Transatlantik: İngiltere & Fransa seçimleri - İran’da Pezeşkiyan dönemi - NATO’nun 75. yılı

10.07.2024 medyascope.tv

10 Temmuz 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Bu hafta maalesef Gönül Tol yok, sâdece Ömer Taşpınar var. Ömer’le, Fransa, İngiltere ve İran seçimlerini ve NATO’yu konuşacağız. “O kadar beddua ettim, tuttu” dedim, ama Fransa’da yine sol kazandı diyeceğim, sen de hemen “Aslında sol kazanmadı” diye îtiraz edeceksin. Kim kazandı Fransa’da?
Ömer Taşpınar: Fransa’da merkez…
Ruşen Çakır: Sağduyu kazandı.
Ömer Taşpınar: Sağduyu kazandı. Aslında Fransa’da cumhuriyetçi refleks kazandı Ruşen. Fransızların bir geleneği var: Birinci turda kalpleriyle, ikinci turda beyinleriyle oy veriyorlar. İkinci tur, birinci turdaki dinamiklerin dışında, seçmenlerin, siyâsetçilerin, oyun daha merkezde toplanması için aşırı sağa karşı hareket etmeleri ve stratejik oy kullanmaları; bâzı siyâsetçilerin, meselâ Macron’un partisinin veya soldan gelen Yeni Halkçı Cephe (Nouveau Front Populaire) adaylarının birbirleri lehine çekilmeleri sâyesinde, aslında %40’a yakın oy toplamış aşırı sağa karşı, sâhadaki, toplumdaki dinamikleri yansıtmayan bir parlamento aritmetiği çıkıyor ortaya. Seçim sisteminin hediye ettiği bir zafer bu Fransa’ya. O nedenle, bir yıl, iki yıl, üç yıl sonra aşırı sağın güçlenmesi devam edecek ve eninde sonunda bunlar iktidârı alabilecek duruma gelecekler; çünkü engellenemez bir yükseliş içinde bu aşırı sağ.

Ruşen Çakır: Sözünü keseceğim, ama hatırlarsan, ikinci tur öncesinde şöyle bir beklenti vardı: “Aşırı sağ gelecek, ama gününü de görecek. Hazırlıklı değil. Geldiğine de pişman olacak” deniyordu. Ama olmadı. Şimdi de, “Aşırı sağ bekleyecek. ‘Nasıl olsa bunlar anlaşamaz. Kaos olacak. Biz daha güçlenerek geleceğiz’ diye düşünecek” diyorlar. Şimdiki analiz bu. Bir önceki analiz tam tersiydi. Bu kadarını hiç kimse beklemiyordu. “Cumhuriyetçi refleks” diyorsun, ama aldığı oy oranına kıyasla meclisteki sandalye sayısının bu kadar az olmasını kimse beklemiyordu.
Ömer Taşpınar: Beklemiyordu, zâten analizler de bunu göstermiyordu. Basın ve halk niye beklemiyor? Çünkü analizler çok büyük bir dalga geldiğini gösteriyor. Gerçekten de baktığında, bugün Fransa’nın birinci partisi %38’le Rassemblement National, yani aşırı sağ. Dolayısıyla bunu öngörememesinin nedeni, bir şekilde siyâsetçilerin stratejik davranmaları ve Fransa’daki taktiksel, stratejik oy verme geleneği. Burada şunun altını çizmek lâzım: “Aşırı sağ gelecek ve kaos olacak” söylemine karşı aslında aşırı sağ bir metot geliştirdi. Bunu ilk İtalya’da gördük. Aşırı sağ iktidâra hazırlanıyor. İktidâra hazırlanırken de aslında merkeze oynuyor; bir bakıma, merkezdeki politikalarını halka anlatmaya çalışıyor. Meselâ bugünkü Rassemblement National, yani aşırı sağ, Fransa’da Jean-Marie Le Pen’in aşırı sağı değil. Aynı antisemit, aynı ırkçı politikaları gütmüyor. Çok daha üstü kapalı bir şekilde bu mesajları veriyor. Belki özünde bazı şeyler hâlâ kalmış olabilir, ama ekonomi politikaları ve dış politikada Avrupa Birliği’ne karşı duruş bütünüyle değişti. Eskiden aşırı sağ “Avrupa Birliği’nden çıkacağız” diyordu, artık öyle bir şey söylemiyor.
Bizim ortak tanıdığımız, senin arkadaşın, benim de senin sâyende tanıdığım Olivier Roy’nın siyâsal İslâm’la ilgili yazdığı L'Échec de l’islam politique (Siyasal İslâm’ın İflâsı) isimli önemli bir kitabı vardı: O kitap çıktığında, herkes, “Nereden çıkarıyorsun bunu? Siyâsî İslâm nasıl başarısız olur? Siyâsî İslâm dünyada gümbür gümbür güçleniyor” diye Olivier Roy’ya yüklenmişti. Olivier Roy, “Siyâsî İslâm sistemin içine giriyor ve iktidâra geldikçe, iktidar gibi davranarak, bir bakıma o radikal siyâsî İslâm mesajlarını yontuyor, törpülüyor ve merkeze oturmaya çalışıyor. Eski radikal mesajlarını devam ettiremiyor” diye cevaplamıştı. Hele iktidâra geldiğinde iktidârın meyveleriyle berâber, iktidârın pragmatizmi ile bir şekilde merkeze oturuyor. Biz bunu İtalya’da gördük. Bence Fransa’da da eninde sonunda buna benzer bir durum yaşanacak. Yani bu aşırı sağ partiler, ırkçı, radikal mesajlarının, dış politikada Rusya’yı çok daha kollayan, Avrupa Birliği’ne karşı çıkan mesajlarının, fazla radikal, fazla uçlarda olduğunu görüp, merkeze doğru gidiyorlar. Merkeze doğru gittikçe de aslında bu faşist kimlikleri, aşırı sağ kimlikleri yontuluyor. Ortaya daha hazmedilir bir aşırı sağ çıkıyor. Ama hâlâ merkez, müesses nizam, bu aşırı sağdan korkuyor. Özellikle Fransa gibi ülkelerde, cumhuriyetçi geleneğin güçlü olduğu yerlerde, hâlâ bunların taşıdıkları bir imaj var; o imajın kurbanı oluyorlar. İstedikleri kadar Jordan Bardella gibi genç, karizmatik, telejenik siyâsetçiler olsun; temelinde Fransa gibi bir ülkede hâlâ cumhuriyetçi bir refleks görüyoruz. Fakat bu cumhuriyetçi reflekse bakarak “Sol güçleniyor” demek bence yanlış. Türkiye’de de aynı dinamikler var.

Ruşen Çakır: Güçlenmemize izin vermiyorsun Ömer. Güçleniyor işte. Gümbür gümbür geliyor.
Ömer Taşpınar: Türkiye’de de bu dinamikler var. Aslında Türkiye’de de bu tartışmayı sık sık yapıyoruz. Arkadaşımız Ali Yaycıoğlu, Türkiye’de solun güçlendiğini söylüyor. “Türkiye’de sol güçleniyor” söyleminin bana göre kabul edilemeyecek tek tarafı, Türkiye’deki CHP’nin sol olup olmadığı tartışması. CHP sol mu? Meselâ Türkiye’de göçmen hakları ve azınlık haklarını savunan, Kürt haklarını ve aynı zamanda Suriyelilerin haklarını savunan bir sol var mı? Türkiye’de CHP’nin göçmenler konusundaki politikası ne? Göçmenler konusundaki söylemine baktığımızda, solcu bir parti diyebilir miyiz CHP’ye? Geçen yıl Kılıçdaroğlu paniklediğinde, “Türkiye’deki 10 milyon göçmen” söylemi, bir sol partinin yapabileceği bir şey mi? Türkiye’de sol parti adına baktığımızda, gerçekten CHP sol olsa, mesela DEM Parti bir sürü açıdan daha sol bir parti, onlarla birleşebiliyor mu? Milliyetçiliğinden kurtulabiliyor mu CHP?

Ruşen Çakır: Şimdi İngiltere’yi konuşacağız, sen İşçi Partisi’ne de “sol” demeyeceksin. Yani sana bir şey beğendiremiyoruz.
Ömer Taşpınar: İngiltere’deki dinamiklere baktığımızda, İşçi Partisi %35 oy aldı. Parlamentodaki sayısı %70. Yani %35 oy ile %70 kazandı. Muhâfazakârlar bölündü. Nigel Farage’ın Reform Partisi çıktı. Bir bakıma Brexit’in taşıyıcısı olan partiydi bu ve onlar sağı böldü. Şu anda halkta, iktidardaki partilere bir tepki var. İşçi Partisi’nin zaferini küçültmek istemiyorum, ama %70 sandalye ile neredeyse parlamentoyu sildi süpürdü İşçi Partisi. O kadar büyük bir çoğunlukla geldi ki.
Topluma bakalım: toplumda böyle bir karşılığı var mı İşçi Partisi’nin? Yok. Burada da parlamento aritmetiği ve seçim sisteminin hediye ettiği bir zafer var. Orada da solun böyle toplumsal dalga olarak gelmesinden çok, halkın, iktidarda olan partilerden illallah demesinin sonucu olarak bir alternatifi deneme durumu var. Mevcut olan partiler iktidarda başarısız olduklarında ne yapıyor seçmen? Doğal olarak alternatifine gidiyor. Bunu bir Türkiye’de yapamadı doğru dürüst. Türkiye son 20 yıldan beri iktidarda olan partiye bir alternatifi iktidâra getiremedi. Ama bunu Avrupa’da da görüyoruz. İngiltere’de görüyoruz. Muhâfazakâr Parti târihî bir başarısızlık yaşadı — ki Muhâfazakâr Parti Brexit’i desteklemişti. Brexit sonrasında ekonomik olarak da İngiltere’nin geldiği yer içler acısı. Bugün İngiltere ekonomisi çok zorlanıyor. Fransa ekonomisi de çok zorlanıyor. Aslında Avrupa’daki seçmenlerin refleksi, hayat pahalılığına, enflasyona karşı bir protesto oyu kullanmak. Türkiye’de olduğu gibi, “Asgarî ücret 2 ile çarpılsın. 1500 Euro değil, 3000 Euro olsun” diyen sol bir parti, orada nemâlanabiliyor tabiî. Fransa’da asgarî ücret 1600 Euro sanıyorum. Jean-Luc Mélenchon’un partisi La France Insoumise (Boyun Eğmeyen Fransa), “Biz bunu 2500 Euro’ya çıkaracağız ve aynı zamanda emeklilik yaşını tekrar 60’a indireceğiz. Fiyatlara moratoryum getireceğiz. Fiyatlar artmayacak” dedi. Şimdi bütün bunlar sol parti söylemleri aslında, ama iktidâra gelince yapabilir mi? Bir de iktidâra gelebilir mi?
Fransa’da Jean-Luc Mélenchon’un başbakan olması ve kohabitasyon yaşanması imkânsız gibi gözüküyor. Çünkü Macron, Jean-Luc Mélenchon’la çalışmak istemiyor. Jean-Luc Mélenchon’un partisi La France Insoumise, aritmetik olarak aşırı sağ Rassemblement National gibi büyük bir oya sâhip değil. Tam önümde bir rakam yok ama, Fransa’da bütün sol, aslında belki de aşırı sağdan daha az oy aldı. Sosyalist Parti, Jean-Luc Mélenchon, yani bütün o cephe. Halkçı Cephe’den Yeşiller’i çıkarırsan Fransa’da sol dediğimiz hareket, Sosyalist Parti + Jean-Luc Melenchon’un temsil ettiği daha komünist, daha aşırı sol gelenek, toplumda belki de %30’un altında.

Ruşen Çakır: İngiltere’de İşçi Partisi’nin zaferi seçim sistemi sâyesinde oldu diyoruz, ama yıllardır var bu seçim sistemi. Aynı seçim sistemi Muhâfazakâr Parti’yi de 15 yıl boyunca iktidarda tuttu. Bunu kıstas olarak görmemek lâzım. Peki İşçi Partisi bu fırsatı değerlendirebilir mi? Ne tür yorumlar yapılıyor? “Çok zor bir şey olacak. İktidâra geldiğine pişman olur” şeklinde yorumlar yapılmaya başlandı mı?
Ömer Taşpınar: “Enkaz devraldık” diyecekler. “Halkla aramızda bir güvensizlik meselesi var” diyecekler. Fransa’nın aksine, İngiltere’de katılım oranı düşük, neredeyse %40 civârında. Seçmenin yarıya yakını sandığa gitmedi. Aldıkları oy da, dediğim gibi %34 civârında. Ona rağmen büyük bir dalgayla geldiler, bunun farkındalar. Aldıkları oyun, parlamentodaki sandalye sayısının çok altında olduğunu biliyor İngiltere Başbakanı Keir Starmer. İlk yaptığı konuşmada, “İngiliz siyâseti bir güven krizi yaşıyor. Seçmenlerle aramızdaki güveni tekrar oluşturmamız gerekiyor. Halkın bir kısmı siyâsetten soğumuş durumda. Sağ-sol fark etmiyor. “Bu siyâsetçilerin hepsi aynı. İktidâra geliyorlar. Bol keseden şeyler söylüyorlar. İktidâra gelince hiçbir şey yapamıyorlar” söylemi hâkim.
Şimdi burada bunu tersine çevirmek için İngiltere'nin önünde bir fırsat var. Sol gerçekten şu anda bâzı radikal adımlar atabilir. İngiltere’nin bu konuda manevra alanı, Avrupa Birliği’nden çıkmış olduğu için ve Euro para birimine bağlı olmadığı için biraz daha rahat. İngiltere daha enflasyonist bir Keynesçi politika izleyebilir. Mâlî konularda daha “bol kepçe” davranabilir, ücretleri artırabilir, zenginlerin vergilerini artırabilir. Bütün bunlar sol popülizm dediğimiz başlık altında da toplanabilir. Bir sağ popülizm var, bir de sol popülizm var. Sol popülizm diyor ki: “Şu anda yapmamız gereken, işçi ücretlerini, asgarî ücreti artırmak ve zenginlerden çok daha yüksek vergi toplamak.” İngiltere bunları yapabilir. Ne olur? Dolar ve Euro karşısında Pound değer kaybeder. Enflasyon artar. Eğer bu bütçe açıkları büyürse, sonuçta piyasalar cezâlandırır. Maalesef sol partilerin başındaki en büyük belâ piyasalar. Piyasalar da bir bakıma test ediliyor. Her ne kadar bağımsız gibi gözükseler de, “İstediğimizi yaparız” deseler de, sonuç ne oluyor? Fâiz piyasası, bonolar bir şekilde cezâlandırıyor ve İngiliz Pound’u değer kaybediyor. Enflasyon artıyor. Enflasyon artınca, yaptıkları zamların değeri azalıyor. Belki işçi ücretlerine, asgarî ücrete zam yapıyorlar ama fiyatlar da artıyor. Böyle bir sarmal içine girilebiliyor.
Bugün gerek Avrupa’da gerek Amerika’da kapitalizm o kadar aldı başını gitti ki, finansal kapitalizm o kadar güçlü ki, sol partilerin manevra alanı, piyasalar tarafından cezâlandırılmaları nedeniyle, uzun dönemde daralıyor. Fransa’nın işi daha da zor. Çünkü Fransa Euro sistemi içinde ve Avrupa Birliği’nin bütçe disiplinine uymak zorunda. Bütçe disiplinine uymadığı anda zâten otomatik bâzı cezâlar geliyor. Meselâ Almanya bütçe disiplinine uyuyor. Almanya’da enflasyon nispeten düşük. Almanya her zaman Fransa’nın, İtalya’nın, İspanya’nın, Yunanistan’ın bütçe açıklarından şikâyetçi; çünkü Almanlar bütçe konusunda çok titizler, çok sıkı bir bütçe uyguluyorlar. İngiltere’nin biraz daha şansı var. Ama uzun dönemde İngiltere’nin de piyasalar tarafından cezâlandırılacağını görüyorum.

Ruşen Çakır: Ömer, hazır Gönül yokken biraz İran’ı konuşalım. İran’da cumhurbaşkanlığı yarışını Mesud Pezeşkiyan kazandı. Ama seçimi kazanacağı beklenmiyordu. Said Celili’nin kazanması bekleniyordu, değil mi? Pezeşkiyan bildiğim kadarıyla bir kalp cerrahı. Azerbaycanlı. Değişik bir profil. Sekülerliğe daha yakın birisi. Ben İran’da Hatemi’nin seçildiği zamanları tâkip etmiştim, üst üste geldiği seçimleri. Çok büyük bir heyecan vardı ve çok büyük bir hayal kırıklığı oldu biliyorsun. Aradan epey bir zaman geçti, şimdi yıllar sonra İran’da yine bir reformcu bir cumhurbaşkanı var. Herhangi bir şansı, bir şeyleri reforme etme imkânı var mı?
Ömer Taşpınar: Bugün Olivier Roy’nın kulaklarını çok çınlatıyoruz. İran’daki sistem bir sürü açıdan iflâs etmiş durumda. Halkın gözünde siyâlî İslâm dediğimiz sistem iflâs etmiş durumda. Halk, kendisine sunulan en ufak bir fırsatta, ılımlı isimleri, daha seküler isimleri iktidâra getirmeye çalışıyor. Evet, seçime katılım oranı düşük. Evet, sonuçta sistemin asıl karar vericisi, asıl gücü, dinî lider Hamaney. Ama bu kadar az katılım olmasına rağmen, halkın böylesine ılımlı, daha seküler birine gidiyor olması, “Bıktık” dediğini gösteriyor. Halkın verdiği mesaj: “Bıktık”. “Ekonomik meselelerden bıktık, siyâsî İslâm’dan bıktık, baskıdan bıktık, enflasyondan bıktık, Batı’yla kavgalı olmaktan bıktık.” İran’da halkın istediği şey değişim. Değişim derken de dinî liderin değişimi filan değil. 80 küsur yaşında, hasta olan ve eninde sonunda hakkın rahmetine kavuşacak olan Hamaney’in yerine oğlunun geçmesi veya başka birinin geçmesi değil. Halk, aslında bu sistem bitsin istiyor. Çünkü tıpkı Olivier Roy’nın dediği gibi: Siyâsî İslâm iflâs etti.
Batı’da hep şöyle anekdotlar vardır. Bilimsel olarak bunları kanıtlamak zor ama, Ortadoğu’nun en seküler toplumu hangisidir? Bu soruya anekdot olarak cevap verdiğimizde, belki insanlar inanmayacaklar ama, Ortadoğu’nun en seküler toplumu “İran” denir; çünkü İran’da halkın, 40-50 yıldır iktidarda olan mollalardan illallah ettikleri, o kadar sıkılmış oldukları bellidir ki, halk, özellikle gençler gerek kendi hayat biçimi açısından gerekse siyâsî tercihleri açısından, siyâsî İslâm’ın bir çözüm önereceğini artık kesinlikle gerçekçi görmüyorlar. Halkın istediği şey, daha seküler, daha Batı’yla barışık, rasyonel ekonomik politikalar izlenmesi ve paraların Hizbullah’a, Hamas’a, o direniş cephesine gitmesi yerine, içeride İran halkının refâhının artırılması için kullanılması. İran halkı, ideolojik bir dış politika değil rasyonel bir dış politika istiyor. Bütün bunları biliyoruz. O nedenle Batı’da, “İran’da halk değişime hazır” izlenimi var.
Ama İran’da, Ortadoğu’nun en sert polis devletlerinden biri var. Toplumsal kalkışmaları çok sert bir şekilde, bâzen kitlesel îdamlarla, düzinelerce genci îdam ederek durduruyorlar. O nedenle ben İran’daki seçimi ciddîye alıyorum. Ama buradan bir değişim yaşanır mı? Zor gözüküyor. Çünkü her ne kadar ılımlı bir cumhurbaşkanı seçmiş olsalar da ve Amerika’yla, Avrupa’yla ilişkileri düzeltmek isteyen bir kabine gelecek olsa da, kırmızı çizgileri dinî lider Hamaney ve rejimin İslâmcı kurumları, o “iflâs etmiş” dediğimiz kurumlar çiziyor. O nedenle İran’da, hâlâ süren toplumsal bıkkınlık, toplumsal tepki devam edecek. Bu devam ettirilebilir bir düzen değil. Eninde sonunda İran’da bu siyâsî İslâm’ın çöktüğünü göreceğiz. İran, Post-İslâmcı, yani İslâmcılık-sonrası Ortadoğu siyâsetinin en önemli, belki de daha demokratik aktörlerinden birisi olacak. Sen bunun emârelerini Türkiye’de de görüyorsun Ruşen. Sık sık yaptığın sosyoloji konuşmalarında, Türkiye’de Atatürkçülüğün tekrar canlanması, gençlerin sekülarizme önem vermesi, AK Parti iktidârından bunalma konularını ele alıyorsun. Bir iktidar ne kadar uzun kalırsa, ne kadar yolsuzluklara karışırsa, ne kadar baskıcı olursa, halkın tepkisi o kadar büyüyor. O nedenle İran’daki seçimi dikkate almak lâzım. Ama ben kısa dönemde büyük bir değişim konusunda çok da iyimser değilim.

Ruşen Çakır: Son olarak NATO’yu tekrar bir konuşalım. Liderler NATO’nun 75. yıl zirvesi için Washington’da bir araya geliyorlar. Trump’tan önceki son normal NATO Zirvesi diyebiliriz. ABD’de başkanlık seçimini Trump kazanırsa, herhalde bir sonraki zirve bayağı değişik başlayacak diye düşünüyorum. NATO’ya güçlü bir şekilde yeni üyeler de katıldı. Türkiye ve Macaristan biraz ayak diredi, ama yeni üyeler de katıldı. Büyüdü yani. Kriz var mı derken, büyüyen bir NATO var. Ama hâlâ çok ciddî sorunları var.
Ömer Taşpınar: Bu 75. yıl kutlamalarına gölge düşüren olay, tabiî ki Biden’ın geçen haftaki fiyaskosuydu. “Biden bu sefer nasıl konuşacak? Biden ayakta durabilecek mi? Biden gaf yapacak mı?” sorusu zirveye gölge düşürdü. Herkes, NATO’yu kutlamaktan çok, “Acaba Biden nasıl konuşacak?” meselesine odaklandı. NATO’nun 75. Yılı’nda yaşanan ikinci ilginç gelişme şuydu: Herkes, NATO’nun gündeminde, ABD’deki başkanlık seçimleri, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırıları, Ukrayna’ya daha etkili yardım ulaştırmanın yolları, Rusya’ya verilecek mesajlar olacağını düşünürken, gelen liderler, başbakanlar, buldukları ilk fırsatta Trump’ın ekibiyle konuşmaya başladılar. Trump’çı düşünce kuruluşları, Trump’ın Gölge Kabinesi’nden insanlarla diyalog kurup, kendilerini Trump dönemine hazırlamaya başladılar. Çünkü öyle bir fiyasko yaşandı ki Amerika’da. Biden’ın zâten çok yüksek olmayan kazanma şansı o kadar azaldı ki dünyanın gözünde. Biliyorsun Biden geri çekilmiyor, diretiyor, “Ben başkan adayı olacağım” diyor. Uluslararası liderler de, “O zaman Trump’la konuşma vaktidir. Trump’a kendimizi hazırlayalım. Hazır Washington’a gelmişken de Trump’ın adamlarıyla ve mümkünse Trump’ın kendisiyle konuşalım” diyorlar. Trump da bildiğimiz Trump mesajlarını veriyor. NATO liderlerine parmak sallıyor. Avrupa Birliği’ne, “Sizin NATO’ya 100 milyar dolar borcunuz var. Biz Ukrayna’ya 100 milyar dolar daha fazla verdik. Siz de 100 milyar dolar harcayacaksınız. Biz ne kadar koyduysak, siz de o kadar koyacaksınız” diyor. Her zamanki gibi yalan söylüyor. Çünkü aslında Avrupa Birliği bayağı ciddî paralar verdi. Ama Trump’ın gözünde, Amerika tarafından sırtlanılan, Amerika’nın sâyesinde ayakta duran bir Avrupa ve bir NATO var.
İngilizcede “Free Rider” denen bir söz var. Türkçeye “Beleşçi” olarak çevirebiliriz. Trump NATO’daki Avrupa ülkelerini beleşçi olarak görüyor. ‘’Siz doğru dürüst savunma harcaması yapmadan, beleşten, bizim sırtımızdan yaşıyorsunuz” diyor. Aslında doğru. Meselâ Almanya’nın savunma bütçesini nihâyet 100 milyar Euro artırmış olması, aslında Almanya’nın yıllardan beri bu konuda ayak sürüdüğünü gösteriyor. Almanya Gayrî Sâfî Millî Hâsılası’nın %2-2,5’unu koysa, çok daha ciddî bir askerî bütçeyle çıkardı. Trump NATO konusunda söylediklerinde haksız değil aslında. Bunları Obama da söylüyordu, Bill Clinton da söylüyordu, Hillary Clinton da. Ama Trump’ın stili insanları irrite ediyor.
Fakat bir de şöyle bir gerçek var NATO ile ilgili. Tamam, belki beleşe yolculuk yapıyorsun: Avrupalılar “Free Rider” durumunda. Ama o otobüsü kim kullanıyor? Sonuçta otobüsü Amerika kullanıyor. Bunlar beleş yolcular olabilir, ama şoför Amerika. Yani şoförlüğün bedeli, belki de onların Amerika'nın istediği yola gitmesi. Amerika “Hayır” dediğinde, hiçbirisi “Yok, biz böyle yapalım” diyemiyor. O nedenle, evet, Amerika’nın yüklendiği bir savunma bütçesi var; ama bunun getirdiği bir stratejik manevra alanı var, onu da gözden kaçırmamak gerekiyor. Bu nedenle NATO 75. yılına, Biden’ın bir bakıma çöküş hâli, Trump’ın yükselişi ve herkesin Trump ile konuşmak istediği bir ortamda giriyor.

Ruşen Çakır: Evet Ömer, burada bitirelim. Haftaya siz yoksunuz, programı yapamıyoruz. Ama bu arada Erdoğan Esad’ı Ankara’ya getirirse, ne yapar eder “Transatlantik” yayınını yaparım, şimdiden söylemiş olayım.
Ömer Taşpınar: Ama gelmezse “Transatlantik” yok.

Ruşen Çakır: Bir de biliyorsun, Özgür Özel temmuz ayında Şam'a gidiyor.
Ömer Taşpınar: Evet.

Ruşen Çakır: Bir tür arabuluculuk yapacak herhalde. Önümüzdeki dönemde bol miktarda Suriye yakınlaşmasını konuşuruz. Çok teşekkürler Ömer. Gönül’e ve Kerem’e selâmlar. İzleyicilerimize de teşekkür edelim. “Transatlantik”i burada noktalıyoruz. Haftaya yapmıyoruz. Ama daha sonra tekrar karşınızda olacağız. Hepinize teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
28.08.2024 Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?
28.08.2024 Transatlantik: S-400’lerin geleceği - ABD-Çin ilişkileri - Erdoğan ve Netanyahu çatışması
25.08.2024 Arda Turan belgeselini izlemeye niçin karar verdim?
23.08.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (228): CHP içi tartışmalar – Yeni Anayasaya ihtiyaç var mı? – Mehmet Şimşek spekülasyonları
22.08.2024 Mehmet Şimşek hakkındaki spekülasyonların aslı
22.08.2024 Süleymancılar niçin güven vermiyor?
21.08.2024 Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?
21.08.2024 Hani “fondaş” olan bizdik!
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı