Ateş İlyas Başsoy ile söyleşi: İmamoğlu, Yavaş, Özel: CHP’de işler nasıl gidiyor?

22.11.2024 medyascope.tv

22 Kasım 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayın Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Yerel seçimlerin birinci partisi Cumhuriyet Halk Partisi. Ana muhâlefet partisi, ama birinci parti. İlginç bir süreç yaşanıyor. Yerel seçimden bu yana epey zaman geçti; ama Türkiye’nin gündeminde hâlâ Cumhuriyet Halk Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde yaşananlar var. Bugün Kemal Kılıçdaroğlu’nun dâvâsında da görüyoruz. Peki CHP’de işler nasıl gidiyor? Bu konuyu CHP’yi yakından tâkip eden siyâsal iletişimci Ateş İlyas Başsoy’la konuşacağız. İsmini söylerken her seferinde zorlanıyorum, bu sefer de zorlandım. Ateş, hoş geldin.
Ateş İlyas Başsoy: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Sen pazar günü “Hak” https://www.birgun.net/makale/hak-576738 başlıklı bir yazı yazdın BirGün’de.  Alfabetik sırayla, “Bu benim hakkım” diyen CHP içerisinden bir sürü isim var. Herkes bir şey söylüyor, herkes hakkını istiyor. Bu hak isteyenlerin büyük bir kısmı da aslında, “Benden iyi cumhurbaşkanı adayı olmaz” diyenler.
Başsoy: Evet, hepsi kendi içinde tutarlı aslında. Herkesi dinleyince, Orhan Gencebay’ın Sen de haklısın şarkısındaki gibi, birine “Haklısın”’ diyorsun, sonra ötekine dönüp “Sen de haklısın” diyorsun. Herkesin bir haklılık payı var.

Ruşen Çakır: Biz CHP’nin cumhurbaşkanı adayı deyince, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş ve çok az bir ihtimal Özgür Özel’i konuşuyoruz. Ama senin yazına bakınca kuyrukta bayağı insan var.
Başsoy: Aslında öyle değil. Belki herkes cumhurbaşkanı olmak istemiyor, ama farklı farklı yerlerde herkes hakkının yendiğini düşünüyor. Kılıçdaroğlu, Altılı Masa döneminde, “Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş benim aslanlarımdır” minvâlinde bir çıkış yaptı. Hattâ sonra Meral Akşener ayağa kalkınca, onlar da cumhurbaşkanı yardımcılığı gibi bir formül buldular. Bu durum, Akdeniz Bölgesi’ndeki üç belediyede, tamâmen yok sayıldıkları için üzüntü yarattı. 2019 seçiminde İstanbul, Ankara, Antalya, Adana ve Mersin Cumhur İttifakı’ndan CHP’ye geçmişti ve aslında Özgür Özel’in söylediğinin aksine, bu çıkış 2019’da başladı. Bu seçimden sonra ve sonraki 5 yıl içinde de o belediye başkanlarının iyi performans göstermesiyle, CHP’nin seçimdeki başarıları geldi. Tek sebep bu değil, ama bence en önemli sebep bu. Kılıçdaroğlu, sâdece İstanbul ve Ankara belediye başkanlarını öne çıkarıp diğer üçünü görmezden gelince, sonra Özgür Özel de geldiğinde sâdece yine ikisini konuşup, hattâ bir de üçüncü olarak Bolu Belediye Başkanı’nı da alınca –ki nüfus olarak ufacıktır Bolu, Antalya’nın ilçesi kadar bir yer; büyükşehir de değil–, Adana, Antalya ve Mersin başkanları ve seçmeni, hâliyle buna üzüldüler ve kendilerini dışlanmış hissettiler, haklarının yenildiğini düşündüler. Hattâ Özgür Özel, Kurultay’dan hemen sonra İstanbul ve Ankara belediye başkan adaylarını hemen îlan etti; ama Antalya, Adana ve Mersin belediye başkanlarının başarılı olup olmadığını iki ay boyunca araştırdı. O araştırmada aleyhte bir sonuç çıksa belki de aday gösterilmeyeceklerdi. Hatırlarsan o dönemde, “Antalya seçimi kazanamaz, Adana kesin kaybeder, Mersin olmaz” lâfları konuşuluyordu. Ama aksine üçü de inanılmaz oy alarak kentin bütününde, MHP’nin ve AKP’nin çok yoğun olduğu ilçelerde ve mahallelerde bile oylarını patlatarak çok yüksek oy aldılar. Mersin zâten DEM Parti ve MHP belediyeleri dâhil, Türkiye’deki bütün belediyeler içerisinde en yüksek oy artışını getirdi. Bu üçü hâlâ dışlanıyor. Yani onların “Haksızlığa uğradım” hikâyesi cumhurbaşkanı adaylığıyla ilgili değil.

Ruşen Çakır: İstemiyorlar mı peki?
Başsoy: Herkes ister cumhurbaşkanı adayı olmak, ama ben istediklerini düşünmüyorum. Konu cumhurbaşkanı adayı olmak değil; konu görmezden gelinmek ve bunun hâlâ devam ettiğini düşündükleri böyle bir görmezden gelme durumu var. Belki isteyeni de vardır, onu zaman gösterecek. Yeterlilik açısından konuşuyorsak, biz İstanbul ve Ankara’nın il büyüklüğünü, o illeri yöneten insanların da büyüklüğü olarak böyle bir paralellik kuruyoruz. Oysa biliyorsun, nüfusu 4 milyon olan İzmir’in belki altıda biri olan 750 bin nüfuslu Eskişehir, yıllar boyunca CHP’nin tek başarı sembolüydü. Hep Yılmaz Büyükerşen’i konuşuyorduk. Yıllar boyunca AKP’nin CHP’yi kastederek, “Bunlar iki koyun güdemez” tezine karşı hep Eskişehir’i örnek gösterdik. Sağ olsun, Yılmaz Büyükerşen’in dik durmak adına inanılmaz bir değeri oldu. Seçim sonuçlarına baktığımızda, Antalya, Adana ve Mersin halkı bu belediye başkanlarına tekrar oy verdi Demek ki bu insanlar 5 yıl boyunca çok iyi yönettiler. Ama bu üç insan hâlâ görmezden geliniyor ve sâdece İstanbul, Ankara varmış gibi yapılıyor. Ben üçünü de tanıyorum, hepsiyle bir şekilde telefonla, mesajla bir bağlantım oluyor. O kırgınlığın devam ettiğini ve o kırgınlığı düzeltme adına da bir şey yapılmadığını görüyorum. Sâdece İstanbul ve Ankara konuşuluyor. Bu arada İzmir hiç konuşulmuyor bile.

Ruşen Çakır: Senin memleketin Bursa ve komşusu Balıkesir. CHP, Bursa ve Balıkesir’de çok net bir şekilde kazandı.
Başsoy: Orada da şöyle haksızlıklar oluyor. Özgür Özel kendi ili olduğu için Manisa’yı hep gündemde tutuyor. Zâten seçim kampanyası da orada oldu. Kampanyayı Manisa’da yönetti, Manisa’da durdu, defalarca gitti. Orada bir eşitsizlik var maalesef. Hani anne babalar, “Ben bütün çocuklarımı seviyorum” der, ama bir çocuğa biraz torpil geçerler ya? Manisa’da da biraz böyle davranıldı. Tabiî oradaki başkanın hakkını da yemeyeyim. Ancak, Bursa ve Balıkesir de çok ilginç hikâyeler; çünkü Bursa, Kocaeli’den sonra diğer bütün kentler içinde son 50 yılda en fazla göç alan kent. Kocaeli o yüzden şu anda hâlâ CHP’li olamıyor; çünkü 50 yıl önceki nüfûsunun üzerine çok fazla göç aldı. Bursa da hemen onun arkasından geliyordu. İstanbul ve Ankara'nın önündedir göç konusunda. Bursa aynı zamanda bir sanâyi kenti; esnafı sanatkârı çok fazla olan bir kent. Benim Selim Türkhan’ın doğduğu kent. Ben 25 yıl önce Selim Türkhan karakterini Bursa’da yarattım. Bursalı olmasam yaratamazdım belki. AKP’ye oy veren ama AKP’li olmayan, hemen oyunu değiştirebilecek, rasyonel bir seçmen. O seçmenin en çok olduğu yerde Mustafa Bozbey’in başarısı da görülmüyor. Türkiye’nin dördüncü kenti. Ekonomisi de çok dinamik; bütün araba fabrikaları orada, yüksek teknoloji üreten firmaların, kurumların büyük bir bölümü orada. Buna rağmen, bununla ilgili bir analiz yok. Bu da sanki sıradan bir şehirmiş gibi.
Balıkesir kezâ öyle. Yanlış bilmiyorsam, Balıkesir, çokpartili dönemi geçtiğinden beri ilk kez bir sol parti bu kadar yüksek bir oranla kazanıyor. İnanılmaz bir şey. Balıkesir’de CHP adayının karşısına aynı isimle başkasını bile çıkardılar kazanmaması için. Ama seçimi kıl payı değil, ezici bir çoğunlukla kazandı. Buna rağmen, bunun da bir hikâyesi yok. Çünkü bütün bunların sonunda şöyle bir şey var: Hâlâ bu kurultay unutulmadı.  Zâten kurultaydan hoşlanmamamın sebebi, seçimden önce olmasıydı. Ama burada kabahat Özgür Özel’in değil Kemal Kılıçdaroğlu’nun. Kendi yüzüne de söylüyorum. Kendi yüzüne söyleyerek onunla çalışmayı reddetmiştim zâten. Sağ olsun, bana “Yerel seçimde çalışır mısın?” diye sordu. Ben de şunu söyledim kendisine: “Bir şartla çalışırım. Kurultayda aday olmayacağınızı açıklayın; çünkü insanlar cumhurbaşkanı adayı olmanız için bütün kredilerini verdiler size. Gazetecisinden siyâsetçisine herkes, sizi desteklemek için gerçeklikle bile çelişti, belki de inanmadıkları bir şeyi dört elle sarılarak savundu ve kazanamadınız. Artık siz siyâsetten çekilin” dedim. Çekilmedi. “Ben de sizinle devam etmem” dedim.

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’nun siyâsî bir geleceği var mı, ne dersin?
Başsoy: Hayır, böyle bir şey yok. Çok garip yani. Kılıçdaroğlu’na biz hâlâ saygı duyamadık. Çünkü son 14-15 yılda inanılmaz katkıları var. Çok değerli konuları var. Şöyle düşünün: Mike Tyson gibi, ama hani onun gibi iddialı da değil. Seksen yaşında bir insanın hâlâ “Arenaya çıkıp boks yapacağım” demesi gibi. Geçti artık; sana çok fazla hak verildi. 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanlığı seçiminde insanlar müthiş bir şekilde arkanda durdu, senin metazorinle, senin kurduğun oyunla. Bütün bunları bilmemize rağmen, olmadı, artık bırak. Ama hâlâ bırakmıyor. Kurultay sürecini yaratan da aslında Kılıçdaroğlu’ydu. “Özgür Özel benim en yakın çalışma arkadaşım, Özgür burada. Genel başkan olması için ona oyumu vereceğim” deyip çekilebilirdi. Veya “Hiç karışmıyorum, ben zaten siyâsette değilim artık, ne olursa olsun” diyebilirdi. Bütün bu yaşanan sancılar o yüzden oldu. Ama maalesef Özgür Özel zamânında da devam ediyor bu. “Sen kurultayda benim karşımda oldun. Bunu unutmadım” meselesi devam ediyor ve bu kırgınlıklar, “Hakkımı yediler” durumu olumsuzluklara yol açıyor. Buradaki bu karmaşayı çözmek zorunda olan kişi de Özgür Özel. “Özgür Özel Cumhurbaşkanı olur mu? Şu olur mu bu olur mu?” diye gelecekle ilgili konuşmuyorum. Bugün Özgür Özel CHP’nin genel başkanı ve bu sorunu çözmek öncelikle onun görevi.

Ruşen Çakır: Geçen hafta Mecliste Özgür Özel’in grup toplantısını izledim ve sonra da makamında kendisiyle bayağı bir sohbet ettik. Bu normalleşme meselesinde çok net bir argümanı var biliyorsun. Bu doğrudan senin Selim Türkhan’ını ilgilendiriyor. Özgür Özel diyor ki: “Ben siyâsetçilerle değil tabanla normalleşmeyi hedefliyorum. Kutuplaşmadan uzak duruyorum. Çünkü iktidar partisi tabanına sesleniyorum”. Yani AKP’ye veya MHP’ye oy vermiş, ama onlardan vazgeçebilecek olanları kastediyor. “Ama sonuçta insanlar bunu başka türlü yansıtmaya çalışıyor” diyor. Tespit önemli. Ama seçimden bu yana, yani Nisan ayından beri yaşananlar, Özgür Özel'in yapıp ettikleri ve söyledikleri uyumlu mu sence?
Başsoy: Ben de tamâmen Özgür Özel gibi düşünüyorum. Ezelden beri de öyle düşünüyordum zâten. Kimi muhâlif seçmen, Cumhurbaşkanı karşısında ayağa kalkma meselesine çok sinirlendi, kızdı, bir sürü lâflar söyledi. Bunun protokol kısmını geçiyorum; ama siyâsetteki yansıması, seçmene yansıması kısmında, benim de gördüğüm birçok somut araştırmada, AKP ve MHP’deki çok önemli bir kitlenin, benim “siyâsetsiz seçmen” dediğim kitlenin Özgür Özel’e yönelik bir sempatisi oluştu. Şu anda AKP dünyadaki en acâyip şeyleri yapsa, sekiz tane daha Propaganda Bakanlığı kursa, CHP’yi öcü gibi gösteremez. Bunda da Özgür Özel’in çok büyük katkısı var. Biz ana muhâlefet partisi başkanını Cumhurbaşkanı’na küssün diye seçmiyoruz. Cumhurbaşkanı’nı yensin diye seçiyoruz. Küsmek ayrı. Bu pasif agresyon, hani şu “Allah belânı versin” cümlesiyle özetlenen 12-13 yıllık muhâlefet tarzı, aslında toplumu kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sonra, “Benim esnafım, canım esnafım” deyince esnaf bunu yemiyor, anlamıyor bundan. “Çünkü sen iktidâra gelince, tek derdin bir kavga çıkartmak olacak” diyor. O yüzden Özgür Özel’in yaptığı doğru.
Peki, Özgür Özel doğru bir şey yapmasına rağmen, neden kendi evinde bir türlü takdir görmüyor? İşte az önce söylediğim sebepten. Yani herkesin hakkını vermek zorunda. Sâdece İmamoğlu’nun değil. Sâdece Mansur Yavaş’ın değil. Kılıçdaroğlu’nun da Vahap Seçer’in de Muhiddin Böcek’in de Mustafa Bozbey’in de Zeydan Karalar’ın da Ahmet Akın’ın da hakkını vermek zorunda. Hattâ Tunç Soyer’in ve Alper Taşdelen’in de. Bu iki ismi özellikle söylüyorum. Çünkü bu isimleri hiçbir sebebi yokken değiştirdi. Tunç Soyer’in değişmesinin mantığı yok. “Halk sevmiyordu, bilmem ne oldu” diyorlar. Aynı şekilde bir sonuç bulsalar, eminim ki Mersin’de de Antalya’da da değiştireceklerdi. “Kimi koyarsan koy, İzmir seçiliyor” sonucunu bulmuşlardı. Ama “Kimi koyarsan koy, Antalya seçiliyor” diye bir sonuç bulsalar Muhittin Böcek’i de değiştireceklerdi. Çankaya’da henüz iki dönemdir çalışan, genç ve başarılı olan bir kişiyi aday göstermediler. Bu çok sembolik bir şey. Bunlar yapılınca, “Sen âdil değilsin” diyen insanlar çıkabilir. İyi niyetli insanlar da böyle düşünebilir, kötü niyetli insanlar da bunu kullanabilir. Maalesef böyle hatâlar yapıldı bu seçimde. Bunları düzeltmenin yolu da bu kalbi kırılan insanları, ne kadarını iknâ ederse, –çünkü bu insanlar dürüstçe bir şeyler de yapıyorlar, hakkını yemeyeyim–, dürüstçe yaptığı şeylere rağmen o insanlar hâlâ reşit davranıyorsa, o zaman yine toplum mâkul, “Bu adam da belâsını arıyor, bu daha ne yapsın” diye o kişiyi dışarı atar, Özgür Özel’i tutar. Ama ben görünürde hâlâ insanların tatmin olduğunu düşünmüyorum. Ekrem İmamoğlu da dâhil buna. O yüzden bu “Hak” yazısını yazdım. Meselâ Ekrem İmamoğlu ne düşünüyordur? O yazıda ismi anılanların hiçbirisi bir şey söylemedi. Biz yıllarca Ertuğrul Özkök’ü okuyarak büyüdük. Özkök’ün yazılarından, röportajlarından, satır aralarında ne demek istediğini anlardım, çünkü önden söylemezdi. Buradan da bu insanların röportajından anlıyorum ki İmamoğlu, “Mansur Yavaş var, bir de İmamoğlu var” dendiğinde kendisine haksızlık yapıldığını düşünüyor. Çünkü “Ben zâten en öndeyim, İktidar bütün gücüyle benim üzerime saldırıyor. Ben bu kenti başarıyla yönettim, halk bunun mükâfâtını verdi, seçim sonuçlarında bunu gördünüz. Üstelik İstanbul’da müthiş bir ekibim var. O halde niye bunu bulandırıyorsunuz?” diyor.
Mansur Yavaş “iki santrafor” lâfından hiç hoşlanmıyor. Çünkü “Ben Türkiye’nin en sevilen siyâsetçiyim, araştırmalarda görüyorsunuz. Ben Türkiye’nin uzlaştığı ortak paydanın sesiyim” diyor. Diğerleri de, “Biz de santraforuz arkadaş, biz de gol attık. Bizi niye saymıyorsunuz?” diyorlar. Yani nereden baksan hepsi haklı.

Ruşen Çakır: Mâdem cumhurbaşkanı adaylığı meselesinden geldik, devam edelim. Biliyoruz ki iktidar, CHP ne kadar karışırsa, ne kadar birbirini yerse o kadar memnun oluyor. Şunu da net olarak söylemek mümkün: Erdoğan, Ekrem İmamoğlu’nu rakibi olarak görmek istemiyor. Muhtemelen Mansur Yavaş’ı da görmek istemez, ama Ekrem İmamoğlu kadar açık değil; benim kişisel görüşüm bu. Erdoğan’ın en büyük tercîhinin, ikisinin birden aday olması olduğunu düşünen çok kişi var. Ben de onlara dâhilim. Yani bir pusulada, Erdoğan, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, belki Fatih Erbakan ve DEM Parti’den birisinin olduğu bir pusulayı tercih edeceğini düşünüyorum. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın birbirleriyle de yarışacağı bir birinci tur. Ne dersin, böyle bir ihtimal var mı?
Başsoy: Kâğıt üzerinde düzgün gelmekle berâber, bana çok hakkaniyetli olacak bir şey gibi gelmiyor.

Ruşen Çakır: Hakkaniyet konusu ayrı.
Başsoy: Bir keresinde, yazdığım bir yazıyı BirGün gazetesinde yayınlamadan, ismi geçen insanlara tek tek yolladım. Hepsinden de bir şekilde olumlu dönüşler geldi. Hattâ en acıtan ifâdeleri yazdığım Mansur Yavaş ve Kılıçdaroğlu, bizzat telefonla arayıp teşekkür ettiler. Daha sonra bunu sosyal medyada da paylaştım. İmamoğlu’nun ibresi çok önde görünüyor. Birçok sebepten ötürü Mansur Yavaş’tan farklı bir üstünlüğü var. Bunlardan biri İstanbul’u yönetiyor olması. İstanbul nüfusu Ankara'nın 4 katı olabilir, ama bütçesi Ankara’nın belki 40 katı. Akıl almaz bir ekonominin döndüğü bir şehir. Dünyada, Türkiye markasından daha büyük olan bir marka İstanbul. Türkiye’den önce İstanbul geliyor. İmamoğlu hem burayı yönetiyor, hem aralarında neredeyse bir kuşak kadar fark var. Bu da toplumun büyük çoğunluğu oluşturan bu 30-40 yaş veya yeni seçmenler için anlamlı bir konu. Yani biri 50’li yaşların başında, biri bu sene 70 yaşına girecek. Bu da önemli bir dezavantaj. Bir de İmamoğlu hem en milliyetçi seçmenin olduğu Karadeniz Bölgesi’nde doğmuş hem de Kürt seçmenin de sempati duyduğu birisi. İstanbul Türkiye’nin her tarafından göç alırken, Ankara sâdece ağırlıkla İç Anadolu havzasından; Çorum’dan, Yozgat’tan göç alır. Hattâ Kayseri’den, Konya’dan ve Eskişehir’den de göç almaz, diğer küçük illerden alır. Ama İstanbul her yerden göç alır. Her yerden göç alan bir kentin yöneticisi, ister istemez bütün Türkiye’ye dokunuyordur zâten. Meselâ Bayburt’a da dokunur, çünkü İstanbul’da yaşayan bir sürü Bayburtlu var. Bütün bu avantajlarla, “Biz ikisini birden aday yapıyoruz’” demek de hakkaniyetli olmayabilir. Yani İmamoğlu’nun meselesi bu.
Özgür Özel, bugün yine Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu ile konuşacağını söylemiş. Bu hatâ hâlâ devam ediyor. Bence “Biz 2019’da ne yaptık da seçimi kazandık?” konusunu düşünmediler. İmamoğlu ismi yüzünden mi kazanıldı? Ama 2019 seçimleri öncesinde kimse tanımıyordu İmamoğlu’nu. Mansur Yavaş ismi yüzünden mi kazanıldı? Mansur Yavaş’ı bir önceki seçimde tanıyorduk, daha evvelden de bir ilçe yönetiyordu Ankara’da. “Hayır, bir zihniyet değiştiği için ve o zihniyete en uygun adaylar seçildiği için kazandık.” Bu hikâyeyi böyle koyarsak, o zaman niye burada o kazanan beş kişinin diğer üçü yok? Özgür Özel neden “Ben, Muhittin Böcek, Zeydan Karalar, Vahap Seçer, Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’yla bir arada konuşacağım” demiyor? Niye diğer üçünü muhâtap görmüyor. Muhâtap görmediği yerin nüfûsu Ankara’dan daha fazla. Ekonomik olarak İstanbul’un yarısı kadar ve 7-8 milyon kişinin yaşadığı bir yerden bahsediyorum. Başarının yapı taşlarını muhâtap görmezse ve hâlâ, bu işi Kılıçdaroğlu’nun yanlış bir şekilde indirgendiği iki isme indirgerse, o zaman bu sorun hep devam edecek. Çünkü hepsinin parti içinde gücü var. Bu saydığım 5 kişinin içinde, Zeydan Karalar ve Vahap Seçer çocukluktan CHP’liler. Diğerleri başka parti geçmişlerinden veya başka yerlerden geliyor. Yani bu insanlar görmezden gelindiği sürece sorunlar devam edecek. Bu isimlere Mustafa Bozbey’i, Ahmet Akın’ı ve çeşitli illerin, ilçelerin insanlarını da ekleyebilirim. 415 belediye var. Aslında şu an kurulan dil de bana… Çok tepeden konuşuluyor, “Ben yaptım” şeklinde konuşuluyor. “Biz yaptık, berâber yaptık” duygusunu yaşatmak için herkesi onurlandırması gerek. Bu aslında küçücük bir hareket. Zihniyet değiştirse, bir hafta sonra CHP’de hiçbir sorun kalmaz. Bu zihniyetin değişmesi gerekiyor.

Ruşen Çakır: Anketleri sen de görüyorsundur. Bâzı anketlerde CHP ile AK Parti kıl payı gidiyor. Bazı anketlerde de birisi diğerinden yarım puan önde. İkisinin de oyları %30 civârında seyrediyor. Bunu Özgür Özel’e sordum, ilginç bir cevap verdi: “Bizim yerel seçimde aldığımız oyda, çok sayıda diğer muhâlif partilerin zayıf adayları da etkili oldu. Bugün yüzde 30 ve üstü gözüküyor olması bizim için başarıdır”. Çünkü %25 diye şartlanmış bir CHP var. Şimdi CHP’nin standardı %30.  En son aldığı oy %37 idi. Kimileri de “%37’den 30’a düştünüz, kaybediyorsunuz” diyor. Özgür Özel de “Hayır, biz onları yerel seçim diye almıştık. Şimdi bunlar genel seçim anket sonuçları. Buna bakıldığı zaman %30 ve üzerinde, bu da doğru yolda olduğumuzu gösteriyor” diyor. Ne dersin?
Başsoy: Aslında bu herhangi bir kişisel başarıdan ötürü, müthiş bir reklâm kampanyası ve acâyip adaylar olduğu için değil. Büyük kentlerde 2016, 2017’den îtibâren, örneğin İstanbul’da, “Kendimi İstanbullu hissediyorum” diyen insan sayısı %51 oldu ilk kez ve bunun sonucunda da İstanbul seçimi kazanıldı. Bu sosyolojik değişim, aslında yeni gelen nesillerin neyi öncelediğini söylüyor. Yeni gelen nesiller ve çoğunluk olan nesiller için öncelik hemşerilik veya dinsel, inançsal farklılıklar değil. AKP’nin kuruluşundan beri, hattâ ilk 10 yılında da üzerinde sörf yaptığı o büyük dalga küçülüyor ve başka bir dip dalga geliyor. Bu dip dalgasındaki insanlar için önemli olan konu tutarlılık. Sosyal medyanın bir sürü kötü yönü olduğunu söyleyebiliriz, ama şöyle bir iyi yönü var: Karşılaştırmayı çok fazla yapıyor ve insanları çok fazla tutarlılığa sevk ediyor. Bence AKP, MHP ve çevresindeki o dar kadro bunu zerre kadar anlamış değil. Şimdi yayını dinliyorlarsa belki anlarlar. Anlamalarının da memlekete faydası var. O yüzden açık açık anlatıyorum. Öcalan konusundan bir örnek vereyim. Diyelim MHP’li bir vatandaşım, ama parti üyesi değilim. “Öcalan'ın çıkması çok iyi olur” dedim başkanın konuşmasına kanarak. İki gün sonra bunların stratejileri değişti, yine Öcalan bebek katili oldu. O zaman, isterlerse beni o tweet’imden ötürü hapse atabilirler.
Barış süreçleri olur, çözüm süreçleri olur, ama önce bir özeleştiri getirirsin. “Biz de hatâlar yaptık; barışı savunan insanları hapse attık.” Demirtaş üzerinden bir örnek olarak söyleyeceğim bunu, ama aynı zamanda kendi başına bir konu. Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, Kürt siyâsetinde barışçıl sözler söyleyen ve bunun için bedel ödeyen bütün insanları önce bir serbest bırakırsın. “Gelin, yeni bir sayfa açalım” dersin. Bu siyâset üstü bir konu olmalı. Bir partinin, anayasa değişikliğinde kendi %51’ini sağlamasına aparat olarak değil, samîmî şekilde bu işi çözmeliyiz; çünkü canlar kaybediliyor, insanlar ölüyor. Bir insanın öldüğü bir yerde koltuk pazarlığını düşünmek bile ayıp. Bunu açık açık söyler, konuşur, o zaman herkes gelir buraya ve gerçekten bir çözüm konusu olur. Ama “Ben bugün böyle diyorum, yarın da dünya değişir benim yine iktidar olmak için bir yerlere ihtiyâcım olur, o zaman da böyle derim” durumu, eskiden pek bir şey ifâde etmiyordu. Çünkü öncelikli olarak hemşerilik ve doğuştan bize verilen kimlikler önemliydi. Ama kaçırdıkları şey bu: İnsan kentli oldukça ve bu nüfus arttıkça öncelikle tutarlılığa bakıyorlar. Tutarlılık zeminini kaybettikçe mum gibi eriyorlar. Şu an o %30'lara da inanmıyorum.
CHP kendi içindeki şu karmaşayı çok kolay çözebilecek. Özgür Özel de çok zeki bir insan. Birazcık kendi özeleştirisini yapsa veya biraz yukarıdan baksa hemen toparlayacağı basit bir durum var. Bir kriz bile demeyeceğim yani. Herkesin hakkını verse, herkesle hep birlikte konuşsa hemen çözülecek bir konu. CHP açık ara farkla seçim kazanır. Çünkü büyük çoğunluk olan gençler –40-50 yaş altından söz ediyorum; bu, Türkiye’deki seçmenin %70-80’nini oluşturuyor– “Benim liderim ne yaparsa yapsın ben onun arkasındayım” diyen seçmen değil. O seçmen artık 60 yaşında.

Ruşen Çakır: Bu bağlamda, son dönemde yine anketlerde sıklıkla karşımıza çıkan çok daha net bir durum var: Kararsızların çok baskın olması, birinci parti olması. Daha önceki anketlerde, kararsızlar genellikle iktidar partisine oy vermiş seçmenden oluyordu. Ama şimdi araştırmacılar son seçimde CHP’ye oy vermiş olanların içerisinde de ciddî sayıda kararsızlar olduğunu söylüyor. Bu neden olur ve bunu nasıl aşabilir?
Başsoy: O, kendi evini toplar. Kendi evini toplayınca görüntü de daha düzgün olur. CHP’nin sorunu o kadarcık. Yani kendi içinde, herkesin hakkını vermeyle ilgili bir sorunu var. Belki bir şeyler yapıyor zâten; ama daha düzgün yapılması şart. Yaşanan durumda bunu hissediyoruz. Ama bu kararsızlar konusunu şöyle düşün: İnsanlar senin veya benim kadar ilgili olsaydı, şu an bizim bu programı 3 milyon kişi seyrederdi. Anketçi seçim zamânı gelip soru soruyor; adamın ya da kadının işi gücü, gündelik dertleri var, “Ne yapayım? Ne olursa olsun” diyor.  Onlar kararsız değil, siyâsetsiz. Bunu da söyleye söyleye dilimde tüy bitti. “Siyâsetsiz seçmen” diye bir kavram var. Kararsız seçmene benziyor, ama bu kararsızdan farklı bir şey. Hani “Onunla bunun arasında karar vermiyorum” gibi değil bu. Şu an kızını evlendirecek, oğlu askerden gelecek, derdi o. Ankette ona soru sorduğunda, “Aman, cevap vermeyeyim” diyor. Ama eğer toplumda bir kutuplaşma varsa, büyük bir trajedi yaşanıyorsa o zaman insanlar kutuplaşıyor. “Şu anda bombalar patlarken ben domatesi konuşamam” diyor veya “Kızımın düğünü önemli, ama memleket elden gidiyor” diyor. O zaman, bu “siyâsetsiz seçmen” dediğim insanlar azalıyor. Ama şu an ben bile siyâsetsizim, bakmak istemiyorum. Beni keşke Rock müziğin yarınları için ya da elektronik müzikte neler oluyor gibi şeylere çağırsan. Hep siyâset konuşmak için çağırıyorsun. Hani Tarık Akan ölmeden önce bir röportajında bahsetmişti. “Yıllarca siyâsî film çektim; beni hâlâ jön adam rollerine çağırıyorlar, ifrit oluyorum” demişti.  Benim durumum da öyle. 
Dün BirGün gazetesindeydim. Gazetelerin okuma oranları düştü. Algoritma filan diyorlar ama bir yandan da böyle bir gerçeklik var. İnsanlar siyâsetten bıktı. Herkesin işi gücü var. O dediğimiz büyük çoğunluğun sebebi bu. Ama seçime doğru bu hızla bir yere doğru gidiyor. Bugün Özgür Özel’in ektiği ve bâzı CHP’li seçmenlerin hoşuna gitmeyen o tohumlar, yarın büyük fidanlar olarak gelecek. Özgür Özel’in CHP dışındaki yerlerde eleştirilen bu işleri, bence CHP genel başkanlarının yıllardır yapması gereken işlerdi.

Ruşen Çakır: Ülkenin esas ve sâhici gündemi yoksulluk, hayat pahalılığı. Muhâlefetin bu konuda pek bir şey yapmadığı iddia ediliyor. Meselâ ben grup toplantılarını izlediğim zaman, dörtte üçünde ekonomiden bahsediliyor, dörtte birinde siyâsî birtakım şeyler söyleniyor, başlıklar oradan çıkıyor. Hattâ Türkiye’nin dört bir tarafında değişik değişik mitingler yaptılar: fındık mitingi, çay mitingi vs.. Ama çok da ilgi görmedi bunlar. Burada garip bir durum var. Sen siyâsal iletişimci olduğun için daha iyi bilirsin, “Türkiye’nin gerçek gündemi” denen olayı köpürtmek, siyâset yapmanın ana temeli mi?
Başsoy: O da bana kolay bir durum gibi geliyor, herkesten duyduğum bir söz. Özgür Özel’in Mısır’da dededen kalma 500 milyar doları olsa, “Beni seçerseniz bu parayı halka dağıtacağım” dese, o zaman onun ekonomiyle ilgili söyledikleri belki dikkati çekebilir. Herkes Türkiye ekonomisinin durumunu biliyor. Bunu düzeltmek için ne yapacaksın? Evet, eğitime ağırlık verirsin, orta gelir grubundan çıkmak için bir şeyler yaparsın filan. Bütün bunlar 15-20 yılda olacak işler. Bir ağacı ekersin ancak 15 sene sonra gölgesinde oturursun. Bugün kimsenin bir konuyu olumlu anlamda birdenbire değiştirme ihtimâlinin pek fazla olmadığını, ama yanlış bir aday geldiğinde… meselâ Kılıçdaroğlu hep bundan kaybediyordu. Kılıçdaroğlu “Beşli çeteyi mahvedeceğiz” gibi söylemleri yüzünden, insanlarda, “Bu gelirse, ekonomi daha da kötü olur. Bu adam rövanş için geliyor, sıcak para kaçacak” kaygısı doğuruyordu. Şimdi Özgür Özel onu frenledi. Özgür Özel demeyeyim de, bütün bu CHP’li belediyelerin son 5 yılda, yani 2019-2024 arasında gösterdiği başarı, “Bize bir şey emânet edilince, kaynaklarımızı kesseler bile biz hâlâ hizmete devam ederiz” oldu. Şimdi bunu kanıtlamış bir parti, artık Kılıçdaroğlu’nun o pasif-agresif siyâset biçimi de terk ettiği için, insanlar, “Bunlar gelirse ekonomi batar” diye düşünmez. Ama “Ben gelince ekonomi düzelecek” sözünün bir inandırıcılığı yok. Çünkü ekonomiyi düzeltmek çok zor.
Aslına bakarsanız, “AKP'nin yaptığı her şey yanlış” dediğimizde, yine ofsayta düşüyor muhâlefet. O insanların gözüyle anlatıyorum — ki bunun doğruluk payı da var. Çünkü Erdoğan’a bakıyorlar: Araplarla da iyi geçiniyor, Ruslarla da, Amerika’ya da gidiyor bir şeyler yapıyor filan. Zâten Türkiye gibi lojistik konumdaki ülkelerin yırtmacının hep açık olması, elinde de hep sopanın olmasıyla mümkün. Yani herkesle bir şekilde iş yapacaksın ki ticâret dönecek. Meselâ buraya Arap turist de geliyor, Rus turist de geliyor, her taraftan insanlar geliyor. Savaştan kaçan sığınmacılar geliyor ve zannedildiğinin aksine, onlar ekonomiye bir katkıda bulunuyorlar. Yani 10 milyon sığınmacı 10 milyon yumurta ise, Türkiye’de günde 10 milyon yumurta satılıyor demek. Bütün bunlar da ekonomiye kazandırıyor. “Erdoğan’ın yaptığı her şey yanlış, ben doğrusunu yapacağım” dediği zaman, o dediğim siyâsetsiz seçmen tarafından, “Bu adam saçmalıyor” diye düşünülüyor. Ekonomiyle ilgili sıkıntıları dile getirmek tabiî ki çok önemli, sıkıntılar dile gelsin; ama burada seçmene bir aralık yok. Ama “Ben gelirsem beşli çeteyi yargılarım”, “Ben gelirsem hepsini mahvederim” söylemi, seçmen karârını olumsuz anlamda değiştiriyor. “Bunlar esnaf değiller, sanatkâr değiller, işten ve dünya siyâsetinden anlamıyorlar. Bunlar gelince ekonomi batar” paradigması çöktü artık. Öyle bir durum yok.
Ama olumlu olarak söylenecek başka konular var, onlara gidilebilir. Ben Özgür Özel’le birkaç kez bir araya geldim bu seçimden sonra. O birkaç kez söylediğim şeyi de tekrarlayayım: Çünkü ben bunu burada açıkta söylediğim için, zâten AKP ve MHP’nin hep yaptığı şey, ama solun, Türkiye’de muhâlefetin de pek yapmadığı bir şey. “Türkiye ülküsüne, Türkiye sevgisine sâhip çık” diyorum. Türkiye’deki bir insanın, ama sahte ama değil, ama drone gemisi ama uçak gemisi, o gemiye, âilece en güzel kıyâfetlerini giyerek gidip Sarayburnu’nda ziyâret etmelerini küçümseme. Burada önemli bir şey var. “Albayrak drone yaptı” lâfını küçümseme. Ya da Bursa’daki sanâyicilere git, hepsini ziyâret et. Müthiş insanlar var. Porsche’nin de elektronik aksamını yapan veya uzaya gönderilecek şeylerin küçük parçalarını üreten insanlar var. Türkiye’deki müteşebbis gücü, akıllı mühendisleri, akıllı sanaâicileri veya tarımda falan yapılan işleri, coşkuyla bir de sen sâhiplen. Bu önemli bir şey. “Bu adam gelecek ve bizi sâhiplenecek, bizim derdimizi dinleyecek, bizimle berâber bir iş yapacak” demek. Özgür Özel bu konuda çok gayret gösteriyor. Aslında bunlar daha büyük, daha verimli, karşılığını daha çok alabileceğin sular.
Nedense “Türkiyem” lâfını çok zor kabul ettirmiştim. CHP’de bu iletişim konusunu işlerken hep “Türkiye” deniyordu, “Türkiyem” denmiyordu. “Türkiyem” sözünü kabul ettirene kadar canım çıkmıştı. Şimdi artık herkes bunu kullanıyor. Orada da bir seküler kalma kaygısı vardı. Hani bunu söylersek ayıp olur gibi düşünüyorlardı. Türkiye’yi sevmediklerinden değil, ama bu söylem düşüncesini tamâmen sağa terk etmişlerdi. Ben Özgür Özel’in yanına gittiğimde söylediğim tek şey bu: “İnsanların Türkiye sevgisini önemse”. O insanlar aç kalsalar da ülkeleriyle gurur duyuyorlar veya orada yapılan bir binâyla gurur duyuyorlar. İstanbul’da Taksim Meydanı’na geldiklerinde, sağına bakıyor, çok zârif, çok güzel yapılmış bir câmi görüyor. Sol tarafta da bir zamanlar sağcıların yaktığı AKM muhteşem bir şekilde tekrar yapılmış. İkisini de AKP yapmış. Bunu gören bir insan –ki onun ille prototip AKP’li olması gerekmiyor– diyor ki: “Bak, burada bir ihtiyaç vardı, üstelik sembolik de bir anlamı vardı. Burada da bir kilise var, buraya kiliseyi de ezmeyen bir câmi yapıldı. Ne güzel bir hareket. Şuraya da kültür merkezi yapıldı, operalar sergileniyor, tiyatro oyunları oynanıyor, sergiler düzenleniyor. Bunu da AKP yaptı”. O eski “kültür düşmanı, sanat düşmanı” lâfları çoktan tedâvülden kalktı. Her şey sürekli eskiyor ve yeni sözler beliriyor. Yeni sözlere göre düşünüp davranmak gerekiyor

Ruşen Çakır: Son olarak şunu sormak istiyorum: Ekrem İmamoğlu’nun başında bir dâvâ var ve bu dâvâ Demokles’in kılıcı gibi tepesinde sallanıyor. Bu konuda da değişik rivâyetler var. Geçenlerde burada genç bir akademisyen, Onurcan Yılmaz’la bir yayın yaptık. Onurcan Yılmaz ve yine akademisyen Sinan Alper bir makale https://medium.com/@psikopolitik/i%CC%87mamo%C4%9Flu-davas%C4%B1-muhalefetin-mi-%C3%A7%C4%B1kmaz%C4%B1-yoksa-i%CC%87ktidar%C4%B1n-m%C4%B1-ca87c0fb00ed yazmışlar ve “Oyun Kuramı” çerçevesinden hareketle, Ekrem İmamoğlu’nun adaylığının bir an önce açıklanmasını savunuyorlar. Çünkü şu hâliyle bakıldığı zaman, inisiyatif iktidarda görünüyor. Ama Ekrem İmamoğlu’nun CHP’nin adayı olduğu açıklandığı andan îtibâren, aktif olan taraf CHP olacak. Bu akademisyenlerin yazdığı makalede değişik stratejiler ve olası karşı hamle seçenekleri ortaya konmuş. Meselâ Ekrem İmamoğlu’na hemen cezâ gelmesi ya da seçimden çok kısa bir süre önce cezâ gelmesi veya seçimden sonra cezâ gelmesi gibi seçenekler konulmuş. Bu makaleyi yazanlar, İmamoğlu’na cezâ verilmeyeceğini, çünkü bunun Ekrem İmamoğlu’nu daha da güçlendireceğini düşünüyorlar. Burada rasyonel bakıyorlar; ama bence Türkiye o rasyonaliteyi çoktan geçti. Sence iktidarın oyun planı nedir, ne düşünüyorsun?
Başsoy: İktidar artık bir oyun planı kurmasa diyorum. Sürekli bir Kurtlar Vadisi durumu, sürekli bir entrika. Bir kere şu oyun planlarını düşünmek bile yorucu. Ekrem İmamoğlu bu “ahmak” dâvâsı türünden dâvâlarla görevden alınsa, kelepçe vurulsa, hapishâneye götürülse ve bir daha hiç kimseyle konuşturulmayacak şekilde bir cezâ verilse, İmamoğlu tam götürülürken, “Benim yerime Ruşen Çakır cumhurbaşkanı olacak” veya “Ahmet bilmem kim olacak” diye bağırsa, adam cumhurbaşkanı olur. Belki genç arkadaşlar bilmiyorlardır, hatırlatayım, Tayyip Erdoğan da 2002’de siyâsî yasaklıydı, ama seçimi AKP kazandı ve başbakan, Erdoğan değil, Abdullah Gül’dü o dönemde. Daha sonra Meclis’e sunulan yasa değişikliği talebiyle, CHP’nin de oylarıyla, siyâsî yasağı kalktı ve sonrasında milletvekili olarak tekrar siyâsete girdi ve başbakanlığı aldı. Yani yerine kimi gösterdiğine bakar. İmamoğlu, polis onu götürürken “Yerime Mahir kardeşim olacak” dese, yeter. Dolayısıyla, İmamoğlu’nu tutuklamalarının imkânı yok. Hadi diyelim tutukladılar, bu “İmamoğlu sorunu”nu çözmelerinin imkânı yok. Bu apaçık bir gerçek. İmamoğlu’nu durdurabilecek tek kişi Kılıçdaroğlu’ydu ve 2023 cumhurbaşkanlığı seçiminde durdurdu. Öyle olmasaydı, şu an zâten bunları konuşmuyor olurduk.
Ama bu sefer de şunu yapabilirler: Özgür Özel’e gaz verebilirler. Özgür Özel o gazla, “Ben daha gencim, ben genel başkanım” diyebilir. Olabilir bunlar. O yüzden, CHP’nin her biri çok değerli olan bu insanlarının bir an önce, küçük kümeler hâlinde değil, topyekûn bir arada olması gerekiyor. Burada kümeyi şöyle kuruyorum: 2019’daki seçim başarısının bütün yapıtaşları, Kemal Kılıçdaroğlu, Özgür Özel ve bu beş belediye başkanı — ki bence CHP'nin esas çekirdeği bu. Onlar yüzünden 2024’te bu başarı kazanıldı. Bu yedi kişinin konuşması gerekiyor, o zaman sorunlar hemen çözülecek; çünkü büyük bir sorun yok. Ama yeter ki herhangi bir ikisi, herhangi bir üçü değil, yedisi birden konuşsun.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ateş.
Başsoy: Ben teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Evet, “CHP'de işler nasıl?” diye sorduk.
Başsoy: Kötü değil, şu anda enseyi karartacak bir durum yok. Çetin Altan “Enseyi karartmayın” derdi ya.

Ruşen Çakır: Enseyi karartacak bir şey yok, ama küçük bir hareket gerekiyor. Ve bu hareketi, yani partiyi toparlaması, birlik beraberliği sağlamasını da…
Başsoy: Genel Başkan’dan, Özgür Özel’den bekliyorum.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler tekrar. Siyâsal iletişimci Ateş İlyas Başsoy’la “CHP’de işler nasıl gidiyor?” sorusunu cevaplamaya çalıştık. Sağ olsuni Ateş çok değişik açılardan bize çok önemli şeyler söyledi, kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı