Sinan Ülgen ile söyleşi: Türkiye S-400'leri ne yapacak?

28.08.2024 medyascope.tv

28 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. S-400’ler yeniden Türkiye’nin tartışma gündemine giriyor, girdi. S-400’ler, Türkiye’nin Rusya’dan satın aldığı, ama bir türlü kullanmadığı hava savunma sistemleri. Son olarak yine birtakım haberler var. Bütün bunları Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi EDAM Direktörü Sinan Ülgen’le konuşacağız. Sinan, merhaba.
Sinan Ülgen: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Seninle geçenlerde yaptığımız “Türkiye'’nin önündeki stratejik riskler ve fırsatlar’’ https://medyascope.tv/2024/08/14/rusen-cakirin-konugu-sinan-ulgen-turkiyenin-onundeki-stratejik-riskler-ve-firsatlar/ yayını bayağı ilgi gördü. Tekrar çok sağ ol. S-400 konusuna o yayında da girmiştik aslında, ama Çelik Kubbe’den bahsederken kısmen değinmiştik. Dün Cumhuriyet gazetesinde Amerikan Büyükelçiliği kaynaklarına dayandırılarak bir haber https://www.cumhuriyet.com.tr/dunya/ankaranin-s-400leri-kutulara-koyalim-onerisinde-bulundugu-2241645 çıktı. Aslında yılan hikâyesine dönüşmüş olan bu olayda, sanki yeni bir gelişme yaşanıyormuş durumu var. Amerikalılara, “Alın işte bunlar burada” denecek; hattâ sonra, mümkünse başka yere satılacak. Pakistan ve Hindistan’ın adı geçiyor. Bu arada Türkiye, S-400’lere girdiği için çıkartıldığı F-35 programlarına yeniden katılacak gibi bir durum. Bunun üzerinden konuşacağız. Bir ara çok konuştuk, ama sonra gündemden düştü; şu S-400’lerin öyküsünü bize bir toparlar mısın? Çünkü Türkiye, NATO çerçevesinde ya da Amerika Birleşik Devletleri’nden bir şey alamayınca, “Siz vermezseniz Ruslardan alırız” demişti.
Ülgen: O konu tam öyle değil, anlatayım. Şimdi hikâye aslında 2010’lu yılların başında ve doğru bir teşhisle başlıyor. Teşhis de şu: Türkiye’nin bir hava ve füze savunma sistemi yok. Türkiye hava savunmasını F-16 uçaklarıyla yapıyor, ama yerden havaya doğru düzgün bir sistemi yok. Dolayısıyla, Ortadoğu’da, özellikle balistik füzelere sâhip İran ve Suriye’ye karşı oldukça korunmasız — ki o dönemde Suriye ile ihtilâf başlamıştı. Dolayısıyla, Türkiye bunu ortadan kaldırmak üzere uluslararası bir ihâle açıyor ve bu ihâle 2012 yılında sonuçlanıyor. Türkiye, teknoloji paylaşımının en üst noktada olduğunu düşündüğü Çinli bir üreticiyle anlaşıyor. Fakat tabiî bir NATO ülkesinin Çin’den bu nitelikte bir stratejik silâh sistemi tedârik etmesi, NATO içinde birtakım tereddütlere yol açıyor. Ama sonra anlaşılıyor ki aslında Çinliler de pek öyle taahhüt ettikleri gibi bir teknoloji transferi yapmayacaklar. O nedenle bu ihâle iptal ediliyor.

Ruşen Çakır: Pardon. Teknoloji önemli bir ayrıntı. Bir şey satıyor, ama bir şey transfer etmiyor, öyle mi?
Ülgen: Öyle. Türkiye’nin yakalamak istediği: “Biz bu malzemeyi alalım, ama teknolojisiyle berâber alalım”. Masaya bunu koyuyor. O dönemde buna en yakın duran Çinliler oluyor. Ama sonradan yürüyen teknik müzâkerelerde anlaşılıyor ki, Çinlilerin de öyle pek bir teknoloji transferi etmeye niyetleri yok. 2012 yılında bu ihâle iptal oluyor. Türkiye tekrar bu arayış içerisine giriyor. Amerikalılar o dönemde, 2012 yılında, bu ihâle kapsamında Türkiye’ye bir Patriot paketi öneriyorlar. Amerika’nın Türkiye’ye Patriot vermediği hikâyesi külliyen yalan, çünkü Amerikalılar 2018 yılında bir öneri daha yapıyorlar. Sonuç olarak Amerika, Türkiye’ye Patriot’ları iki defa önerdi, ama Türkiye tercih etmedi. İki nedenden dolayı tercih etmedi. Birincisi, fiyat yüksek geldi. İkincisi de, teknoloji transferini içermiyordu, Amerikalılar, “Malzemeyi satalım, ama teknolojiyi paylaşmayız” şeklinde bir öneri yaptılar. Türkiye de, “Bu şartlarda bunu istemiyoruz” dedi. Her şeyden önce bu doğruları anlatmak gerekiyor; çünkü Türkiye’nin S-400’lere yönelmesinin nedeni, çok sık olarak “Amerikalılar bize Patriot satmadı” diye telaffuz ediliyor.

Ruşen Çakır: Patriot satmak istedi, ama teknolojisini vermedi.
Ülgen: Evet, Türkiye bu teklifi bu gerekçelerle reddetti. Kaldı ki S-400’de de bir teknoloji transferi yok.

Ruşen Çakır: Bildiğim kadarıyla öyleydi.
Ülgen: Türkiye bu teklifi reddettikten birkaç ay sonra maalesef darbe teşebbüsünü yaşıyoruz. Darbe teşebbüsü öncesinde de Türkiye, Kasım 2015’te bir Rus uçağını düşürüyor. Ondan sonraki ortamda ise hem Amerika ile ilişkiler gerginleşiyor, hem de Rusya’ya yönelik belki bir diyet borcu oluşuyor. Türkiye, 2017’nin Kasım ayında Rusya’yla bu S-400 anlaşmasını yapıyor.

Ruşen Çakır: Darbe girişiminden kısa bir süre sonra.
Ülgen: Evet. O zamanki adıyla Savunma Sanayi Başkanlığı, bu anlaşmanın yapıldığını ve bu anlaşma çerçevesinde, biri opsiyonlu olmak üzere iki S-400 sisteminin, 2,5 milyar dolar karşılığı bir ödemeyle Rusya’yla anlaşmanın yapıldığını açıklıyor. Belki burada kamuoyunda düzeltilmesi gereken ikinci konu: Türkiye bu sistemlerden birini opsiyonlu aldı ve karşılığında 1,3 milyar dolar ödedi, 2,5 milyar dolar ödemedi. Diğerini alsaydı 2,5 milyar dolar ödeyecekti. Ama şu anda ödenen para 1,3 milyar dolar,

Ruşen Çakır: Genellikle 2,5 milyar dolar diye geçiyor.
Ülgen: Bu yanlış. Bu vesîleyle onu da düzeltelim. Şimdi, bu 2017’de oluyor. S-400, Türkiye’ye 2019 yılında geliyor. Belki birçok kişi hatırlar, o dönemde bunların nasıl uçaklardan indirildiğini ve taşındığını televizyonlar naklen yayınla verdiler. 2020 Nisan ayında da Karadeniz sâhilinde, Sinop’ta bunun ilk testleri yapılıyor. Bu, işin arka planı diyelim. Ama bu karârın Türkiye’ye mâliyetine baktığımız zaman, herhalde son 20 yılda, savunma ve güvenlik alanında Türkiye’nin tedârik ettiği en pahalı değil, ama en mâliyetli sistem olduğu ortaya çıktı.

Ruşen Çakır: Pahalıya kaçan yani.
Ülgen: Pahalı değil, en mâliyetli. Şu açıdan en mâliyetli: Türkiye bu karârı sonrasında, 2008 yılından bu yana içinde bulunduğu, Hava Kuvvetleri’nin dönüşümünü dayandırdığı 5. Nesil F-35 projesinden dışlandı. Bu o kadar önemli ve maalesef olumsuz bir gelişme ki… Türkiye bu projede sâdece F-35’in müşterisi değildi, aynı zamanda F-35 Konsorsiyumu’nun bir parçasıydı. Savunma sanâyii, F-35’e dâhil olan, toplam F-35 Konsorsiyumu içerisinde, üretim portföyü yaklaşık 12 milyar dolara ulaşıyordu. Bunu şöyle karşılaştırmak lâzım: Hepimizin gurur duyduğu Türk savunma sanâyiinin bugün ulaştığı ihrâcat seviyesi 3 milyar dolar. Sırf F-35 programı dâhilinde toplam yapılacak ihrâcat 12 milyar dolardı. Bir kere bu gitti.
İkincisi, biraz önce de ifâde ettim, Hava Kuvvetleri’nin bir güç çarpanı olarak, F-35 platformu 2008 yılından bu yana planlarda yer alıyordu. Bu, bir anda yok oldu ve biz kendi bölgemizde, aslında rekabet ettiğimiz, özellikle Yunanistan gibi ülkelere karşı biraz daha geriye düştük. Çünkü onlar şu an F-35’i aldı — ki başlangıçta biz Yunanistan’dan çok daha avantajlıydık. Çünkü biz sâdece müşterisi değil aynı zamanda üretici ortağıydık bu işin. Üçüncü boyutu da nispeten az bilinir: Bu program dâhilinde bütün Avrupa’daki F-35 filosunun bakımı Türkiye’de yapılacaktı. Bu da Türkiye’ye her sene ciddî anlamda bir döviz girdisi, bir hizmet ihrâcâtı ve bir teknoloji birikimi sağlayacaktı. Şimdi bütün bunlar elimizden alındı.

Ruşen Çakır: S-400’ler gerçekten bunun tek nedeni mi, yoksa bu vesîle oldu da Türkiye F-35’ten mi çıkartıldı?
Ülgen: Tek nedeni bu.

Ruşen Çakır: Bildiğim kadarıyla, bir detay da, Haniye’nin nasıl öldürüldüğü konuşulurken, İsrail’in F-35 ile saldırmış olabileceği ihtimâli söyleniyordu. İsrail’de F-35’ler var yani.
Ülgen: İsrail’de en gelişmiş versiyonları var ve o kadar rahat hareket ediyor ki adamlar, Tahran üzerinde çok rahat dolaşabiliyor F-35’le.

Ruşen Çakır: F-35’in ne özelliği var?
Ülgen: Bir kere görünmezlik özelliği var, en büyük özelliği o. Dolayısıyla, bu özelliği sâyesinde, herhangi bir engelle karşılaşmadan bir düşman ülkenin savunma hattının çok derinine girebiliyor. “Beşinci nesil uçak” diyoruz biz F-35’e. Ama maalesef şu anda bizim elimizde yok. Türkiye’nin yürüttüğü bir TF-X programı var. Ama ilk başlarda bunun prototipleri daha beşinci nesil olmayacak. Bu program doğrultusunda Türkiye’nin kendi beşinci nesil uçağına kavuşması bile 2035’leri bulacak gibi gözüküyor. Oysaki o zaman içerisinde bizim yakın coğrafyamızda, özellikle mücâdele ettiğimiz ülkelerde, bu uçak envantere girmiş oluyor. Bu da Türkiye açısından bir dezavantaj.

Ruşen Çakır: Haberlerde F-35’e ek olarak bir de F-35B’yi görüyorum.
Ülgen: Başlangıçta zâten vardı. F-35 B, deniz platformlarından kalkan uçak tipi F-35’in. Belki birçok izleyicimiz görmüştür, F-35’ler, dikey olarak yola, deniz platformuna inen uçak tipi. Harrier’lar gibi. Bu zâten Türkiye’nin de programında vardı. Çünkü aslında Anadolu Gemisi’ne F-35B’leri koyacaktık; O bir uçak gemisi olacaktı. Ama şu anda ona inebilecek uçak yok. Dolayısıyla bunu kendi yeteneklerimizle, drone’lar veya yetişirse “Kaan” gibi ilâve yeteneklerle bu gemiye koyacağız. Ama orijinalinde plan, bu F-35B’nin ‘TCG Anadolu’ya yerleştirilmesiydi.

Ruşen Çakır: Şimdi, 2017’de pazarlık yapıldı, 2019’da S-400’ler geldi. Sinop civârında denendiğini söyledin. Ama bildiğimiz kadarıyla S-400’ler konuşlandırılmadı. Hep “paketinde kaldı” diye söylenir.
Ülgen: Tam paketinde kalmadı, çünkü bir sâha testi yapıldı. Ama şu anda Türkiye’nin, bu S-400’leri operasyonel hâle getirmediği de bir gerçek. Bunun da temel nedeni, aslında NATO içindeki rahatsızlık. Tabiatıyla burada konuşmadık, ama bu S-400 alımı sonrasında, Amerikan tarafından da adına “CAATSA” denilen yaptırımlar Türkiye’ye yönelik olarak uygulanmaya başlandı. Onu da çok net koyalım, Türkiye CAATSA yaptırımlarından ikincil düzeyde etkilenen ülke. Çünkü yaptırımlar aslında Rusya’ya yönelik yaptırımlar. Ama Rusya’da yaptırım altında olan, özellikle askerî üretim ve savunma sanâyiinde faal olan şirketlerle bir ticârî işbirliğinde bulunan üçüncü ülkeleri de etkiliyor. Bu örnekte, S-400’ü üreten şirket yaptırım kapsamındaydı. Yaptırım kapsamında olduğu için, bu anlaşmayı yapan başta Savunma Sanâyii Başkanlığı olmak üzere, Türkiye de yaptırım kapsamına alındı. Hem Savunma Sanâyii Başkanlığı kurumsal olarak alındı, hem zamânın Savunma Sanâyii Başkanı yaptırım kapsamına alındı. Dolayısıyla bu yaptırımları da etkilemiş oldu S-400 karârı. Şimdi Türkiye’nin bunu operasyonel yapmasının böyle bir arka planı var.
Burada bir ilâve unsur da, ki ilk başta bahsettiğimiz bu son haber de onu gösteriyor, Türkiye “Her halükârda bir formül bulayım da bu F-35 programına geri döneyim” arayışı içerisinde oldu.  Dolayısıyla S-400 meselesini bir şekilde Amerika’yla çözme arayışı içinde. Son birtakım gelişmeler de buna işâret ediyor.

Ruşen Çakır: Sonuçta, Ankara yaptığından bir anlamda pişman gibi. Yani sonuçta beş yıl boyunca bu S-400’ü konuşlandırmaması, faaliyete geçirmemesi…
Ülgen: Ankara ne derece pişman bilmiyorum, ama Türkiye’nin savunma sanâyiinin ilerlemesini, güç kazanmasını, yetenek kazanmasını isteyen bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, ben bu konuda çok eleştirelim.

Ruşen Çakır: Yani şunu söylemek istiyorum: S-400’ü alıyorsun, parasını veriyorsun –üstelik 1,3 milyar dolar verilmiş–; ama kullanmıyorsun. Kullanmama nedeni de esas olarak ihtiyacın olmadığından değil, ihtiyâcın var. Kullanmama nedenin, onu kullanmaya başladığın andan îtibâren birtakım kapıların kapanacağını düşünmen.
Ülgen: Öyle. Ama şimdi kullanırken de sistemi tam randımanlı olarak kullanmanın mümkün olamayacağı anlaşıldı. Biz bunu işin uzmanları olarak en başta da telaffuz ettik aslında. Ama o dönem Türkiye’de öyle bir hava yaratıldı ki, hatırlayacaksın, koca koca ekranlara, elinde sopalı şahsiyetler çıkıp, böyle dâireler çizip, “Dünyanın en üstün sistemi, 600 kilometreden uçan sineği görür, vurur” gibi yorumlarla S-400 pazarlaması yaptılar. Oysa gerçekte, bir hava ve füze savunma sisteminin etkin olabilmesi için, onun, çok katmanlı, birbiriyle ortak çalışabilen bir mîmârî yapı içerisinde olması lâzım. Bu şu demek: Türkiye’nin hava ve savunma sisteminin diğer unsurlarıyla hem konuşabiliyor olması hem de onlarla eşgüdüm içerisinde bir operasyonel yeteneğe sâhip olması gerekiyordu. S-400 hiçbir zaman bu şekilde kullanılamayacak bir malzeme. Çünkü Türkiye’nin bütün altyapısı, özünde NATO ile uyumlu bir altyapı. Kullandığı data linki NATO ile uyumlu bir altyapı. Dolayısıyla bütün bu farklı yeteneklerin birbiriyle konuştuğu, adına data link denen iletişim hattı NATO ile uyumlu. Şimdi siz S-400’ü buna hiçbir zaman entegre edemeyecektiniz zâten. İlk başlarda Türkiye tarafından yapılan açıklamalar, “Merak etmeyin biz onu entegre ederiz, bir ara yüz kurarız” şeklindeydi. Öyle bir şey yok. Nitekim olmadı.

Ruşen Çakır: Evet, onları hatırlıyorum. Biz “Transatlantik”te de bayağı konuştuk bunu; ama tabiî onlar boğuntuya getirildi.
Ülgen: Bunu entegre edemediğiniz zaman ne oluyor? O zaman sistem yalnızca kendi radarına dayalı olarak çalışabiliyor. Öyle olduğu zaman da yarı kör oluyor. Çünkü bu mîmârînin diğer unsurlarından gelen bilgileri oraya aktarma imkânı olmuyor. Türkiye’de füze ne zaman ateşlenmiş, bunu görmüyor. Sâdece, tepesine 4.000 km hızla gelirken onu fark edip müdâhalede bulunmaya çalışıyor. Dolayısıyla zâten yarı kör olarak çalışacaktı, tam randımanlı olarak çalışmayacaktı. Böyle bir handikapı vardı. 

Ruşen Çakır: Başta konuştuğumuz habere tekrar dönelim. Türkiye ne demiş? “Gelin bakın, biz bunları kullanmıyoruz, kullanmayacağız. Bizi tekrar F-35’e alın.” Hattâ bu S-400’leri Hindistan ve Pakistan’a satma ihtimâlinden de bahsediliyor. Ankara’daki Amerikan Büyükelçiliği’nde adı verilmeyen bir yetkili de, bütün detaylarıyla olmasa bile bunu bir şekilde konfirme ediyor. Öyle mi?
Ülgen: Az çok öyle. Çünkü Türkiye artık bu S-400 sorunundan kurtulmak istiyor. Bence doğru bir yaklaşım. Ama nasıl kurtulacağız? Mesele bu. Orada da şunu hatırlatmak lâzım: 2020 yılında Amerikan tarafı, Sinop’taki bu test yapıldıktan sonra, Türkiye’yi bu CAATSA yaptırımlarına dâhil etti ve orada, Amerika’nın her yıl çıkardığı Ulusal Savunma Güvenlik Yetkilendirme Yasası’na buna yönelik bir madde ekledi. O madde uyarınca, S-400 alımından dolayı tetiklenen yaptırımların kaldırılmasını, Türkiye’nin S-400 sisteminin mülkiyetine son vermesi şartına bağladı. Tam İngilizce ifâdesinde Seize possession olarak geçer. Bu hâliyle çok zor bir kriter. Çünkü Türkiye’de hiçbir hükûmet kolay kolay 1,3 milyar dolar verdiği bir malzemeyi çöpe atmak istemez. Bu iş çözülecekse, hem Amerikan tarafının hem de Ankara’nın biraz daha esnek davranması gerekiyor. Amerikan tarafının ne yapması gerekiyor? Kanaatimce, Amerikan tarafının, bu Seize possession yani “sâhipliğinden vazgeçmek” terimini esnetmesi gerekiyor. Türkiye’nin de S-400’ün kullanımını şarta bağlanmasını kabul etmesi gerekiyor. Bu ikisi arasında bir formül oluşacak. Bu formül ne olabilir? Bir kere Cumhuriyet gazetesinde yazan haberin ikinci kısmı doğru değil kanaatimce. Çünkü belki Amerikalılar öyle istiyor olabilir, ama bu sistemin bir üçüncü ülkeye satılması söz konusu değil. Bu tip stratejik silâh sistemlerinin akdinde bir son kullanıcı taahhüdü vardır. Rusya bunu Türkiye’ye Türkiye için satmıştır. Rusya’nın izni olmadan Türkiye’nin bu malzemeyi bir üçüncü ülkeye satması söz konusu değil. Rusya izin verirse satabilir. Ama Rusya niye izin versin? Çünkü Rusya buradan sâdece para kazanmadı, aynı zamanda NATO içerisinde de ciddî bir rahatsızlık yarattı. Rusya’nın yeşil ışık yakacağı bir senaryo olmayacak bu.
Peki, satmadığı zamanki çözüm ne olacak? Amerikan tarafının şunu kabul etmesi gerekecek: Amerika’nın, “mülkiyetine son vermek”ten, operasyonel hâle getirilmeyeceğini garanti altına alması söz konusu olabilir. Buna mukabil, Türkiye de bunu operasyonel hâle getirmeyeceğine dâir bir garantiyi nasıl şarta bağlayacak, bunun diplomatik müzâkeresi yapılacak. Burada da zaman içinde benim önerdiğim formül şu oldu: “Gelin, biz bunu bir NATO beşinci veya dördüncü madde şartına bağlayalım”. Bu şu demek: Biz bu malzemeyi kullanmayacağımıza dâir Amerika ile müzâkere yapacağız. Bunun tek bir istisnâsı olacak: Eğer bir NATO beşinci madde senaryosu çıkarsa, yani Türkiye’nin de dâhil olduğu NATO ülkelerine bir saldırı olur da bizim bunu kullanma ihtiyâcımız ortaya çıkarsa, kullanabilelim. Veya bir bölgesel kriz durumunda NATO dördüncü maddeyi tetiklemiş olursak yine bunu kullanabilelim. Ama sonuç olarak bunun kullanımı son derece olağanüstü, istisnâî şarta bağlansın. Bu şekilde bir diplomatik formül bulalım. Yani “Malzeme Türkiye’de kalsın. Normal şartlarda operasyonel hâle getirilmesin. Türkiye’ye son derece olağanüstü, yani açık bir tehlike olması durumunda, bu malzemeye o anlamda bir ihtiyaç ortaya çıkması durumunda kullanılsın” şeklinde en azından benim bir önerim oldu.

Ruşen Çakır: “Âcil durumda kırılacak.” Peki, tekrar başa, en başa döneceğiz. Türkiye’nin bir hava savunma sistemine ihtiyâcı var. Bu ihtiyâca binâen bir şeyler denendi, olmadı. S-400’ler alındı, ama S-400’ler de kullanılmıyor. Türkiye bir taahhütte bulunacak ki F-35’e girebilsin. Ama bu arada Türkiye’nin hava savunma ihtiyâcı nasıl karşılanacak?
Ülgen: Zâten aradan geçen süre zarfında, Türkiye birtakım yerli yetenekler geliştirdi. Bunlar S-400 kadar ileri yetenekler değil. Ama özellikle alçak ve orta irtifâda müdâhale edebilecek siper programı gibi, Türkiye’nin kendi üreticilerinin, ASELSAN’ın dâhil olduğu konsorsiyumların ürettiği hava ve füze savunma sistemleri var. Şu anda Türkiye’nin eksiği, bir kere bunların hiçbiri bir savaş ortamında denenmemiş sistemler. Dolayısıyla performansı ne ölçüde güvenilir olacak bunu bilmiyoruz. Kâğıt üstünde “Şu kadar kilometreye gider, şu kadar hıza çıkar” gibi birtakım veriler var, ama savaş ortamında denenmemiş sistemleri her halükârda sorgulamak gerekiyor. Zâten Patriot’lar, veya artık bugün siyâseten mümkün değil ama İsrail’in kullandığı Arrow gibi sistemler, savaş ortamında denenmiş sistemler. Dolayısıyla Türkiye biraz olsun bu eksikliğini gidermeye muvaffak oldu. Geçen yayında da bahsettik, bu Çelik Kubbe programı dâhilinde, bu füze ve hava savunma sistemine siyâsî bir vizyon ve destek de verileceği öngörülüyor bundan sonra. Dolayısıyla, o alanda Türkiye yeteneklerini geliştirmeye devam edecek.
Burada hiç bahsetmediğimiz ama belki telaffuz edilmesinde yarar olan bir diğer unsur da şu: Aslında Türkiye, Amerikan Patriot sistemleriyle Rus S-400 tercihi arasına sıkışmış değildi zamânında. Bir üçüncü yol vardı. O da, Avrupa İtalyan-Fransız Konsorsiyumu MBDA’nın ürettiği SAMP-T sistemiydi. İşin ilginç tarafı, Türkiye, S-400 karârından önce, teknoloji transferi yapılamadığı için Patriot’u almak istemedi. Dolayısıyla Avrupa Konsorsiyumu ile konuşmaya başladı. Avrupa Konsorsiyumu ile konuşmalar o kadar ilerlemişti ki, Konsorsiyum, “”Biz yeni jenerasyon üretimi Türkiye ile berâber, Türkiye’nin ihtiyaçlarına göre kurgulayalım” önerisini kabul etti. Çok iyi bir öneriydi bu. Ben onu savunuyorum. Türkiye’nin burada doğru tercihi Patriot değildi, S-400 hiç değildi. SAMP-T Eurosam tercihiydi. Çünkü biz o zaman F-35’te olduğu gibi ortak üretim programın içinde olacaktık. NATO ile uyumlu bir seçeneğe yatırım yapacaktık. Hiç bu tip dertlerle karşılaşmayacak, F-35 programından atılmayacaktık, Amerikan yaptırımlarına tâbi olmayacaktık. Sen de bunu çok daha iyi değerlendirebilirsin, aslında bu ilişkilerin daha sonraki yıllarda gerildiği Fransa’yla, bir savunma sanâyi kulvarı açmak sûretiyle orada bir baskı unsur yaratacaktık.

Ruşen Çakır: Peki, ne oldu da yattı o iş?
Ülgen: Onun cevâbı bende yok. “S-400 lobisi hâkim çıktı” diyelim.

Ruşen Çakır: F-35’lerden dışlanan Türkiye, uzun bir süre yeni F-16’ları almak için uğraştı. Onda da sorun yaşadı. Sorun yeni çözülür gibi oldu. Tabiî burada altın soru şu: Amerikan seçimleri. Şu anda S-400’ler üzerinden pazarlık görüşmeleri varsa, her halükârda bu böyle bugünden yarına bitecek bir iş değil. Seçimleri bekleyeceğiz. Trump ya da Kamala Harris seçeneği durumunda hangisi Türkiye’ye ne gibi sorunlar ya da avantajlar getirir?
Ülgen: Her halükârda bu S-400 meselesinin çözülmesi, Amerikan yaptırımlarının kaldırılması ve belki Türkiye’nin F-35 programına geri dönebilmesinin yolu Kongre’den geçiyor. Çünkü Kongre’nin 2020 yılında çıkarmış olduğu Türkiye’ye yönelik yaptırım yasasının kaldırılması gerekiyor. Bu da ancak bir Kongre karârıyla mümkün olabilecek.  Bunun da yolu, Kongre’nin her yıl çıkardığı Savunma Ulusal Yetkilendirme Yasası’nda yapılacak değişiklik mârifetiyle olabilir. Çünkü bu Amerika’da her yıl yenileniyor, dolayısıyla her yıl buna bir revizyon yapılması söz konusu olabilir. Bu yıl tabiî Amerika’daki seçimler dolayısıyla bu revizyonun yapılabilmesi için, öncelikle iki hükûmet arasında bir anlaşmaya varılması gerekiyor. Dolayısıyla bir diplomatik müzâkere devam edecek ve bu diplomatik müzâkere netîcesinde Ankara ile Washington bir formül üzerinde anlaşacak. Bu formülün genel hatlarını da biraz önce seninle konuştuk. Benim söylediğim terimlerde olmayabilir; ama az çok bu olacak, bunu açıkça ifâde edebilirim. Bunun dışında bir formül yok çünkü. İki hükûmet anlaştıktan sonra Amerikan İdâresi’nin, bu Kongre’ye gidip Kongre’de Demokrat ve Cumhuriyetçi kanatla istişâre edip, Savunma Ulusal Yetkilendirme Yasası’nın revizyonunu Kongre’den talep etmesi gerekiyor. Dolayısıyla o noktada seçim sonuçları önem kazanıyor. Seçimde sâdece Başkan’ın kim olacağı değil, Kongre’deki siyâsî çoğunluğun da kimde olacağı önem kazanıyor.

Ruşen Çakır: Dışişleri Bakanı’nın kim olacağına kadar da gidiyor.
Ülgen: Tabiî, zâten o yönetim içerisinde Türkiye ile ilişkileri, o diplomatik formülün müzâkeresini kolaylaştıracak veya zorlaştıracak kişiler olabilir. Ama bir kere o diplomatik müzâkere tamamlandıktan sonra, mesele Amerika’nın iç siyâsetine taşınıyor ve Yönetim’le Kongre arasındaki ilişkiye göre şekilleniyor. Orada da Türkiye için en kolay yol, Başkan’ın siyâsî partisi ne ise, o partinin Kongre içerisinde de çoğunluğa sâhip olması. En kolay formül bu.

Ruşen Çakır: Ama tabiî öncelikle Başkan’ı, yani yönetimi iknâ etmek gerekiyor. Yönetimin de Türkiye ile yaptığı bu ön anlaşmayı Kongre’ye kabul ettirmesi gerekiyor.
Ülgen: Aynen öyle.

Ruşen Çakır: Peki, sen Sinan Ülgen olarak ne tahmin ediyorsun?  Bu yine bir yılan hikâyesine mi dönecek. Bir yıl sonra yine “S-400'ler ne olacak?” diye yayın yapar mıyız?
Ülgen: Yaparız. Ama bu gündemde kalacak. Çünkü bu bir sorun.
İttifak üyesi iki ülkeden birinin bir diğerine yaptırım uygulamasının bitirilmesi gerekiyor. Bu olağan bir durum değil. Bu Türkiye bakımından da kabul edilebilir bir durum değil. Dolayısıyla, eğer ittifak ilişkisi içerisindeysek, bu ilişkinin normalleşmesi gerekiyor. Onun da yolu S-400’ü çözmekten geçiyor. Ben buradaki diplomatik inisiyatifin, seçimlerden de bağımsız olarak devam edeceğini ve iki tarafın bir uzlaşma arayışı içerisinde olacaklarını düşünüyorum. Hatlarını az çok seninle konuştuk. Bunun özü, Türkiye’nin bu sistemi çok istisnâî şartlar dışında kullanmayacağını beyan etmesi ve bunu garanti etmesinden geçiyor.

Ruşen Çakır: Evet, çok teşekkürler Sinan, çok aydınlatıcı oldu.
Ülgen: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: EDAM Direktörü Sinan Ülgen’le “Ne olacak bu S-400’lerin durumu?” üzerine konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
08.09.2024 Erdoğan genç teğmenlerden rahatsız
06.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (230): CHP iktidara yürüyor mu? Sisi-Erdoğan kavuşması - Teğmenlerin kılıçlı yemini
05.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (4): Pakrat Estukyan Türkiye’de Ermeni olmayı anlatıyor: “Yegâne talebimiz eşit yurttaşlık”
04.09.2024 31 Mart’ta AKP ile seçmeni arasında ne oldu? Feyza Akınerdem ile söyleşi
04.09.2024 Transatlantik: Sisi-Erdoğan kardeşliği, BRICS Türkiye’ye ne katar? Netanyahu neden ateşkes istemiyor?
03.09.2024 “Erdoğan iyi, çevresi kötü” önermesinde son durum
02.09.2024 Kara Harp Okulu’ndaki “Subaylık Yemini” olayı: Hakan Şahin ile söyleşi
01.09.2024 Ayrılar aynı yerde: Kuvvet komutanları, HÜDA PAR, MHP…
31.08.2024 Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın Atatürk’le alıp veremediği ne olabilir?
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
11.02.2016 Hesabên herdu aliyan ên xelet şerê heyî kûrtir dike
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı