Mümtaz’er Türköne: “Yaşadığımız kriz, ben gitmem krizi”

01.07.2025 medyascope.tv

1 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Mümtaz’er Türköne ile birlikteyiz. Mümtaz’er, Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının tutuklanışının 100. günü. Türkiye çok sert günler geçirdi. Dün Erdoğan yaptığı konuşmada, biliyorsun, ekonomide yaşanan sorunları "üç ayda yaşadığımız şoklar" diye tarif etti. Onun etkisi olduğunu o da kabul etti. Sen bu 100 günü Türkiye siyaseti, siyasi tarihi içerisinde — çünkü siyasi tarihe de çok vakıf olduğunu biliyorum, Türk Cumhuriyet tarihine özellikle — nasıl bir yere oturtursun? Yani bu, çok şeyleri değiştirdi mi? Değiştirmeye mi yöneldi iktidar muhalefet ilişkisini, toplum devlet ilişkisini?
Mümtaz’er Türköne: Evet, 100 gün aslında bir siyasi kriz dönemi. Türkiye bir siyasi krizin içine girdi ve hala o krizin içinde yoluna devam ediyor. Bunu, bu siyasi krizi bir demokrasi krizi olarak da tanımlamak mümkün. Kısaca duygusal yükler çok fazla bastırıyor. Bazen o duygusal anaforların arasında gerçeği kaybetme riski de artıyor. O yüzden elimden geldiği kadar basitleştirerek anlatmaya çalışayım. Şimdi iktidar, yani bunu Tayyip Erdoğan kendisi ifade etti, "Emri hak vaki olana kadar buradayım" dedi. Bu, "Ben gitmem" anlamına geliyor. Yaşadığımız kriz de bu "ben gitmem" krizi. Bunu sen Ahmet Şık'la konuşurken Ahmet Şık'ın söylediği söz, "seçimle iktidar değişikliği dönemi artık sona erdi" şeklinde yorumlayanlar da var. Senin benim gibi böyle olmadığını düşünenler de var. "Ben gitmem" krizinin yol açtığı, "ben gitmem" ısrarının yol açtığı bir demokrasi krizi. Neresinden bakarsanız bakın, yani muhalefet cephesinden de bakabilirsiniz, iktidar cephesinden de bakabilirsiniz; iktidar kaybetmek üzere olduğu iktidarı, gücü asasına sımsıkı yapışarak elinde tutmaya çalışıyor. Son zamanların gündemlerinin, Cumhuriyet Halk Partisi'nin başına gelenlerin, cezaevine sokulanların falan filan hepsinin sebebi bu. Burada şunun altını kuvvetle çizmek lazım: Bu gündemin faal öznesi Cumhuriyet Halk Partisi değil, bu gündemin faal öznesi iktidar. Yani krizi çıkartan da o, krizi sürdüren de o, krizi derinleştiren de o. Bu krizden elde etmeyi düşündüğü neticeyi elde edene kadar neler yapabilir? Nereye kadar bu işi götürebilir? Nerede pes edebilir? Aslında bunu tartışıyoruz. Şimdi çok farklı açılardan gerçekten bakmak mümkün. Mesela dün bu mutlak butlan davasında karar alınmaması bir tereddüdün, bir endişenin ifadesi iktidar açısından belli. Bunu şöyle temellendirmek, ispatlamak mümkün: Kemal Kılıçdaroğlu'nun ortaya çıkıp da genel başkanlık koltuğuna oturacağını söylemesi bazı güvenceleri almasıyla mümkün ancak ve bu güvenceleri almasına rağmen mahkemeden beklenen karar çıkmadığına göre yüksek tepelerde endişeler var, tereddütler var. Yani bir ileri iki geri gibi yalpalamalar var. Bunları fark etmek gerekiyor. Şimdi şöyle bir yerden bakalım, işte yine bu iyimserlik, kötümserlik ekseninde nerede hata yapıyoruz veya nerede neyi kaçırıyoruz onu fark etmek için. Şimdi ‘‘emri hak vaki olursa’’ miladı, bu bir takvimdir aynı zamanda. Allah uzun ömürler versin Cumhurbaşkanına. Kendi lafı olduğu için bunun üzerine inşa ediyorum. Emri hak vaki olduğu zaman geride ne kalacak? Bu "Geride ne kalacak?" sorusu AK Partililer için çok önemli. Muhtemelen AK Parti diye bir şey kalmayacak. Şimdi böyle olunca AK Parti'nin bütün o "demir leblebi" politikacıları, önde gelen politikacıları, sözcüleri bu kavganın mümkün olduğu kadar dışında kalmaya çalışıyor. Çünkü onların kendilerine göre bir hesabı, doğal olarak endişesi ortaya çıkıyor. Mesela burada iktidar kanadının avantajı, gücü, gerçekleştirdiği operasyonlardan beklediği neticeleri alıp almadığı sorusunun cevabını buraya bakarak verebilirsiniz. Ortada AK Parti yok. Parti teşkilatı yok. Parti grubu yok, Meclis’in parti grubu yok. Birkaç hakim, birkaç savcı ile dönen bir demokrasi krizi var. Bugüne kadar Türkiye'de hakim parti modeli son çeyrek asırda 23 yılda hakimdi. Bu hakim parti modeli serbest seçimlerin olduğu fakat bir partinin sürekli seçim kazandığı durumu ifade eder. Hakim parti modelinden hegemonik parti modeli diye bir model var, ona geçiş yapıyor Türkiye aklı sıra. Hegemonik parti de seçimlerin göstermelik hale geldiği, partilerin var olduğu, muhalif politikacıların belirli sınırlar içinde muhalefet yapabildiği ama seçimlerin göstermelik olduğu otoriter bir yönetime geçişi ifade ediyor. Şimdi tabloyu şöyle özetleyelim: İktidar kanadı elindeki asayı kaybetme riskiyle karşı karşıya ve son hamlesini yapıyor buna sahip çıkmak için, saldırıyor. Ve saldırırken çok kayıp veriyor. Aşırı derecede kayıp veriyor. Muhalefet evet, sıkıntı çekiyor. Özgürlüğünden oluyor muhalefetin önemli isimleri. Baskı altında iş yapmaya çalışıyorlar. Endişeliler. Bu son derece anlaşılabilir bir durum. Fakat iktidar kanadının daha fazla korktuğu anlaşılıyor. Ben durumun iktidarın yarattığı bu krizle, yani "ben gitmem" kriziyle ekonomik kriz arasında kurulacak korelasyonla çok net bir şekilde anlaşılacağını düşünüyorum. Şimdi böyle bir korelasyon var mı? Böyle bir ilişki var mı? "Ben gitmem" dediği için mi ekonomik kriz derinleşiyor? Bu sorunun cevabına "Hayır, hiç alakası yok" diyebilecek tek bir kişi bile çıkmaz. Devlet iktidarının, devletin egemenlik yetkilerini kullanmanın kendine göre kuralları var. Siz yargıyı iktidarınızı kalıcı hale getirmek için seferber edebilirsiniz. Bu tür imkanlarınız, kapasiteniz varsa kullanırsınız. Fakat bunu kullandığınız zaman ekonomiyi de çökertirsiniz. Dikkat edersen Mehmet Şimşek ekonomiyi yönetiyor ve öyle anlaşılıyor ki iktidarın saray kanadıyla Mehmet Şimşek arasında bir anlaşma var, bir uzlaşma var. Saray hiçbir şekilde ekonomik süreçlere müdahale etmiyor. Mehmet Şimşek'e emanet edilmiş. Bunun gayet makul de bir açıklaması var. Mehmet Şimşek belirli prensipleri, bir kemer sıkma politikasını uygulayan, daha çok da İngiliz finans kapitalinin temsilcisi sıfatıyla, IMF gibi görünmemekle beraber aslında uluslararası sermayenin temsilcisi sıfatıyla ekonomiye vaziyet ediyor. Bu ne demektir? Bir iktidarın gücünü gerçekleştirdiği, gücünü kullandığı alanın %80'i neredeyse ekonomiden oluşur. Ekonomi yok iktidarın elinde yani bir iktidar aracı olarak ve ekonomik krizi, Mehmet Şimşek'in yapıp ettiklerine rağmen buradaki "ben gitmem" krizi daha da derinleştiriyor, içinden çıkılmaz hale getiriyor. Dün mahkeme ertelenince birdenbire ekonomi rahatladı. Borsa yükseldi. Dövizde bir miktar düşüş oldu. Ekonominin bu işe, bu siyasi krize ne kadar bağlı olduğu, sebep sonuç ilişkisi açısından ne kadar belirleyici olduğu bir kere daha görüldü. 19 Mart'ta zaten 60 milyar dolarlık bir kayıptan bahsediliyor. Milleti aç, sefil, yoksul bırakırsanız yönetemezsiniz. Buradaki açmaz, paradoks, iktidar kanadı açısından korkutucu olan, endişe verici olan paradoks; milleti aç, sefil, yoksul bırakarak, daha da yoksullaştırarak ve bu "ben gitmem" tezinde ısrar ederek yönetmesi mümkün mü? Ben bunun imkansız olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Mümtaz’er, istersen biraz CHP'den bahsedelim. Çünkü şöyle bir husus var; 19 Mart'ta CHP bu direnci göstermeseydi şimdi biz bu yayını da yapmıyorduk. Yani 100. gününde Ekrem İmamoğlu büyük ölçüde unutulmuştu. Çok fazla sahip çıkanı da olmayacaktı ya da arada sırada konuşulacaktı. İktidarın bir Ekrem İmamoğlu derdi de olmayacaktı. Büyük ölçüde bitmiş olacaktı. Ama gördük ki CHP bu konuda çok ciddi bir direnç gösterdi ve bu direncin de meyvesini alıyor ve hala kamuoyu araştırmalarında birinci parti görülüyor filan. Bu anlamda da baktığımız zaman kurultay operasyonu diyelim, mahkeme de CHP'yi eski çizgisine çekmek için yapılmış bir hamle. Biliyorsun Erdoğan, Özgür Özel'i sürekli olarak Ekrem İmamoğlu'nu terk etmeye, yani eski CHP'ye çağırdı. Özgür Özel yanaşmıyor. O yanaşmayınca şimdi bu dava çıktı. Geçen Kriter'de bir yazı yayınlandı. Sen de okudun diye biliyorum.
Mümtaz’er Türköne: Evet.

Ruşen Çakır: İkimizin de tanıdığı Profesör Zakir Avşar’ın bir yazısı… Ki son kurultayda AK Parti'nin MKYK'sına girdi Zakir Avşar. O yazının SETA'da, SETA'nın dergisinde yayınlanması da başlı başına önemli. Çünkü SETA siyasi iktidarın en önemli, belki de tek düşünce üretim merkezi. Şimdi o yazıda şöyle bir şey var; CHP'nin meşruluktan çıktığını söylüyor, gayrimeşru olduğunu söylüyor. Yani meşruluktan çıkan bir CHP. Orada kastettiği meşruiyet aslında Erdoğan'ın çizdiği alan, öyle değil mi? Yani onun söylediği, "Bizim çizdiğimiz ya da devletin sana çizdiği alan dışına çıktığın an düşman olursun, beka sorunu olursun." Burada tabii ki devletin bekası diye sunulan şey aslında iktidarın bekası.
Mümtaz’er Türköne: Yazı önemli bir yazıydı. Çünkü saray mutfağında ne tür bir PR çalışması organize edildiğini gösteriyordu. Bir rapor havası vardı yazıda ve aslına bakarsan bu senin üzerinde durduğun meşruiyet meselesini tersine çevirerek okumak da mümkün. Yani kim meşruiyetini kaybediyor? Aslına bakarsan süreç tek başına iktidarın meşruiyetini kaybettiğini, muhalefeti tasfiye etmek için, demokrasiyi askıya almak için yargı erkini kullandığını gösteriyor. Şimdi siz oturup, ‘‘bu meşruiyet kaybıdır, meşruiyet kaybı da halkta hemen karşılığını bulur,’’ bunu muhalefete hamlettiğiniz zaman durumu açıklamış olmuyorsunuz, sadece kendi probleminizi yansıtmış oluyorsunuz. O yüzden ben bu meşruiyet meselesini başından beri çok önemsiyorum çünkü denklem onun üzerinde ilerliyor. Şöyle bir açıklama yapmamız lazım: Cumhuriyet Halk Partisi ile ilgili aktüel gündemler, krizler, mahkemeler, tutuklamalar; bütün bunların hepsinin altında "ben gitmem" talebi yattığı için, "ben gitmem" talebinden de demokrasinin askıya alınması mecburiyeti doğduğu için ve bu mecburiyetin muhatabı olarak da ortalıkta ana muhalefet partisi olarak iktidarın yegane rakibi gibi görünen Cumhuriyet Halk Partisi ve Ekrem İmamoğlu olduğu için mesele bu kadar dallanıp budaklanıyor ve sürekli yeni krizlerle kendini üretmeye devam ediyor. Bu senin kullandığın Özgür Özel ile ilgili, muhalefetin mucizevi çıkışlarıyla ilgili tespitlerin çok doğru. Bunun da bir mekanizması var. Yani politikacı odaklandığı zaman, yoğunlaştığı zaman bulur mutlaka. Sabahtan akşama kadar politikayla yatıp kalkıyorlar. Özgür Özel de zeki bir adam, enerjik bir adam. Burada Cumhuriyet Halk Partisi'nin yakaladığı şey çok önemli. Yani görünenin dışında bir şeyi söyleyeceğim. Mahkemelerin verdiği karar… Aslında hakimler halk adına karar verir, millet adına karar verir ve bütün mahkeme kararlarında da "Türk milleti adına" diye yazar. Şimdi bu siyasi davalarda karar merci mahkemeler değildir, karar merci halktır. Halk doğrudan doğruya bu işe müdahale ediyor. Bunun göstergesi hep tekrarlanan, 2019'da Ekrem İmamoğlu'nun girdiği ikinci seçim, 800.000'lik fark durduk yerde çıkmadı. Bir itirazdı o. Yani mahkemenin, Yüksek Seçim Kurulu'nun verdiği karara bir itirazdı. Onun yerine halk kendisi karar vermiş oldu. Şimdi aynı şey devreye giriyor. Halk mahkemesi karar veriyor ve bunu Özgür Özel gayet iyi okudu, Cumhuriyet Halk Partisi'nin önde gelenleri gayet iyi okudu. Hemen dikkatimi çeken bir ayrıntıyı söyleyeyim: Bu Leman dergisi skandalında, olayında Özgür Özel'in gösterdiği farklı tavır hakikaten duruma ne kadar derinlemesine vakıf olduğunun bir göstergesi olarak alınmalı. Dini konulardaki tartışmalar hep siyasi popülizmin aracı olarak kullanılıyor. Yani orada gerçekte gösterilen şey bir dini hassasiyet değil. Yargı hemen harekete geçiyor, polis hemen harekete geçiyor. İktidar güç gösterisinde bulunuyor. Yani ben Leman dergisinin yaptığı şeye de baktım, bir kasıt yok. Bir yanlışlık var, bir hata var; ama doğrudan doğruya hakaret kastı, saygısızlık kastı diye bir kasıt yok. Farklı bir dünyada yaşadıkları belli. Yani İslamiyet'te resmin neden yasak olduğuna, peygamber suretinin neden çizilemeyeceğine kadar çok derin tartışmaları var bunun arka planında. Fakat herkesten farklı olarak Özgür Özel bir şey yakaladı orada. Yani o dinin siyasi popülizm aracı olarak istismar edilmesine karşı bir şeyler söyledi, gördün mü baktın mı bilmiyorum ama takdire şayan bir şey.

Ruşen Çakır: Evet gördüm, çok çok önemli. Hatta bugün bu konuda bir yayın yapmayı düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş'ın açıklamalarından çok farklı bir tutum sergiledi ve açık açık "Ben bu lince dahil olmam" dedi. Bunu bir linç olarak gördü.
Mümtaz'er Türköne: Yani bana göre dini değerlere saygıyı da içeren bir toplum düzeni adına, devlet düzeni adına, hukuk düzeni adına doğru tavır Özgür Özel'in tavrıydı. Ekrem İmamoğlu'nun da Mansur Yavaş'ın da tavrı genel akıma, genel eğilime, genellikle de mevzunun detayları hakkında herhangi bir fikre sahip olmayanların verdiği hükmün peşine takılmaktı. Popülizm denilen de budur zaten. Yani halktaki genel eğilimin peşinden sürüklenip gitmektir. Özgür Özel farklı bir kulvar açtı. Cesur bir çıkış bu. Öncelikle yanlış anlamalara müsait, iktidar kanadı tarafından da istismar edilmeye müsait bir çıkış olduğu için cesur bir çıkış. Ama ben bu halk mahkemesi işini çok önemsiyorum, halkın duruma el koyması meselesini önemsiyorum. Bu, o mahkemede görülecek davalardan biri. Ve senin mitinglerle 19 Mart'tan itibaren Saraçhane'de başlayıp bugüne kadar gelen CHP'deki hareketlilik, enerji, bununla ilgili söylediklerin de aslında halkın devreye girmesiyle alakalı. Bunun göstergeleri çok fazla. Kamu araştırmaları zaten tek başına gösteriyor. Bunu sen de benim kadar en az bilirsin. Mitinglere gidiyorsun, halkın tepkisini ölçüyorsun, politikacıların neler konuştuğunu dinliyorsun. Bizde şöyle bir usul vardır Türk siyasetinde; politikacılar özellikle sokağa çıkıp birkaç kişiyle konuşarak durumu hemen kavrarlar. Mesela iktidarın gidici olup olmadığını anlarlar halkla konuşarak. Miting meydanlarındaki kalabalığın heyecanına, miktarına bakarak işte taşıma bir sistemle mi geldiler, bunların hepsini gözden geçirerek mutlaka bir sonuç çıkartırlar. Ben politikacıların da Cumhuriyet Halk Partisi'nin bu halk desteğiyle geliştirdiği inisiyatifi doğru okuduklarını sanıyorum. Yani özetle şunu söyleyeyim, bunu ısrarla söylüyorum; genellikle psikolojinin hakim olduğu, yani psikolojik duygu durumlarının hakim olduğu analizler yapılıyor, bakış açıları egemen oluyor gündeme. Karamsarlık, iyimserlik, Pollyannacılık, kötümserlik falan gibi. Fakat bunların hepsinin ötesinde siyasetin kendi gerçeklerini dikkate alarak bakarsak iktidar kanadı çok daha zor durumda. Korku asıl orada var. Biraz önce söylediğim şeyi lütfen önemse. Yani, emri hak vaki olduktan sonra bugünün AK Partili güç sahipleri ne yapacaklar? Bu ne yapacakları sorusuna dayalı olarak bugün nasıl tavır alıyorlar?

Ruşen Çakır: O almıyor tavır.
Mümtaz'er Türköne: Evet almıyor.

Ruşen Çakır: Zaten ben de bu konuyu değişik vesilelerle dile getirdim, sen de yapıyorsun biliyorum. Mesela bir zamanlar AK Parti'de, yani tek adam zamanı olmayan zamanlar ama tek adamın ilk yıllarında da birtakım kampanyalar birlikte yürütülürdü. Mesela Ergenekon-Balyoz dönemlerinde de, yani herkes bir pozisyon alırdı. Böyle çok az çatlak ses çıkardı, onlar da hemen tasfiye olurdu ve hep birlikte hareket edilirdi. Şu anda bu bütün iktidarın sadece Erdoğan'ın elinde toplanmasıyla açıklanabilir mi, emin değilim. Yani normal şartlarda, evet, sosyal medya var, şu var, bu var. Bugün isteyen bakan, milletvekili, AK Parti yöneticisi istediği yerde konuşup kendi sözlerini yayınlatabiliyor da, böyle de bir imkanları var. Ama bu olaya çok giren görmedim ben. 19 Mart operasyonunun taşıyıcısı olarak Erdoğan ve senin de söylediğin gibi birkaç savcı ve yargıç dışında, bir de troller dışında, bir iki tane gazeteci, iddialı kişi dışında kimse yok. Bir garip yani. İnsanlar ya bu olaya inanmıyorlar ya da inansalar bile buradan sonuç alınabileceğini, partileriyle yine sonuç alınabileceğini düşünmüyorlar herhalde. Yani geleceklerini daha fazla düşünüyorlar bugünden ziyade sanki, öyle geliyor bana.
Mümtaz'er Türköne: Zurnanın tam zırt dediği yer burası. Yani konuştuğumuz mevzu asıl bamteli işin. Edgar'la konuşmanızı dinledim, çok isabetli analizler yaptı Edgar, karşılaştırmalar yaptı. Şimdi demokrasiden, seçimli demokrasiden otoriter bir rejime, otoriter rejimden dikta rejimine geçişin belli kuralları vardır, belli teknikleri vardır. İşte mesela Putinizmden bahsediliyor. Mutlaka bir oligarşi oluşturmak zorundasınız. Yani tek kişi yönetse bile arkanızda bir oligarşinin desteği olması lazım. Sizi iktidarda tutacak, yalpaladığınız zaman size destek olacak, sizin rakiplerinizi ortadan kaldıracak ve topluma yayılıp toplumu kontrol altına alacak bir oligarşiye ihtiyacınız var. Erdoğan'ın etrafında böyle bir oligarşi yok, oluşmadı. Yani basit bir ‘‘çelik çekirdek’’ derler, ‘‘iktidarın çelik çekirdeği’’ derler. Oturur bunlar kafa kafaya verirler. Bir kriz çıktığı zaman, bir problem doğduğu zaman aralarında iş bölümü yaparlar ve birlikte meseleyi çözerler. Çok basit bir gösterge; Fatih Altaylı tutuklandı, Adalet Bakanı "Cumhurbaşkanına diktatör demek suçtur" dedi. Dosyanın genel ifadelerinden bile haberi yok Adalet Bakanı'nın. Öbür taraftan İletişim Başkanlığı bir açıklama yaptı. Tehdit suçundan Fatih Altaylı'nın tutuklandığını söyledi ve hakikaten de işte söylediği sözlerle tehdit ettiği iddiasında bulundu. Bir de yargılama yapıyor kendine göre. Yani o İletişim Başkanlığı'nın metni bir mahkeme kararı gibi. Oturup tek tek olayları sıralıyor — mahkeme kararlarında öyle olur, ondan sonra suçları sayar, cezayı kesinleştirir — kesinleşmiş bir ceza gibi Fatih Altaylı hakkında. Oligarşi böyle çalışmaz, çelik çekirdek böyle çalışmaz bu kadar basit bir olayda. Bu çok önemli bir olay. Türkiye'nin en popüler gazetecilerinden birini siz tutukluyorsunuz ve bunun hukuka uygun bir tutuklama olduğunu, işte Zakir Avşar'ın o meşruiyet problemini öne sürmesi gibi, meşru olduğunu ispatlamak zorundasınız. Böyle bir mecburiyetiniz var. Fakat Adalet Bakanı ile İletişim Başkanlığı arasında bile bir uyum yok. Birbirlerinden haberleri yok. Bir de olaydan haberleri yok. Olayın kendisinden haberleri yok. Yani böyle bir soruşturma niye açılmış, tutuklama neden yapılmış, bundan haberleri yok. Şimdi o yüzden yani bu emri hak vaki olursa sonrası — yani bu tez, tekrarlıyorum, Erdoğan'ın kendi ifadesi — birçok insan için geleceğin işte şeyi olarak, yani insanlar kendi hayatlarını planlarken muhtemelen kafalarında bu tür şeyler gezdiriyordur, iktidar kanadı için söylüyorum. Bütün bunların üzerinde dururken, bunları planlarken bugünün iktidarına, muhalefete açtığı savaşa destek verecek bir çelik çekirdek yok, bir oligarşi yok. Çok yalnız, bana sorarsan son derece zavallı bir saldırı hamlesi bu. Ve ben hala şeyi muhafaza ediyorum, yani çevresinde yol açtığı tahribatla da kendi etrafında yol açtığı sarsıntılarla da muhalefetin bu şekilde ortadan kaldırılamayacağını, kaldırılsa bile… Yani Cumhuriyet Halk Partisi doğrudan doğruya hedefte, Cumhuriyet Halk Partisi'ni yok ettiniz; bu sizin iktidarınızın devamını sağlamaz. Halk, eğer sizin gitmenizi istiyorsa bir yolunu bulup sizi gönderir. Buna da hiçbir şey engel olamaz. Yani tamamıyla gizli oy ve açık sayım ilkesine aykırı yapılmış adil olmayan bir seçimde bile Türkiye'de bunu kimse sağlayamaz. Doğrusunu istersen bir saldırı, iktidar kanadından gelen bir saldırı, savunmada bir CHP ve bir savaş, bu bir siyasi savaş. Genellikle saldıranlar savunmada olanlara göre daha fazla zayiat verirler. İktidar kanadının özellikle meşruiyet problemi çerçevesinde zayiatının daha fazla olduğu ve bu şekilde gelecekle ilgili umutlarının daha fazla kırıldığı kanaatindeyim, inancındayım.

Ruşen Çakır: Burada bir şey söylemek istiyorum. Geçen Abdullah Öcalan metninde hani, "Kürt devleti kurulursa Pirus zaferi olur" dedi ya. Ben de merak ettim, biliyorum ama, bu Pirus zaferi tam neymiş diye baktığımda şunu gördüm, çok çarpıcı; Makedonyalı Pirus iki kere Romalıları yenmiş ama şöyle diyor açıklamada Wikipedia'da: "Romalıların insan kaynağı çok olduğu için bu yenilgilere rağmen toparlanabildiler. Ama Pirus yenerken çok insan kaybetti ve bir daha toparlanamadı." Yani şu anda baktığımız zaman iktidar kazanıyor gibi görünse bile gücünü tahkim edebileceği bir potansiyelden büyük ölçüde bana uzak geliyor.
Mümtaz'er Türköne: Uzaklaşıyor.

Ruşen Çakır: Muhalefet ne kadar çok darbe yerse yesin, belediye başkanları şunlar bunlar vesaire, ama orada bir şey var: Kendini yenileme ihtimali var. Neyse, bu yayını şöyle bitirmek istiyorum: Sen şimdi hep "emri hak vaki olursa" dedin. Bir komünist olarak antikomünist fıkraları çok severim, bilen bilir. Bir yayında da anlatmıştım, çok güzel bir fıkra okumuştum. Stalin ölüyor ve öldükten sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesi toplanıyor. Bir saat kimsenin ağzını bıçak açmıyor, öyle duruyorlar. En sonunda birisi şöyle diyor: "Bunu ona kim söyleyecek?"
Mümtaz'er Türköne: Çok güzel. Ruşenciğim, Pirus zaferine ilave bir şey söyleyeyim, o da girsin kayda: Şimdi Rubicon diye bir nehir var, Roma'ya yakın. "Rubicon'u geçmek" diye bir deyim türetiliyor orada. Roma lejyonlarının bu nehri geçip Roma'ya yaklaşması isyan sayılıyor. Bu nehri geçtiğiniz anda bütün kuralları çiğnemiş oluyorsunuz. İktidar Rubicon'u geçti; muhalefete yaptıklarıyla, yani yargı üzerinden yaptıklarıyla. Aslında kararı verecek, bunun neticesini tayin edecek olan muhalefet. Bu Rubicon'u geçmekten nasıl geri dönecekler, geri çark edecekler, tekrar kurallı bir devlet düzenine dönecekler doğrusu ben de merak ediyorum; fakat yanlış bir karar.

Ruşen Çakır: Evet Mümtaz’er, noktayı koyalım.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
06.07.2025 Erdoğan çözüm sürecini ateşe atıyor
05.07.2025 Türkiye yolun sonuna mı geldi?
05.07.2025 Erdoğan ve AK Parti’nin son on yılda kazandıkları ve kaybettikleri
04.07.2025 Çözüm sürecinde çözüme doğru
03.07.2025 Bu görüntüler de bu ülkenin hafızasına kazındı
02.07.2025 Yoksa Suriye İsrail’in arka bahçesi mi oluyor?
01.07.2025 Ruşen Çakır’ın Fatih Altaylı ile ikinci söyleşisi: “Kaygım kendim için yok, ülke için çok”
01.07.2025 Edgar Şar: “Türkiye’de rejim değişikliği girişimi var”
01.07.2025 Mümtaz’er Türköne: “Yaşadığımız kriz, ben gitmem krizi”
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı