Edgar Şar: “Türkiye’de rejim değişikliği girişimi var”

01.07.2025 medyascope.tv

1 Temmuz 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Doktor Edgar Şar. Merhaba Edgar.
Edgar Şar: Merhaba Ruşen abi, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Biraz rahatsızsın biliyorum ama yine de yayınımıza katıldın. Eski bir Medyascope’çu olarak hatırımız geçti diyelim. Çok sağ ol. Sen geçenlerde bayağı uzun bir paylaşım yaptın, Türkiye'deki rejimin otoriterlikten daha ileriye terfi etme ihtimalleri üzerine, ki bu konuda son günlerde bayağı bir görüş var. En son izledin mi bilmiyorum, Ahmet Şık benim yayınımda ‘‘Artık seçimle iktidar değiştiren bir ülke olmaktan çıktı Türkiye’’ dedi, ki ben katılmıyorum ona. Ama şu an itibarıyla bakıldığında özellikle 19 Mart'ın hemen ardından Putinvari bir Türkiye, yani Putin Rusya'sına dönüyoruz denmişti. Ama sonra direniş ve iktidarın geri adım atmasıyla birlikte bunu seslendirenlerin sesi biraz kısılmıştı. Şimdi en son yaşanan kurultay davası olayını falan da düşünürsek, Kılıçdaroğlu'nun çıkışlarını falan da düşünürsek şu anda nasıl okuyorsun, rejimi nasıl nitelersin? Neye doğru evriliyor? Yani toplum ve devlet ilişkisinde, güç dengesinde ne durumdayız?
Edgar Şar: Şimdi Ruşen abi, siyaset biliminde de enteresan vakalardan biri hâline gelmiş durumda Türkiye. Bunun daha önce bir tane örneği var: Venezuela. Venezuela'ya bakarak bazı şeyleri belki görebiliriz. Rejim değişikliği konusunda şunu söyleyeyim; bir rejim değişikliği girişimi var çok net bir şekilde, yani bu konuda artık hiçbir şüphe yok. Fakat bunun başarıya ulaşıp ulaşmayacağı, rejimin yerleşip yerleşmeyeceği biraz zamanla belli olacak. Hatta biz şimdi bu konuda çalışan siyaset bilimciler olarak bir araya gelsek bile bu konuda herhalde çok tartışırız. Yani "Ne olursa rejim yerleşmiş olur?" diye bir soru sorulsa herkes başka bir fikir belirtebilir. Ama tartışma olmayacak tek bir konu var, o da çok ciddi bir şekilde bir girişim var. Şimdi bu işler eskisi gibi olmuyor. Yani eskiden, ne diyeyim, mesela 20. yüzyılın ilk zamanlarında özellikle ama sonraki dönemlerinde de bu rejim değişikliği işleri çok daha net ve hızlı oluyordu. Yani mesela bir gün darbe oluyor, askerî darbe ya da yürürlükte bir şekilde yöneten iktidar sivil de olsa "Ben seçimi kaldırdım" diyor diyelim ki, ondan sonra da o ülkede seçim artık olmuyor vesaire. İşte Hitler'in yaptığı gibi 1930'larda Almanya'da. Ve orada rejimin değişikliğinin bu gibi kırılmalarla net bir şekilde adını koyabiliyorduk. Ama şimdi 21. yüzyılda bu işin yöntemi çok değişti. Yani mesela demokrasiden bizim bir otoriterliğe geçişimiz belki 10 yıl sürdü. Bunun başlangıcı ile ilgili tartışma yapılır vesaire, ama şu an geldiğimiz noktada evet, biz artık demokrasi değiliz. Demokrasinin minimum kriterleri var herkesin iyi kötü üzerinde anlaştığı, o minimum kriterleri artık karşılamıyoruz. Bu şekilde anlaşılabiliyor. Ama bu ne zaman başladı, ne kadar sürdü vesaire gibi konularda çok daha yavaş, çok daha tedrici, uzun süren ve daha çok seçilmiş iktidarların gözetiminde yürüyen süreçler olarak 21. yüzyılda karşımıza çıkıyor. Onun için bu rejim değişikliği işi de böyle. Ama girişim olduğu konusunda hiçbir şüphe yok ve bunun da herkesin farkında olmasında fayda var. Neden bunu söylüyorum? Çünkü özellikle şimdi bazı konular var, mesela bu konu gibi. Burada bizim baktığımız rejim tipi sonuçta bir Çin gibi bir rejim ya da mesela Kuzey Kore gibi bir rejim değil. Zaten dünyada hiçbir otoriter rejim bugün o şekil bir prototipe ulaşmıyor. Artık o çok daha marjinalleşmiş, seçimin bile olmadığı, çok kapalı bir otoriter rejim. Türkiye'de, hatta Rusya'da bile, Mısır'da, Suriye'de bile o tarz bir rejimi sürdüremiyorsunuz. Dolayısıyla otoriter rejim seçimli olacak ama seçimli otoriter rejimin de içinde değişik şeyler var ve bunlar böyle normal vatandaşı çok ilgilendiren şeyler değil. Bizim sosyal bilimcilerin kendi aralarında tartıştığı konular olarak görülebilir. Ama bu ayrım, yani mesela Ahmet Şık'ın söylediği, onun da 2 yıl önce söylediği bir şey değil. Yani çünkü bazı insanlar bazen çok daha hızlı algılarlar bu süreçleri. ‘‘Artık bizim hiçbir farkımız kalmadı 1930'lardaki rejimlerden’’ filan gibi çok hızlı bunun yorumunu yapabilirler ama bu sefer artık bu hızlı yorumların ötesinde birtakım gerçeklerle bence tanışmamız gerekiyor. Normal vatandaşın bile şunu bilmesi gerekir: Şu an bir rejim değişikliği girişimi var ve bütün kurumların, buna alışmayan bütün kurumların bu amaca doğru bir terbiye edilişini biz görüyoruz.

Ruşen Çakır: Bu noktada, bu terbiye meselesinde galiba ana hedef Cumhuriyet Halk Partisi. Yani şu anda siyasi iktidarın ve dolayısıyla devletin tehdit algısında çok ciddi bir dönüşüm var. Bu tabii çözüm süreciyle de bağlantılı bir şey belki ama. Yani bir tarafta PKK meselesi artık geri plana itildi. FETÖ dedikleri yapı eski gücünde değil vesaire. Ve şu hâliyle bakıldığı zaman buraya uyum göstermeyen, yani kendisine çizilen alana razı olmayan tek ya da tek olmasa bile en önemli güç CHP ve CHP'yi bu anlamda ya o sınıra geçersin, ki Erdoğan'ın Özgür Özel'e yaptığı etkin pişmanlık çağrısı aslında o yani, ya o sınıra geçersin, ya işte kurultay olayında olduğu gibi yargı yoluyla partinin yönetimi değişir ya da çok net bir şekilde CHP'nin kapatılmasını bile telaffuz edebilen insanlar var. Yani bunlar şimdi şey geliyor, ‘‘ya bu da nereden çıkartıyor’’ falan gibi geliyor ama pekâlâ böyle böyle başlıyor meseleler.
Edgar Şar: Evet. Zaten işte rejim değişikliği de böyle oluyor. Yani bir sene önce imkansız gibi görülecek şeyler şu an imkan dahilinde gibi gözüküyor. Mesela biraz önce, yani tam senin soruna ek olarak söyleyeyim, biraz önce şunu dedim ya; bütün kurumlar, çünkü bütün kurumlar iyi kötü bir önceki yani artık bırakmakta olduğumuz daha rekabetçi bir otoriter sistemin içindeki kurallara ayak uydurmuşlardı. Herkes kendi sınırını iyi kötü biliyordu. Yani bir muhalif medya kanalı bile ne derse nasıl cezalarla karşılaşabileceğini biliyordu. Yani bundan 2-3 ay önce, 5 ay önce, bir yıl önce de kimse müthiş bir demokraside yaşamadığımızı biliyordu. Ama bir şeylerin sınırları iyi kötü çizilmiş ve yıllarca o sınırlar yavaş yavaş itilse de belli bir kabul edilen bir sınır vardı. Mesela CHP'nin kapatılması asla ve asla o sınırlar içinde telaffuz edilebilecek bir şey değildi veya ne bileyim, İzmir'de yürütülen soruşturma. İşte daha önce bir önceki Büyükşehir Belediyesi zamanında da Aziz Kocaoğlu zamanında da yapılmış. Hatta Kemal Kılıçdaroğlu dedi ya, ‘‘O zaman da bir miting yaptık, daha sonra ‘o ve hukuk arasındaki mesele’ dedik, bıraktık.’’ Niye? Çünkü işte o zamanki rejim için belki bu, bu kadar anlamsız gelmiyordu. Ama şu an bambaşka bir şey var ve CHP ve Özgür Özel bunu çok net gördü. Yani onun için bunu bir Ekrem İmamoğlu bir CHP meselesi olarak algılamadı ve bugünkü grup konuşmasında da çok net bir şekilde bunu gördüğünü, zaten ilk gün, 19 Mart’ta daha yoldayken, Ankara'dan İstanbul'a gelirken yolda bir gazeteciye açıklama yaparken şu ifadeleri kullanmıştı, dedi ki; "Bu darbeyi püskürttük, püskürttük. Püskürtmezsek bir daha seçim olmaz" gibi bir ifade kullanmıştı. Şimdi o gün için belki birçok insana abartılı gelen bu söylem bugün için artık dillendirilmeye başlanan bir şey hâline geldi. Demek ki o rejim değişikliği girişimi gerçekten var. Özgür Özel bunu gördü ve şu anda terbiye edilmek istenen kurumlardan işte bir tanesi medyaysa bir tanesi… Bakın, yani yargı içindeki hakimler, savcılar bile mesela tutuklama kararı vermiyor. Diyor ki işte, ‘‘delil yeterli değil, adli kontrol vereyim.’’ Ama normalde davanın bile açılmaması lazım diyelim hukuki açıdan. O yargıcı hemen alıyorlar başka yere koyuyorlar. İşte Ekrem İmamoğlu diploma davasında avukatlarının itirazında idare mahkemesi sadece bir belge sordu. "Bu nasıl karar vereceğini bilmeyebilir" diye şak diye onu herhalde oradan aldılar. Bilmiyoruz. Demek ki yani bu yeni rejim değişikliği denemesinde herkesin bu şekilde sınırlarını bilmesi istenen bir durum var. Ve CHP şu an tabii en çok sınırını bilmeyen, tırnak içinde söylüyorum, bu anlayışta kurum gibi. Çünkü neden? Çünkü çok ciddi bir şekilde toplumsal bir itiraz örgütlemiş durumda. Yani gidilmek istenen rejimde böyle bir şey olmaz. Rusya'da mesela böyle bir şey olamayacağı, hayal edilemeyeceği gibi. Ama Rusya için de bir şey söyleyeyim: Türkiye asla ve asla Rusya olamaz. Onu da söyleyeyim. Ve sebebi de işte ‘‘doğal kaynağımız yok’’ vesaire değil. Bunları çünkü çok konuştuk. Onun dışında Rusya'da bir demokrasi geçmişi yok. Öyle bir geleneği yok. Seçim geleneği yok. Bir de üstüne üstlük Putin yaptığı her şeye rağmen halkın büyük çoğunluğu tarafından onaylanan bir lider gibi gözüküyor elimizdeki verilerle. Yani iyi kötü adil bir seçim de yapsanız Putin'in seçilme ihtimali var. Türkiye'de var mı Erdoğan'ın seçilme ihtimali adil bir seçimde, emin değilim.

Ruşen Çakır: Tam da bunu soracaktım. Evet, şimdi sonuçta rejimlerin otoriterliği ve otoriterliğin dozunu arttırması vesaire bir yerden sonra sadece devlet gücüyle değil aynı zamanda toplumsal rızayla da olabilen bir şey. Yani bu kadar baskıyla yıldırarak tek başına bunu sürdürebilmesi mümkün değil. Erdoğan'ın mesela bu başkanlık sistemine girişten bu yanaki oyu, hem kendisinin hem partisinin oyu çok ciddi bir şekilde düştü. En son 31 Mart yerel seçimlerinde gördük, CHP net bir şekilde büyük bir zafer elde etti ve şimdiki kamuoyu araştırmaları, bütün soru işaretlerine rağmen, CHP'yi güçlü ve birinci parti olarak gösteriyor. Ve iktidar ortaklarına baktığın zaman, sen de takip ediyorsun bu araştırmaları, AKP + MHP'nin oyları, toplam oyları AKP'nin bir zamanlar, yakın bir zamana kadar aldığı oylara bile erişemiyor. Yani sonuçta genellikle şöyle bir olay vardı, Gezi zamanı hatırlarsın, Erdoğan işte evde tuttuğu %50'den bahsederdi. Sırf partisinin aldığı %50 oy civarında bir oy vardı o tarihlerde mesela. Şimdi ama çoğunluğu kaybetmiş bir iktidar var. Şimdi buna rağmen toplumsal rızayı oluşturarak mı bunu yapmaya çalışacak ya da toplumsal rıza olmasa da bir şekilde bunu yapabilir mi? Yani çoğunluğun sesi olmayan bir Erdoğan, çoğunluğun oyuna alamayan bir Erdoğan tek adam rejimini ne kadar sürdürebilir? Çoğunluk buna ne kadar izin verir ya da çoğunluğun buna itiraz kanallarını sadece baskıyla, yargı yoluyla kapatabilir mi?
Edgar Şar: Şimdi bugün MHP Lideri Bahçeli grup toplantısında konuştu ve çok enteresan bir ifade kullandı. Hani bazı şeyler var ya sadece siyaset bilimcilerin dikkatini çekiyor, bu işte ‘‘hegemonik seçimli otoriterlik’’ gibi. CHP için ‘‘kartel parti’’ demiş. Kartel parti. Şimdi kartel parti, siyasi partiler içinde siyaset biliminde türlerden biri olarak bilinir ve tanımı şudur. Şimdi ben sana tanımını söyleyeyim, Türkiye'de hangi partiler buna daha çok uyuyor sen söyle. Kartel partiler toplumsal güçlerinden ziyade devlet içindeki devletin dağıtmakta olduğu, özellikle sahibi olduğu kaynakları almaya dayanırlar. Dolayısıyla siyaset kanalıyla toplum gücünü arkalarına almaktansa devletin ona verdiği yardımla yapay bir yarışma gösterisi yaparlar ve böylelikle tamamen kamu kaynaklarının dağıtımından alacakları paylarla varlıklarını sürdürürler. Kartel partinin tanımı bu. Şimdi normal şartlarda bir kartel parti olsa mesela CHP, nedir, şimdiye kadar ne olursa olsun Türkiye'de %20, belki 19-18, işte Baykal zamanında da en zayıf zamanında da CHP oy alıyordu ve o oyla da belki muhalefet partileri arasında en kurumsalı, hatta parçalanmış bir muhalefetin en yüksek oy alan muhalefeti olup aldığı milletvekillerinin maaşı, devletten partilere verilen yardımın miktarı vesaire üzerinden varlığını sürdüren bir yapı hâline gelebilirdi. Aslında bu gidilmek istenen rejimde CHP'ye biçilen görev bu: ‘‘Sen varlığını sürdür. Böylelikle biz de meşruiyetimizi sürdürelim. Bak bir muhalefet var en azından’’ densin. Yani Mısır'da Mübarek zamanında bile, ya 2000 ya 2005'te, hangi seçimdi hatırlamıyorum şimdi, Müslüman Kardeşlere mecliste bir 20 sandalye alma hakkını vermişti. Yani dolayısıyla böyle bir şey. Şimdi bunu nasıl yapacak? İşte asıl soru bu. Şimdi mesela seçimler, seçimler eninde sonunda olacak, değil mi? Bu seçimlerin bir erken seçim olması lazım. Erken seçim olması için Meclis’te 360 milletvekilinin, yani AKP ve MHP’nin yanında mesela DEM Parti’nin tamamının ya da Yeni Yol grubu olarak bildiğimiz diğer üç partinin milletvekillerinin bir kısmının filan destek vermesi lazım. Ve bu desteği verdiklerinde, bu tabii Erdoğan'ın üçüncü kez adaylığı için olmuş olacak. Dolayısıyla bu şeyi oluşturabilecekler mi? Birinci soru bu. İkinci soru, ‘‘Buna kalmasın, anayasa değişikliği yapalım bu sonbahardan itibaren’’ deseler, onun daha başka zorlukları var. O 360'ı almaktan bile daha zor, 400 oyla değiştirmeleri lazım. Çünkü bir referanduma gitmeye çekinecektir. Dolayısıyla önümüzde bir seçim olayı nasıl gerçekleşecek? Olabildiğince zaten adil olmayan koşullarda gerçekleşiyor seçim. Seçim günü de belli problemler de oluyor. Ama bu, bugüne kadar hiçbir zaman seçim sonuçlarını değiştirecek miktarda olmamıştı. İşte ne bileyim, genel seçimlerden bahsediyorum, 2017 referandumundaki şeyi dışarıda bırakıyorum şimdilik. Belli yerlerde memurlar kaydırılır, askerler oy kullanır vesaire. Özellikle doğuda mesela geçtiğimiz süreçte oldu. Ama seçim sonuçlarını böyle değiştirecek anlamda büyük, sistematik bir seçim günü hilesi yaşamadı Türkiye 1950'den beri. Şimdi bu mu istenecek? Mesela Venezuela'da ne oldu? Venezuela’da Maduro karşısına çıkacak adayın, o ülkenin YSK'sı tarafından adaylaşmasını engelledi. Yerine kimsenin itiraz edemeyeceği yaşlı başlı bir profesör, bir anayasa profesörü aday oldu. Yani onun ismi oldu pusulada ve gerçek aday olması gereken kişi de onun yanında. O hapsedilmemişti çünkü bugün Ekrem İmamoğlu örneğinin aksine. Bütün Venezuela'yı dolaşıp beraber kampanya yaptılar. Hakikaten seçim yapıldı. Seçim yapıldığında biz akşam şunu gördük: Evet, muhalefetin elinde bütün pusulalar vesaire yoktu, çünkü buna herhalde yeterince örgütlenemediler ya da izin verilmedi, ikisinden biri. Ki Türkiye'de de bakın bunlar olabilir. Bunu unutmayalım. Ama bunun da ötesinde, her akşam… Biz de alışığız değil mi? Seçim akşamı ne olur? 17.00’ye kadar oy kullanılır. 18.00’den itibaren televizyonlar toplanır. Yavaş yavaş seçim programları başlar. 19.00’a kadar seçim yasağı olur. 19.00’dan sonra kalkar, ilk sonuçları görmeye başlarız ve yavaş yavaş akar sonuçlar. Bu, hepimizin alışık olduğu 10-15 yıldır, adil olmasa da gördüğümüz seçimlerde… Venezuela'da da benzer bir yöntem var. O son seçimlerde hiçbiri uygulanmıyor. Tamamen kapalı. Şak diye saat 23.00'de Maduro "Ben 52 ile kazandım" diye açıklıyor. Şimdi muhalefet bunu kanıtlayamasa bile ellerinde pusulalarla vesaireyle, burada normal bir şeylerin olmadığı ortada. Şimdi Türkiye bunu mu yaşayacak mesela? Yani bu da daha önce yaşamadığı bir şey. Ama daha önce yaşamadığımız şeyleri yaşıyoruz. Dolayısıyla bu olabileceklere karşı muhalefetin önlem alması lazım. Biri çıkıp şunu söyleyebilir: "İsterse yapar. Muhalefet bir şey yapamaz." O zaman kapatalım dükkanı gidelim yani. Onlar da kapatsın. Böyle şey olmaz. Önlem alınacak, yapılacak, mücadele edilecek. Nasıl şu anda Özgür Özel yapılmayan bir şeyi yapıyorsa, o durumlarda da yapılmayacak bir hazırlıkla bunun yapılması lazım. Bir ifade daha kullanayım. Enteresan bir ifade. Geçen yine Amerika'da şu an yaşayan bir siyaset bilimciyle konuşurken, o daha önce yazdığı bir makale üzerinden bir örnek verdi, galiba Ergun Özbudun'un kullandığı bir ifade bu. Ben görmemiştim daha önce hiçbir makalesini ama demek ki benim okumadığım ya da kaçırdığım bir makalesi ya da kitabı. Orada 1950 seçimleri için "shocking elections" ifadesini kullanıyor; yani şok edici ya da şaşırtıcı bir şekilde gerçekleşen seçimler. O seçimlerde İsmet İnönü, biliyorsunuz Demokrat Parti'ye karşı İsmet İnönü'nün başında olduğu CHP yeniliyor ve muhalefete düşüyor ve iktidarı da devrediyor CHP İnönü liderliğinde. Şimdi o seçimler, seçim sistemi o kadar çoğunlukçu ki, normalde 52'ye 48, tam rakamı hatırlamıyorum ama 55'e 45 öyle bir şeyle CHP yenilmesine rağmen Meclis’te Demokrat Parti %90 koltukları alıyor. Çünkü seçim sistemi çok çoğunlukçu. Bir bölgeyi kazanan oradaki bütün milletvekillerini alıyor vesaire. Önemli değil. Şimdi İsmet İnönü'nün aslında bu sonuçları görmediğini, onun için çok şaşırtıcı bir sonuç geldiğini, aslında seçimleri kazanacağını beklediğini teorize ediyor, argümanı bu Ergun Özbudun'un ve bu sebeple aslında seçimlere izin verdiğini ve seçim sistemini de değiştirmediğini söylüyor. Yoksa seçim sistemini değiştirebilirdi. Ne yapar? Daha nispi bir sisteme çevirebilir mesela. Böylelikle %90 Meclis’i almazdı Demokrat Parti. Ama göremediği için bunu, böyle bir yenilgiyle, büyük bir yenilgiyle karşılaşıyor ve artık o noktadan sonra da bir şey yapamıyorsun. Şimdi belki Türkiye'de de bir dahaki, hani ‘‘seçimle iktidar değişmez’’ demeyelim ama ben en azından şu noktada şunu söylemek isterim, bir defa bunu bir umutsuzluk olarak da yaymak istemem ama aynı zamanda henüz o noktada da tam olduğumuza da inanmıyorum. Artık naiflikten mi başka bir şeyden mi bilmiyorum ama şunu söyleyebiliriz: İktidarın göremediği bir yenilginin gelmesi lazım. Çünkü Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması ve bugün 100. gününde olduğumuz operasyon, iktidarın yenilginin geldiğini net bir şekilde görmesi ve geçen yılki o haritayı görmesinden kaynaklanıyor. Ve biz o harita çıktıktan sonra 31 Mart'ta, hatırlarsan seninle de birkaç yayında konuştuk, şunu sorguladık, o zaman şey konuşuluyordu; ‘‘Sertleşecek mi, yumuşayacak mı?’’ filan. O ikileme belki indirgememek lazım ama şu merak konusuydu: ‘‘Ne yapacak Erdoğan? İlk defa CHP birinci parti olmuş. Bunu görmüş. O kadar küçümsediği, bütün siyasetini CHP'yi küçümsemek üzerine kurduğu Erdoğan acaba nasıl bir strateji izleyecek?’’ İşte izleyeceği strateji bu oldu. O gün için bütün bu yapılanları söylesek, ‘‘O kadar da ileri gider mi?’’ diye düşünenler belki çok çoğunlukta olacaktı ama sonuçta geldik.

Ruşen Çakır: Ama burada tabii şöyle de bir husus var, dediğin doğru, bir cevap verdi; ama o cevaba karşı bir cevap aldı.
Edgar Şar: Evet, tabii tabii, onu unutmamak lazım.

Ruşen Çakır: Mesela 19 Mart'ın ilk anlarında kimse, Erdoğan'ın bu saldırısının CHP tarafından, o bildiğimiz CHP, yani düşünsene bildiğimiz CHP vesaire tarafından böyle bertaraf edileceğini ve tam tersine bir fırsata çevrileceğini de tahmin edemezdi. Yani işin rengini değiştiren olay o. Yani 19 Mart'ı yapıp istediğini elde edebilmiş olsa, kısmen de olsa, mesela Büyükşehir'e daha ilk gün kayyum atasa, CHP'ye hatta kayyum atasa anında filan o zaman böyle bir şeye, ‘‘Gördü ve kökünden sorunu çözüyor’’ derdik. Kökünden sorunu çözmeye çalıştı ama çözemedi. Demek ki hala bir şey var yani.
Edgar Şar: Bir şey var. Ne var? Baskının maliyeti dediğimiz şey var. Hala baskının bir maliyeti var. Baskıyı arttırırsınız ama başka bir şekilde de onun maliyeti de artar sizin için. Şimdi o maliyet, halkın tepkisi bunlardan biri. Fakat bu konuda iktidarın ben şöyle düşündüğünü tahmin ediyorum: ‘‘Bunlar günün birinde azalacak’’ diye düşünüyor. Hala bence buna yatırım yapıyor. Ve bunu da göreceğiz. Mesela bugün bakalım, Saraçhane'de onlar da merakla bekliyorlardır. Engellemek için ellerinden geleni yapıyorlar. Yine bazı metro hatları engellenmiş, kapatılmış vesaire. O zaman da yapılmıştı. O zaman çok sıcaktı ve daha bu kadar baskının arttığı bilinmiyordu. Mesela şimdi oraya gidenler yaşayabilecekleri baskıları göze alarak, bilerek belki gidiyor olacaklar. Dolayısıyla nasıl bir şey olacağını, kalabalık olacağını orada iktidar da bence merak ediyordur ve azaltmak için elinden geleni de yapmaya çalışıyordur diye tahmin ediyorum. Bir de ekonomi kısmı var. Fakat ekonomi kısmında da şöyle bir şey var. Seçimler artık eskisi gibi olmayacaksa, ki nasıl olmayacak eskisi gibi bunu da bilmiyoruz. Biraz önce sorduğum sorularla anlatmaya çalıştım. Nasıl olabileceğini ya da olup olmayacağını göreceğiz. O zaman ekonomiyi düzeltme amacı da iktidar için eskisi gibi, yani bir yıl önce olduğu kadar da bir öncelik değil. Artık bunu da görelim. Yani öncelik değil en azından. Yine düzeltmek istiyor. Yine elinden geleni yapıyor kendince vesaire ama artık öncelik değil. Öncelik baskı. Dolayısıyla baskı ekonomiyi bozduğu oranda ekonomi ondan daha öncelikli olmadığı için baskıyı engelleyemiyor. Böyle de bir denklem oluşmuş durumda. Zaten seçimlerle ilgili durum da yani seçimlerin eskisi kadar adil olmayacağını bilmemiz de ekonomiyi düzeltmenin iktidar için bir öncelik olmamasına imkan sağlıyor. Zaten mesela bakıyorsun, Mehmet Şimşek eskisi kadar ne konuşulan biri ne de konuşan biri. Artık herhalde ipleri tamamen elinden kaçırmış olabilir. Çünkü onun programının uygulanmasının halkta yarattığı bütün tepkiler vesaire, birtakım düzeltmelerin görünmesi, belli bir süre içinde görünmesi karşılığıyla yapılabilirdi. Şimdi bunların gözükmesine izin verilmiyor artan baskı sebebiyle. O zaman ne için yapılacak bunlar? Yani yakında Mehmet Şimşek iyice anlamsız hale gelebilir. Görevden alınır alınmaz, bir şey demiyorum, çünkü çok önemli değil ama iyice onun durumu anlamsız hale gelebilir. Dolayısıyla bu da bir şey değil. Üçüncü bir baskının maliyetini arttıran, arttırabilecek bir şey dış çağrılar vesaire ve dış ortamdaki durum. İşte orada zaten Erdoğan ve hükümet yani iktidar kendini çok rahat hissediyor şu anda. Çünkü bölgenin içinde bulunduğu durum, Suriye'de oynadığı rol, PKK'nın silah bırakmasının bundan sonra nasıl ilerleyeceği, ki Bahçeli'nin en çok yatırım yaptığı konulardan biri buydu ve kendileri açısından bunun sıkıntısız ilerlemesi için yine çağrılarda bulundu. Trump'ın ABD başkanı olması ve onun başkanlığında burada kurulan denklemlerin çok daha rahat kurulabilmesi. Zaten herhangi bir dış, ne bileyim Avrupa Birliği toplantısında, NATO toplantısında, ABD'nin başını çektiği hiçbir şeyde demokrasinin adı anılmıyor artık. Dolayısıyla baskının maliyetini oradan arttıran da bir şey yok. Ama mesela bütün bu ortamda Özgür Özel ne yapıyor? Bir şey daha yapıyor. Şimdi orayı da söylemek lazım. Mesela gidiyor, aynı durumdan Avrupa'da muzdarip olan partileri – ki kendisinin aynı organizasyonda buluştuğu partiler bunlar – onları mesela mobilize edecek bir yolu buluyor. Şimdi daha önce görmediğimiz şeylerden biriydi bu. Ve orada, işte Almanya'da mesela, Brüksel’de bunun bu kadar görünür hale gelmesi eminim Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hiç hoşuna gitmiyordur. Bunu da görmek lazım.

Ruşen Çakır: Evet, onu zaten her vesileyle dile getiriyor. Evet Edgar, çok teşekkürler. Yine çok yoğun ve doyurucu bir sohbet oldu. Teşekkür ediyorum.
Edgar Şar: Ben teşekkür ederim.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
06.07.2025 Erdoğan çözüm sürecini ateşe atıyor
05.07.2025 Türkiye yolun sonuna mı geldi?
05.07.2025 Erdoğan ve AK Parti’nin son on yılda kazandıkları ve kaybettikleri
04.07.2025 Çözüm sürecinde çözüme doğru
03.07.2025 Bu görüntüler de bu ülkenin hafızasına kazındı
02.07.2025 Yoksa Suriye İsrail’in arka bahçesi mi oluyor?
01.07.2025 Ruşen Çakır’ın Fatih Altaylı ile ikinci söyleşisi: “Kaygım kendim için yok, ülke için çok”
01.07.2025 Edgar Şar: “Türkiye’de rejim değişikliği girişimi var”
01.07.2025 Mümtaz’er Türköne: “Yaşadığımız kriz, ben gitmem krizi”
06.07.2025 İmamoğlu’nu bırakmamak için diğer CHP’li belediye başkanlarını alıyorlar
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı