdi. Arap ayaklanmalarından sonra onu izleyen süreci ve IŞİD’in Sincar gibi böyle önemli toprakları elde etmeye çalıştığı dönemi düşünelim. Sonra, Türkiye’deki Kobani protestolarını düşünelim. O dönemde şöyle bir dinamik ortaya çıkmıştı: Bölgedeki Kürt hareketinin bütün unsurlarının tek ses olmaya çalıştığı, Kürt meselesinin bölgeselleştiği, farklı Kürt aktörlerin birleşerek ortak bir platformda buluşma irâdesi gösterdiği bir dönemdi.
Hatırlarsak, Kuzey Irak’ta Barzani ekibi Kobani’ye asker göndermek istemişti. PYD’li, PKK’lı militanlar, IŞİD’e karşı, KDP’ye ve Barzani’ye yardım etmek istemişti. Böyle bir ortak cephe oluşturulmaya çalışılıyordu. Aslında bu gruplar, siyâsî geçmiş ve sosyoloji olarak birbirlerinden çok farklı gruplar olmasına ve geçmişte çatışmış ve savaşmış olmasına rağmen, bölgesel dinamikler böyle bir birliktelik ortaya çıkarmıştı. Şimdi, o birlikteliğin yeni dengeler oluşturduğunu düşünüyorum. Bu yeni dengeleri oluşturan bölgesel konjonktür nedir? Birincisi, Amerika’nın Irak’tan çekilecek olması — ki ben bunun Suriye’den de çekilme getireceğini düşünüyorum. İkincisi, 7 Ekim’den îtibâren ortaya çıkan yeni bölgesel dinamikler. Bu yeni dengeleri düşündüğümüzde, bütün Kürt aktörlerin stratejilerini çeşitlendirmeye çalıştıklarını görüyoruz. Meselâ normalde Talabani ekibi İran’la daha yakındır. Fakat Barzani’nin de İran’la ilişkilerini yakınlaştırmaya çalıştığını görüyorsunuz. Yani bir bölgesel konjonktür oluştu ve bu konjonktürde Kürtler, özellikle Amerika’nın çekildiği bir bölgede kendilerini çok da güvende hissetmeyecekler. Bu durumda kendilerine yeni müttefikler arama tutumu içerisindeler. Böyle bir durumda her Kürt aktörün farklı bir strateji ve farklı bir müttefiklik ilişkisi geliştirme içinde olduğunu görebiliriz.
Bu çeşitlilik ortamında, Erdoğan’ın sâdece Öcalan üzerinden bir süreci götürmesi ve bu sürecin hem Irak’ta hem Suriye’de Erdoğan'ın elini kolaylaştırması ve bölgedeki hiçbir Kürt aktörün de bunu sabote etmemesi mümkün değil. O nedenle, Erdoğan eğer bundan bir şey devşirmek istiyorsa, bu saldırı bence en net yanıttı. Bu, Erdoğan’ın tahayyül ettiği kadar sorunsuz bir süreç olmayacak. Çünkü yeni bölgesel dinamikler, Kürt aktörlerini farklı farklı arayışlara itiyor. Dolayısıyla artık Öcalan bütün bu Kürt hareketinin üzerinde kontrolü olan, söylediğinin üstüne söz söylenmeyen bir lider değil. Onu göstermesi açısından çarpıcı bence. Tabiî Erdoğan hâlâ bunu kullanabilir, hâlâ süreç devam ettirilebilir — ki Erdoğan da zannediyorum BRICS Zirvesi’nde bir açıklama yaptı. Devlet Bahçeli de, “Biz bu süreçte kararlıyız” dedi. Olabilir, devam da edebilir. Hattâ benim korkum, sâdece Öcalan’ın salıverilmesi ya da PKK’lılara af getirerek hiçbir demokratik talep karşılanmadan, Erdoğan’la böyle bir anlaşmaya girilebilir, DEM Parti de buna “Tamam” diyebilir. Ben bunu çok tehlikeli görüyorum. Her şeyden önce Kürtler’in demokrasi ve insan hakları mücâdelesi açısından tehlikeli görüyorum. Ama daha da önemlisi, Erdoğan’ın yapmak istediği şey açısından da, sâdece Türkiye’de değil bölgede de çok sabote edilmeye elverişli bir konjonktür oluşturacağını düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Peki, sizin oradaki demokrasi mücâdelesi nasıl gidiyor? En son Ömer ve sen, “Trump kazanıyor” diye bana karşı birleştiniz, uykularım kaçtı. Seçime 12 gün kaldı, değil mi?
Gönül Tol: Evet, 5 Kasım’a çok az zaman kaldı. Kamala Harris için resim çok iyi gözükmüyor. Financial Times’ın yaptığı bir kamuoyu araştırması var, ona baktım bugün. Araştırma yaptıkları gruba, “Ekonomiyi kim düzeltir?” diye sormuşlar. Biden çekilip Kamala Harris geldiğinden bu yana ilk kez, “Trump” yanıtını verenlerin sayısı, “Kamala Harris” diye yanıt verenlerin sayısından daha fazla. Bu, Kamala Harris ekibi için çok kötü bir haber. Kamala Harris ekibinin morali bozuk aslında. Bunu seçmene yansıtmak istemiyorlar, fakat ekip içerisinde bir panik hâli de var. Aslında seçmen genel olarak, özellikle ekonomi konusunda Cumhuriyetçiler’e güveniyor. Tabiî bu çok ilginç bir şey. Çünkü târihî olarak baktığınızda, aslında II. Dünya Savaşı’ndan bu yana, Truman’la başlayıp Biden’a kadar gelen süreçte bütün Amerikan başkanlarını incelediğinizde, Demokrat Partili başkanların altında Amerikan ekonomisinin çok daha güçlü olduğunu görüyorsunuz. Hattâ daha da geriye götürebilirsiniz. 1929’da başlayıp 1930’larda biten Büyük Buhran döneminden îtibâren dahi başlasanız, hep Demokrat Partili başkanlar ekonomiyi çok daha iyi yönetmişler, çok daha başarılı bir ekonomi stratejisi izlemişler. Fakat ilginç olan, seçmen böyle hissetmiyor. Seçmen her zaman ekonominin yönetilmesinde Cumhuriyetçiler’e daha fazla kredi veriyor. Bunun sebeplerinden bir tânesi, izlenen ekonomik siyâsetin meyvelerinin hemen alınamaması. Bunun çarpıcı örneklerinden bir tânesi, Obama döneminde, Obama’nın ekonomi alanında attığı adımlar sâyesinde Amerikan ekonomisinde işsizlik azalmıştı ve ekonomik göstergeler pozitifti. Fakat bunun meyvelerini bütünüyle Trump yedi. Trump döneminde işsizliğin o kadar düşük olmasının sebebi, aslında Obama’nın attığı adımlardı.
Daha da çarpıcı bir örnek vereyim — Amerikan siyâsetindeki seçmen davranışında ekonominin nasıl bir etki gösterdiğini anlamak isteyen insanların çalıştığı bir örnek var: Jimmy Carter dönemi. Carter, 1977’den 1981’e kadar Amerikan Başkanı’ydı, Demokrat Parti’dendi. Jimmy Carter o dönemde, Amerikan Merkez Bankası’nın başına Paul Walker’ı getiriyor ve Walker’a, “Elinden gelen her şeyi yap. Ne pahasına olursa olsun enflasyonu indirmeni istiyorum” diyor. Ekonomistler, o dönemde Walker’ın attığı adımlar sâyesinde, gelecek 20 yıl Amerikan ekonomisinin çok güçlü hâle geldiğini söylüyor. Fakat 1980’de kısa vâdede resesyona girdi ve Jimmy Carter, seçimi ekonomi nedeniyle kaybetti.
Bugüne gelelim. Aslında Biden’ın ekonomi alanında attığı adımlar çok başarılı. Pek çok ekonomist, G-7 ve G-20 ülkeleriyle kıyaslandığında Amerikan ekonomisinin çok başarılı olduğunu söylüyor. Fakat 2016’da olduğu gibi, bunun meyvesini yine Trump yiyecek gibi görünüyor. Çünkü toplumun önemli bir kesimi, Harris ve Biden’ı ayrıştırmıyor ve aynı ekip olarak görüyor. Enflasyonu ekonomik problemlerin müsebbibi olarak görüyor ve Trump’a daha çok güveniyor. Seçmen için de en önemli mesele tabiî ekonomik sorunlar. Ekonomi dışında seçmen için ikinci önemli konu göçmen meselesi. Kamala Harris’in ekibinin moralinin bozuk olmasına sebep olan bir diğer konu da bu. Göçmen ve sınır güvenliği konularında seçmenin önemli bir kesimi, Kamala Harris’e güvendiğinden daha çok, Trump’a güveniyor.
Son olarak da dış politikaya dâir bir şey söyleyeyim. Siyâsetbilim literatüründe, dış politikanın seçmen davranışına çok etki etmediği söylenir Aslında, özellikle belli kırılma anlarında, düşündüğümüzden çok daha fazla etki ediyor seçmen davranışına. 5 Kasım seçimleri de dış politikanın belirleyici rol oynayabileceği seçimlerden bir tânesi. Birincisi, birbirine çok yakın bir seçim olacak. İkincisi, Arap Amerikalılar’ın yoğun olarak yaşadığı Michigan gibi yerler, seçimin kaderini değiştirecek önemde yerler. Bunlar salıncak eyâletler. Bir Amerikan başkanının kazanabilmesi için, Michigan, Wisconsin ve Pennsylvania’nın oylarını alması gerekiyor. Pennsylvania, Seçmen Koleji’ndeki en büyük salıncak eyâlet. Bu açıdan önemli. Michigan da öyle. Michigan’ın da 15 tane Seçmen Koleji oyu var. Dolayısıyla büyük ve önemli bir yer. Michigan’da 300 bin Arap Amerikalı yaşıyor. Meselâ 2016 seçimlerini ya da 2020 seçimlerini düşünelim. Biden 2020 seçimlerini Arap Amerikalılar’ın tam desteğini alarak kazandı. Fakat şimdi, 7 Ekim’den îtibâren, Amerika’nın İsrail’le Filistinliler’e karşı izlediği politika nedeniyle, Kamala Harris’in burada ciddî bir oy kaybı yaşadığını görüyoruz. Çünkü Harris Filistin meselesinde Biden’dan çok da farklı bir söylem tutturamadı. Bu nedenle, genelde geleneksel olarak Demokratlar’a oy veren bu toplum kesiminin pek çoğunun ya üçüncü adaya ya da Trump’a oy vereceğini görüyoruz. Yine hatırlayalım, 2016 seçimlerinde Trump burayı 11 bin oy farkıyla kazanmıştı. Yani binlerin fark yaratacağı bir seçimden bahsediyoruz. Dolayısıyla bu, Kamala Harris’in ekibi için kötü bir haber. Evet, pek çok gözlemci için de Trump’ın seçimleri kazanma ihtimâli Kamala Harris'in kazanma ihtimâlinden bugün îtibâriyle daha fazla görünüyor.

Ruşen Çakır: “Yanıldığınızı göreceksiniz. Amerikan halkı buna izin vermeyecek” diyeceğim; ama tabiî ki siz orada yaşıyorsunuz, gözlemleriniz önemli. Benim bir şey anladığım yok. Bu arada, gündem öyle alt üst oldu ki kafam iyice karıştı. Geçen haftaki yayında Daron Acemoğlu’nun ödülünü konuştuk mu?
Gönül Tol: Hayır, konuşmadık.

Ruşen Çakır: Ne düşünüyorsun?
Gönül Tol: Çok sevindirici bir şey. Daron Hoca’yla, ekonomi ve demokrasi konusu üzerine yaptığımız bir podcast’imiz https://www.mei.edu/multimedia/podcast/rethinking-democracy-ep-3-economic-conditions-and-support-democracy-daron var, en son orada birlikte olmuştuk. Çok güzel bir söyleşi oldu. Daron Acemoğlu’nu siyâsetbilim literatürü açısından tâkip eden ve yazdıklarını çok takdir eden bir insan olarak, aldığı bu ödül beni çok memnun etti. Ama bence daha da önemlisi, Daron Acemoğlu hakîkaten iyi bir insan. Son derece mütevâzı; genç insanların, genç akademisyenlerin, kadınların önünü açmaya çalışan bir insan. O yüzden bence son derece sevindirici Nobel ödülünü alması. Tekrar tebriklerimi iletiyorum kendisine.

Ruşen Çakır: Ben Washington’a ilk geldiğimde, 2004 sonunda, ilk şehir dışı röportajımı Daron Acemoğlu ve Dani Rodrik’le Boston’da yapmıştım. İkisi de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Birisi Ermeni, birisi Yahudi. O zamandan beri tanıyorum Daron’u. O da Galatasaray Lisesi’nden, ama benden küçüktür. Daron’un Nobel kazanacağı 20 yıl kadar önce konuşuluyordu zâten. Çünkü, şimdi adını hatırlayamadığım, ekonomik düşünce ve bilgiye en önemli katkıyı yaptığı düşünülen 40 yaş altı bilim insanına verilen o ödülü alanlar, büyük ihtimalle daha sonra Nobel’i alıyormuş. Ben ABD’ye gittiğimde o ödülü yeni almıştı Daron. Şimdi Nobel’i de aldı. Hakîkaten helâl olsun. Gurur verici, değil mi?
Gönül Tol: Evet, kesinlikle öyle. Dediğim gibi, benim bu kadar sevinmemin sebeplerinden biri de –kendisini çok yakından tanımamakla birlikte, çünkü onunla hep e-posta üzerinden iletişim kuruyordum–, onun konumunda olup bu kadar mütevâzı olan insan çok az gördüm. Onun için de ayrıca takdir ediyorum kendisini.

Ruşen Çakır: Evet Gönül, burada noktayı koyalım. Ömer’i arkasından çok çekiştiremedik, çünkü nasıl olduysa bu sefer birçok konuda benzer düşünüyorsunuz. Haftaya, seçim sonrası değil mi?... Hayır, günleri karıştırdım, bir sonraki hafta seçim sonrası. Türkiye’nin gündemi hakîkaten hepimizi karmakarışık yaptı. Bu arada, canlı yayınımızı izleyen bir izleyicimiz hemen hatırlattı, Daron Acemoğlu’nun 20 yıl önce aldığı ödül, “James Bates Clark Madalyası” imiş. Evet Gönül, çok teşekkürler, Ömer’e de selamlar. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı