Transatlantik: Hamas Türkiye’ye mi geliyor? Rusya-Ukrayna savaşında kritik dönemeç - Trump’ın ekibindeki isimler

20.11.2024 medyascope.tv

20 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Bu hafta da Gönül Tol Washington dışında bir toplantıda olduğu için bizimle olamadı maalesef. Ömer Taşpınar’la yine kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ömer, merhaba.
Ömer Taşpınar: Merhaba Ruşen. Yine bana kaldın.

Ruşen Çakır: Evet, erkek erkeğe konuşuyoruz, olmuyor, izleyici kaybediyoruz. Neyse, sen de biraz şifâyı kapmış gibisin, onun için çok uzatmayalım, kaldığımız yerden devam edelim dedim, çünkü geçen haftaki yayında https://medyascope.tv/2024/11/13/trump-doneminde-amerikanin-dis-politikasi-video/ sâdece Trump’ın yeni ekibini konuşmuştuk. Geçen haftadan bugüne eklenen yeni isimler var. En son Sağlık Bakanı olan bir kadını gördüm. Boks organizasyonu mu ne yapıyormuş?
Ömer Taşpınar: Eğitim Bakanı.

Ruşen Çakır: Pardon, Eğitim Bakanı, Sağlık Bakanı değil. Sağlık Bakanı Kennedy, Sağlık Bakanı’nın yanına da Mehmet Öz’ü monte etmiş diye gördüm. Neler oluyor? Her yeni isimle yeni heyecanlar mı yaşanıyor?
Taşpınar: Trump birinci dönemine oranla çok hızlı başladı. Birinci döneminde bayağı beklemişlerdi ve bu isimlerin çoğu medya karşısına çıkıyordu, Trump onlarla uzun uzun söyleşiler yapıyordu, medya bekliyordu. Halbuki seçimden kısa bir süre sonra, bir sürü isim açıklanmaya başlandı. Geçen hafta konuştuğumuz ilk isimler, özellikle Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ve CIA Başkanı Robert Ratcliffe gibi isimler çok sorunlu isimler değildi. Hattâ birçok gözlemciye göre Marco Rubio, Mike Waltz, Robert Ratcliffe, alanlarında kendilerini iyi kötü kanıtlamış isimlerdi. Dış politika, güvenlik, istihbârat konularında uzman sayılabilecek insanlardı, bu alanda tecrübeleri vardı. Fakat onun arkasından gelen dalga, özellikle Savunma Bakanı Pete Hexsett — ki kendisi Fox TV’de siyâsî yorumcu, asker kökenli, ama düşük seviyede bir asker ve ciddî bir deneyimi yok. Herhangi bir yönetim deneyimi de yok. Kültür savaşlarında son derece kutuplaştırıcı bir isim. Pentagon’da bir sürü generali kovmaktan bahsediyor. Mevcut Genelkurmay Başkanı siyâhî bir isim ve onun bir şekilde aslında bu göreve derisinin rengi nedeniyle geldiğini, hak etmediğini îmâ eden açıklamalarda bulundu. Pentagon’u, bürokrasiyi ciddî bir şekilde sallayacak gibi gözüküyor.

Daha da ilginç bir isim var: Tulsi Gabbard, eski Demokrat Partili, Hawaii’den Temsilciler Meclisi ve Kongre üyesi, ama sonradan bağımsız olmuş ve son iki yıldır da Trump lehine açıklamalar yapan, Türkiye’de kamuoyunun seveceği şeyleri söyleyen, “Ukrayna konusunda bütünüyle Rusya haklı”, “Aslında Amerika Suriye’de Beşar Esad ile oturup konuşmalıydı” diyen, Amerika’nın müesses nizâmının hiç duymadığı derecede sert bir şekilde “Anti-establishment” gözüken, ama aynı zamanda da belirli sorunları olan bir Temsilciler Meclisi üyesi. Komplo teorilerine inanıyor. Amerika’nın Ukrayna’da gizli laboratuvarları olduğunu söylüyor. Bir dinî külte bağlı olduğu söyleniyor. Normal şartlarda hiç kabul edilecek bir isim değil ve Rusya lehine demeçler veren birisi. Trump, bütün istihbârat kurumlarının çatı kuruluşu olan Director of National Intelligence, yani Ulusal İstihbârat Müdürlüğü denen koordinasyon görevini ona verdi, CIA’in de üstünde bir görevi böyle bir isme vermesi çok ciddî bir tepki yarattı.
Arkasından, Sağlık Bakanlığı’na Robert F. Kennedy hemen atandı. Daha doğrusu o da isim olarak belirlendi. O da biliyorsun aşı konusunda komplocu ve sağlık sektörüyle ilgili bir sürü garip görüşü var. Arkasından gelen isimler şu âna kadar gördüğüm kadarıyla hepsi birbirinden farklı derecede sorun yaratacak isimler. Trump, artık liyâkat-sadâkat dengesini de gözetmiyor gibi. Bütünüyle kendisine sâdık olacak ve sistemi kendi istediği gibi yönetebileceği, ayrıca sistemi, bürokrasiyi onun istediği yönde sağlayacak isimler istiyor. Bir sürü insanı işten çıkaracak — ki Trump böyle bir bürokratik yasayla geliyor. Bürokratları işten çıkarma konusunda elini güçlendirmiş bir yasa vardı, Biden onu kaldırttı. Fakat onu tekrar geçirme imkânları çok yüksek. Çünkü hem Kongre’de hem Senato’da çoğunluğa sâhip.
Şu anda Demokratları, Amerika’daki müesses nizâmı ciddî bir endişe aldı. Trump birinci döneminde yapmadığı şeyleri şimdi rövanşist bir şekilde yapacak. Bu arada en önemli ismi unuttum. Adalet Bakanlığı’na Matt Gates diye birini atamak istiyor — ki Matt Gaetz, Kongre’de kimsenin sevmediği, adı bir sürü cinsel tâciz meselesine karışmış garip bir isim. Bu kişinin Adalet Bakanı yapılması şu anlama geliyor: Trump’ın altında iki avukatı var. Bunlar Trump’ın bütün dâvâlardaki avukatları. Onları yardımcıları yapacak. O yardımcılar Adalet Bakanlığı’nı yönetecek anlamına geliyor. Trump, savcıları görevden kovarak ve görevden çıkararak, Adalet Bakanlığı’nda kendisi adına açılmış bütün dâvâları sona erdirecek. Bunların bir kısmının görevi, zâten yeni başkan seçildiği için sona eriyor. Ama kendisiyle uğraşmış savcıların hepsini işten kovacak. Yani Adalet Bakanlığı’nı kendisi kontrol edecek. Dolayısıyla, hep konuştuğumuz “Kurumlar Trump’a dayanabilir mi?” meselesi var ya; Amerika’da kurumlar bir şekilde sağlıklı diyoruz. Bana göre Amerika’yı çok zor bir dört yıl bekliyor.
Trump’ın kontrol edemeyeceği en ciddî kurum medya tabiî ki. Amerika’nın bir şansı, sivil toplum ve medyada hâlâ ciddî bir direnç olması. Demokratlar da şaşkınlık içinde. Bu arada Trump’ın, tahmin ettiğimiz üzere 5 milyon farkla değil, 1,5 milyon farkla halk oyunu kazandığı ortaya çıktı. Kaliforniya’daki oylar sayılınca, aradaki farkın böyle yüzde 3’lük bir fark olmadığı ortaya çıktı. Trump yedi salıncak eyâleti kazandı, evet, ama bunların hepsini, toplasan 300 bin, 400 bin farkla, ülke genelinde de 1,5 milyon farkla kazandı. 300 milyonluk bir ülkede, nüfusun yarısı seçmen diyelim, 1,5 milyon gene önemli bir rakam, ama 5 milyon değil. Ortada böyle açık ara, büyük dalga kazanılmış bir zaferden çok, salıncak eyâletleri yüzde 2-2,5 civârında, ülke genelinde yüzde 1-1,5 civârında kazanmış bir Trump var. Bu da berâberinde, “Tamam, Trump kazandı; ama bu kadar büyük değişiklikleri yapma konusunda yetkisi var mı?” sorusunu getiriyor. Kısa cevap: “Evet, var”. Çünkü Kongre elinde, Senato elinde, başkanlık elinde, bunları yapabilir. Ama bana öyle geliyor ki, bu şekilde giderse, bürokrasiye bu isimler atanırsa, bunların bâzılarının Senato’dan geçme ihtimâli bile sorunlu. Cumhuriyetçiler içinde bile direnç olacak. Meselâ Tulsi Gabbard’a, belki Robert F. Kennedy’ye ve eminim Adalet Bakanı Matt Gates’e, kendi partisindeki Cumhuriyetçi senatörler bile veto koyabilir. Dolayısıyla, bu isimlerin bir kısmı da atanmayabilir. Sorunlu bir döneme giriyoruz. Bakalım Trump’ın bu ikinci dönemine kurumlar dayanabilecek mi?

Ruşen Çakır: Burada bir de, topal ördek Biden’ın, Ukrayna savaşında uzun menzilli füzelerin kullanılma iznini vererek Trump’a attığı bir kazık var. Rusya’nın iddiasına göre, Ukrayna bunları kullanmaya da başlamış. Meselâ şu anda düşen Bloomberg haberine bakıyorum: Ukrayna Rusya’yı İngiliz füzeleriyle de hedef almaya başlamış. Bunu, kritik bir döneme geçilebileceğinin işâreti olarak yorumlayanlar da var. Putin, Trump’ın gelmesine kadar olan süreçte bir şekilde iki ay filan dişini sıkacak ya da hiç onu beklemeden cevap verecek. İlk başta, biliyorsun, “Eğer bunlar isâbetli bir şekilde kullanılırsa, bundan doğrudan NATO’yu sorumlu tutarız” demişti. Bu gerçekten kritik bir şey mi, yoksa çok da önemli değil mi?
Ömer Taşpınar: Başlarken, “Bu Trump’a atılmış büyük bir kazık” diye diye sordun ya; aslında şöyle düşünmek mümkün: Trump açısından, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek hem Putin üzerinde hem de Zelensky üzerinde baskı yapmayı gerektirecek. İkisine de, “Bir şekilde masaya gelin, yoksa…” başlıklı cümleler kuracak. Washington Post’un açıkladığı ama Kremlin’in reddettiği telefon görüşmesinde, Trump Putin’e “Bu savaşı tırmandırma” demiş. Şu anda Zelensky’nin, Amerika’nın uzun menzilli füzelerini kullanmaya başlaması –ki anladığım kadarıyla bunları daha çok Kursk bölgesindeki toprakları tutmak ve masaya güçlü gelmek için kullanıyor– bir bakıma Putin’e karşı Trump’ın elini bile güçlendirebilir. Çünkü Putin’e, “Bak bu füzeler ellerinde, kullanmaya da başladılar. Ben bir an evvel senin masaya gelmeni istiyorum. Eğer gelmezsen bu füzeleri kullanmaya devam edecekler ve sen de zarar göreceksin” diyebilir. Zelensky’e de, “Bu füzeleri şimdi kullanıyorsun. Buna göz yumacağım; ama bil ki bir an evvel masaya gelmen gerek. Gelmezsen bu füzeleri kullandırtmam sana” diyecek. İki taraf üzerinde de baskı kuracak.
Trump’ı şöyle düşünmek lâzım: Kabinedeki bütün isimleri bir köşeye koyalım, Trump ülkeyi kendisi yönetecek ve bir şirketi yönetir gibi yönetmeye çalışacak. Trump’ın stratejisi, “Müzâkere Sanatı” denen kitabı üzerine kurulu. Dünyayı bütünüyle müzâkere ve al-ver ilişkisi olarak görüyor. Dünyadaki savaşları ve sorunları da bitirme stratejisi, masaya bir iş adamı gibi oturma ve bir şekilde müzâkere etme üzerine kurulu. Ben bu mantığa, ekonomi politikasını da ekliyorum. Meselâ Çin mallarına yüzde 60 gümrük vergisi uygulayacağını söylemesi. Yüzde 60 gümrük vergisi şöyle görülebilir: “Bütün dünya ticâreti alt üst olacak”. Veya uzun sürecek bir müzâkerede ilk açılış hamlesi, yani bir bakıma pazarlığın ilk hamlesi olarak görülebilir. Çin’e, “Biz yüzde 60 ile başlıyoruz. Sen şunları şunları yaparsan bunu yüzde 20’ye indirebiliriz” diyecek. İran konusunda da aynı şeyleri yapabilir. İran’a, “Bak ben bütün petrolünü satmana karşı, sana ciddî finansal yaptırımlar getireceğim ve bunlar masada. Ama eğer bunları getirmememi istiyorsan, şu nükleer konusunda bana şunları şunları vaat edeceksin” diyecek. İsrail de dâhil olmak üzere, bu tür bir başlangıçla masaya oturmaya çalışacak. Ukrayna’da da bunu yapıyor. Ukrayna da şu anda bence ona hazırlanıyor. Biden, tahmin edilen bir hamle yaptı. Kendisinin son döneminde Ukrayna’ya böyle bir izin vereceği tahmin ediliyordu. Çünkü artık bu riski göze almak istiyor. Bir de Rusya’nın inandırıcılığı azaldı. Çünkü Rusya, bu savaş başladığından beri nükleer doktrininden bahsediyor: “Eğer bana saldırırsanız, unutmayın ki ben de nükleer bir gücüm ve bir nükleer doktrinim var” diyordu. O nükleer doktrini bu yaz değiştirdi, Putin de geçen hafta, 19 Kasım’da onayladı. Bu nükleer doktrini korkutmaya yönelik, tehdit ve caydırıcı unsurlar içeren bir nükleer doktrindi.
Rusya’nın nükleer doktrininde şöyle bir değişiklik oldu: Kendisine saldıran ülkeye, eğer bir nükleer güç destek veriyorsa, o kendisine saldıran ülkenin nükleer gücü olmasa bile, bunu bir nükleer saldırı olarak görebilir. Eğer kendi toprakları üzerinde hayâtî bir tehdit varsa, buna cevap verme hakkı doğuyor. Yani bir bakıma Amerika’ya, “Eğer böyle uzun menzilli füzelerle bizi vurmaya devam ederseniz, biz de nükleer silâh kullanabiliriz” mesajını veriyor. Buradaki nükleer silâh, kıtalararası balistik füzeler değil, kısa menzilli, “tactical nuclear weapons” dediğimiz, sinyal vermek, tehdit etmek üzerine kurulu, bir taktiksel silâh. Mesela boş bir alana veya denize atılacak ve “Bunu tırmandırabiliriz” mesajı verecek bir nükleer silâh anlamına geliyor. Bunun tabiî ki büyük bir etkisi olur ve dünyayı sarsar. Çünkü Hiroşima’dan bu yana ilk kez bir nükleer silâh kullanılmış olur. Ama bu, yüz binlerce kişinin öleceği bir savaştan çok, dediğim gibi sinyal vermek, tehdidi artırmak, caydırıcılığı yükseltmek adına yapılır. Tansiyonu düşürmek için önce tansiyonu artırma politikası dediğimiz bir politika olabilir. Rusya bu tehdîdi hep kullandı, hep söyledi, fakat tabiî ki buna başvurmadı. Çünkü buna başvurduğu anda, bunun çok büyük sonuçları olur. Rusya nükleer silâha başvurursa, bu ne kadar kısa menzilli, ne kadar dar alanda ve taktiksel olursa olsun fark etmez, Rusya’ya hem Çin’den hem Hindistan’dan hem de tabiî ki dünya kamuoyundan ve Amerika’dan çok ciddî bir tepki gelir. O nedenle Biden, Rusya’nın bunu kullanacağına inanmıyor. Daha dün de anti-personel kara mayınlarına izin verdi. O kara mayınlarının da kullanılmasına izin vermiyordu. Şu anda Amerika, Ukrayna’ya karşı biraz daha bonkör davranmaya başladı, Ukrayna’nın masaya güçlü gelmesini sağlıyor. Tekrar edeyim, bu da Trump’a atılmış bir kazıktan çok, aslında Trump’ın işine yarayabilecek bir gelişme.

Ruşen Çakır: Ömer, son olarak şu Hamas meselesini konuşalım, diğer gelişmeler nedeniyle biraz gölgede kaldı bu. İlginç bir olay var. Hamas’ın Katar’daki ömrü sona eriyor olabilir. Katar ile Hamas arasında bir şeyler oluyor, biliyorsun. Son günlerde sürekli haberler çıkıyor ve sürekli birileri yalanlıyor. Katar arabuluculuktan vazgeçtiğini söyledi biliyorsun. Sonra Hamas’ı yollayacağı söylendi. Sonra reddedildi, tekrar söylendi. Bu arada, Hamas’ın Katar’dan Türkiye’ye gelme ihtimâlinden bahsediliyor. Dışişleri Bakanlığı geçenlerde bunu yalanladı, ama hâlâ gündemde. Geçenlerde de Amerikan Dışişleri’nden Türkiye’ye yönelik yapılan bir açıklama var biliyorsun: “Hamas konusunda artık eskisi gibi davranılamaz” diyor. Böyle bir esrarengiz olay var. Sonuçta, Katar’ın Hamas’ı artık bırakmak istemesini anlarım. Ama Hamas nereye gidecek? Hiçbir ülke kabul etmez. Belki İran olabilir, bilemiyorum. Tabiî ilk akla gelen, herhalde Hamas’ın da tercih edeceği, Türkiye olacaktır. En kötü ihtimalle İran’a gidecektir. Ama İran’a gittiği anda etkisi de olmayacaktır.
Taşpınar: İran’a gittiği anda etkisi olmayacağı gibi, İsrail’in Hamas liderlerini vurma politikası var. Biliyorsun, İsrail İsmail Haniye’yi Tahran’da vurdu. Ama İsrail’in, Hamas liderlerine Türkiye’de saldırı düzenleyeceğini düşünebiliyor musun? O nedenle bir NATO ülkesinde Türkiye’nin cevap verme durumu doğar. Türkiye ile zâten bir tansiyon var. Her ne kadar şu anda İsrail ve Türkiye arasında böyle bir soğuk savaş olsa da, bildiğim kadarıyla, Azerbaycan petrolü hâlâ Türkiye üzerinden İsrail’e gidiyor. İsrail basınında çıkan bir habere göre, MİT Başkanı İbrahim Kalın ile İsrail’in “Şin Bet” dediğimiz, yurt içi güvenlik teşkîlâtının başındaki kişi Ankara’da görüşmüşler. Her ne kadar işler iyi gitmiyorsa da, Türkiye ile İsrail arasında bir diyalog var. Aslında Hamas açısından, Türkiye’ye gelmek ve Türkiye’nin bir şekilde arabuluculuk yapmaya çalışması, Mısır’ın arabuluculuk yapmasından daha etkili olabilir diye düşünüyordur Hamas. Çünkü Mısır Hamas’tan nefret ediyor, Hamas’ı Müslüman Kardeşler’in Filistin kolu olarak görüyor. Müslüman Kardeşler de Mısır’ın gözünde bir terör örgütü. Hamas açısından, seçimin Türkiye olduğu konusunda benim bir şüphem yok. Fakat Türkiye buna yanaşacak mı?  Tam da Trump dönemi başlarken, Erdoğan tam da Trump’la iyi bir başlangıç yapmak isterken, “Biz Hamas’ı kucaklıyoruz” diyemez. Bence Erdoğan, şu aralar Trump’la kuracağı ilişkiye dikkat ederek, Hamas’ı “özgürlük savaşçıları” olarak bile tanımlamak istemeyebilir.
Bu arada, Hamas’ın Türkiye’den sâdece belirli bir oranda çıktığı da doğru. Hamaslı yetkililerin bir kısmının Türkiye’de yaşadığı, orta seviyedeki Hamas liderlerinin sürekli Türkiye’ye geldiği, hattâ lider konumundakilerin de Türkiye’ye geldikleri biliniyor. Türkiye’nin söylediği bir şey, yeni bir durum yok diyor. Ama yeni durum şu: Katar Hamas’ı artık istemiyor gibi. Hamas’ın son kullanma târihi geçti gibi. İsmail Haniye öldürüldükten sonra, bu rehînelerin serbest bırakılması veya ateşkes için yeni bir müzâkere platformu oluşturmak, hele Trump geldikten sonra mümkün gözükmüyor. Ortada diplomasinin, arabuluculuğun başarılı olamayacağı, Türkiye’nin de bu nedenle hayallere kapılmaması gereken bir durum var. Artık bu mesele, maalesef Trump’ı bekleyecek gibi gözüküyor.
Bana göre Filistin meselesinde çözüm, demin bahsettiğim Trump’ın müzâkere stratejisine bağlı olarak gelişecek. Ben şöyle bir senaryo öngörüyorum; Trump, muhtemelen umûdunu en çok Suudî Arabistan’a bağlayacak. Suudî Arabistan üzerinden bir strateji izleyecek ve İsrail’e, Netanyahu’ya, “Sana, iki ay veriyorum” diyecek. Zâten öyle demiş durumda. “Ben gelinceye kadar bitir bu meseleyi” dedi. Ama bitiremeyeceği mâlûm. “Bitirmek” ne demek onu da bilmiyoruz. Lübnan’ın altını üstüne getiriyorlar. Zâten Gazze diye bir yer kalmadı. Ortada 45 bin ölü var. Binlerce ölü de Lübnan’da çıkıyor. “Bunu bitirmek” ne demek bilmiyorum. Ama bu iki devletli bir diplomatik ufuk çerçevesinde hem İsrail hem Filistin devletinin yan yana yaşadığı, yerleşkeler meselesinde bir çözüm bulunduğu bir diplomasiyle gidecek. Bu diplomasiyi en çok isteyen ülke şu anda Suudî Arabistan. Suudî Arabistan, İsrail ile normalizasyon için bunu ön şart olarak belirledi. Trump bunu Netanyahu’ya bir koz olarak kullanacak. “Bu işi bitir. Bir an evvel de Oslo Barış Süreci gibi bir barış süreci başlatalım.” Biliyorsun, 90’larda bir barış süreci vardı. “En azından kozmetik olarak iki devletli çözüme doğru bir gidişat başlasın. Bu arada sen Suudî Arabistan ile masaya otur, normalizasyonunu yap. Biz de Suudîlere satabildiğimiz kadar silâh satalım. ‘Kazan kazan’ olsun bu” diyecek ve böyle bir senaryo başlatacak. Benim tahminim de bunu “Oslo Barış Süreci” gibi Norveç üzerinden değil, belki de “Budapeşte Barış Süreci’’ diyecek. Viktor Orbán’a gidip “Bunları sen yönet” diyebilir. Yani Erdoğan’a gelmek yerine Budapeşte’ye “Sen arabuluculuk yap” diyebilir. Çünkü İsrail Erdoğan’ı kabul etmez. Budapeşte Barış Süreci içinde, Netanyahu’nun çok isteyeceği, Trump’ın da sevgili diktatörlerinden Orbán’a böyle bir platform açılabilir. Bu yöntemle, belki de iki devletli bir çözüme kozmetik olarak gidilebilir önümüzdeki aylarda. Trump geldikten sonra, ilk altı ay bunları konuşabiliriz.
Ömer, çok teşekkürler. Sana tekrar geçmiş olsun. Gönül’e de buradan selâm yollayalım. Bu hafta noktayı böyle koyalım. Evet, “Transatlantik”i Ömer Taşpınar’la yaptık. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı