Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?

31.08.2024 rusencakir.com

Bundan yaklaşık 30 yıl önce, 10 Kasım 1994 tarihinde Canlı PTT memuru Mahmut Kaçar, Anıtkabir’de Atatürk'ü Anma töreninde, protokolün hazır bulunduğu bir esnada dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in karşısında elindeki Kuran-ı Kerim’i havaya kaldırıp ”putlara tapmayın, Allah’a tapın” demiş ve hemen gözaltına alınmıştı.
Kaçar kendisini bir İslam tebliğcisi olarak görüyordu, ama daha baştan “meczup” ya da “provokatör” diye damgalanmaya mahkûmdu. Kimler tarafından? Kendisinin "kafir” ya da "münafık” olarak gördüğü kişiler tarafından değil, aynı davanın, yani "İslam’ı tebliğ ve hakim kılma” davasının ünlü, etkili ve güçlü isimleri tarafından.
Nitekim öyle oldu. Kısa süre önce Refah Partisi’nden (RP) dışlanmış olan İstanbul Bağımsız Milletvekili -bugünün Mesih’i- Hasan Mezarcı dışında bilinen isimlerden Kaçar’a sahip çıkan herhangi bir İslamcı çıkmadı. Genel eğilim bu konuda sessiz kalmaktı, konuşulmak zorunda kalındığındaysa Kaçar “meczup”, eylemi de “provokasyon” olarak tanımlandı.

“Atatürk yaşasaydı Refahçı olurdu”
Zira İslami hareket yükselişteydi, aynı yılın Mart ayının sonunda yapılan yerel seçimlerde RP, üçüncü parti olmuş, İstanbul ve Ankara başta olmak üzere altı büyükşehir belediye başkanlığı kazanmıştı. İstim üzerindeki RP genel seçimler için çoktan start vermişti. Fakat yükselişi için sadece halk desteğinin yeterli olmadığını, aynı zamanda başta ordu olmak üzere egemen güçleri ürkütmemek gerektiğinin de farkındaydı.
Evet, İslamcıların Atatürk’ü sevmedikleri aşikârdı. Onlara göre gerek Atatürk, gerekse Atatürkçüler tutum ve davranış bakımından İslam dışı hatta karşıtı bir pozisyondaydılar. Dolayısıyla İslami bir rejimin inşası ancak Atatürk ve onun inşa ettikleriyle hesaplaşmakla mümkündü. Fakat öncelikle sistem içinde iktidara gelmek gerekiyordu. Sistemin en kritik sembollerden biri, hatta birincisi de Atatürk’tü. Dolayısıyla anaakım İslami hareket, Atatürkçülerin “takiyye” olarak tanımladığı bir tutumu benimsiyor, Atatürk ile bir alıp veremedikleri olduğunu söylüyordu. Necmettin Erbakan’ın “Atatürk yaşasaydı Refahçı olurdu” sözleri bu tutumun zirvesidir.

“Atatürk” değil de “Mustafa Kemal”
O günden bu yana İslami kesimin Atatürk ile ilişkisi hep inişli çıkışlı olmuştur. Atatürk ile kavgalı gözükmemenin bir dönem en “kurnaz” yöntemi olarak, ondan “Atatürk”ten ziyade “Mustafa Kemal” veya “Gazi Mustafa Kemal” diye bahsetmek, yani Kurtuluş Savaşı’nı sahiplenip cumhuriyet ve devrimlerine mesafeli, hatta eleştirel davranmak olmuştu. Fakat bir süre sonra bunun pek bir işe yaramadığı ortaya çıktı.
Son dönemde anaakım İslamcılık, özellikle iktidara geldikten sonra AKP yöneticileri, olabildiğince Atatürk ile bir sorunları yokmuş gibi davranmaya, kendisinden saygısızca söz etmemeye özen gösterdiler. Fakat alttan alta İslami camiada Atatürk karşıtlığı, daha ötesi düşmanlığının cüretkâr biçimde gözle görünür hale gelmesine de, çok mecbur kalmadıkça ses etmediler.

“Dindar nesil” umarken
Erdoğan AKP iktidarında bir “dindar nesil” yetiştirmeyi, herseye rağmen büyük ölçüde solun elinde gibi görünen “kültürel iktidarı” kazanmayı vadetmişti. Bunların yerine hüsranla karşılaştı. Erdoğan’ın MHP’yi de yardıma çağırması yaşadığı krizin derinleşmesini engelleyemedi. Özellikle genç kuşaklar, ister kendilerini “Atatürkçü” olarak tanımlasınlar ister tanımlamasınlar Atatürk’ü yeniden ve en önemlisi birtakım “Atatürkçü” kişi ve odaklardan bağımsız olarak kendi başlarına keşfettiler ve sahip çıktılar. İşin ilginci Atatürk’e sıcak bakan kesimlerin çocuklarını kazanmayı hesaplayan İslamcılar kendi çocukları arasında Atatürk imgesinin neşet etmesine engel olamadılar.
Sonuç olarak, dün Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın 30 Ağustos hutbesinde Atatürk’ün adını anmaması bir ezikliğin dışavurumu, bir yenilginin, özetle bir hüsranın itirafından başka bir şey değildir.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
25.12.2024 Transatlantik: Yeni Suriye’de Türkiye’nin rolü - Yemen İsrail’in hedefinde
24.12.2024 Altılı Masa’nın lâneti
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
29.12.2024 Ve yeni “Çözüm Süreci” başladı
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı