Transatlantik: Biden’ın vedâsı – Sürpriz Kursk Harekâtı devam ediyor – Gazze’de ateşkes mümkün mü?

21.08.2024 medyascope.tv

21 Ağustos 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Transatlantik’i yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Uzun bir aradan sonra Washington’da Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’la yine tam kadro bir aradayız. Gönül, nihâyet aramıza döndün. Rivâyetler çıktı. “Gönül Tol transfer mi oldu? Başka yere mi gitti?” diye rivâyetler çıktı. Hattâ bugün tanıtıma, “Gönül Hanım yine son anda satmaz değil mi?” diye yorumlar geldi. Her şey yolunda diye umuyorum. Seninle başlayalım. Biz Ömer’le üç haftadır, Gazze, İran, Hamas, İsrail meselesi, Ukrayna meselesini konuşuyoruz. Biraz da sizin oradaki iç politikayı konuştuk. Bu hafta bunların üzerinden tekrar geçelim. Adım adım gelişmeler oluyor — hem Ukrayna’da hem Ortadoğu’da. Önce Ukrayna ile başlayalım. Ukrayna beklenmedik sürpriz bir saldırı yaparak Rusya topraklarının bir kısmını işgal etti. İşin rengi tam değişmedi sanki; ama bir şeyler değişmiş görünüyor. Senin yorumun nedir?
Gönül Tol: Evet, aslında Ukrayna’nın Rusya içerisine saldırması çok riskli bir şey. Hatırlarsan, Rus işgali başladığından îtibâren, özellikle Batılı ülkeler Zelenski’ye, “Bizim sana verdiğimiz silâhları kesinlikle Rusya içine saldırmak için kullanmayacaksın” baskısı yapıyorlardı. Zelenski için bu çok dramatik. Aslında Putin için de çok dramatik bir gelişme oldu topraklarının içine saldırılmış olması. Rusya bugün, “Savaş başladığından beri Ukrayna tarafından en büyük insansız hava aracı saldırısına mâruz kaldık” açıklamasını yaptı. 45 saldırıdan bahsediyor Rus tarafı. Bunlardan 11’i Moskova'ya, diğerleri Rusya’nın çeşitli yerlerine yapıldı. Fakat Ukrayna’nın Rusya’nın Kursk bölgesine saldırması, Batılı liderler tarafından da çok riskli görülüyor. Zâten o nedenle Zelenski’nin bunu gizli tuttuğu söyleniyor.
Dediğin gibi, bu saldırının savaşın gidişâtını ne kadar değiştireceği sorusunu yanıtlamak lâzım. Askerî uzmanlar bunun sâhada Ukrayna lehine çok büyük bir dramatik değişime sebep olmayacağını söylüyorlar. Bu saldırıyla Ukrayna ne hedefliyordu? Birincisi, Rusya’nın kendi topraklarını korumak için Ukrayna’nın doğusundaki Donesk bölgesinden askerlerini çekmesini bekliyordu. Zelenski’nin ümîdi buydu. İkinci beklentisi, diplomatik müzâkerelerde Rusya’ya karşı elini güçlendirmek, masaya güçlü oturmak istiyordu. Zelenski bir süredir, “Rusya ile diplomatik müzâkerelere hazırız. Bu savaşı sonlandırmak için Rusya ile konuşmak istiyoruz” diyordu. Hattâ Rus tarafıyla bu ay içerisinde Katar’da bir görüşme planlanıyordu. Müzâkerelere giderken elinin güçlü olmasını istiyordu Zelenski.
Peki, bu iki hedefi gerçekleştirdi mi? Öyle görünmüyor. Birincisi, Rusya Ukrayna’nın doğusundan asker çekmedi. Yani kendi toprağını savunmak için asker çekmedi. Tam tersine, Ukrayna, Rusya içerisindeki tuttuğu yerleri elinde tutmaya devam edebilmek için, kendi toprağı içinde mücâdele ettiği yerlerden asker çekmek zorunda kaldı. Tabiî bu da Rusya’ya karşı Ukrayna içindeki direnişi zayıflatan bir durum. İkincisi, Zelenski ilk kez diplomatik müzâkerelerin önü yakın bir zamanda açılmalı sinyali verdi ve Katar’da böyle bir toplantı planlanıyordu. Şimdi Putin ve diğer Rus yetkilileri, “Kesinlikle diplomatik müzâkere söz konusu değil” diyorlar. Katar’daki toplantının da iptal edildiği söyleniyor. Dolayısıyla, Zelenski’nin gerçekleştirmek istediği iki amacı da gerçekleştirmediğini ve son derece riskli bir adım attığını görüyoruz. Şu anda mevcut durumun bir resmini çekersek durum böyle. Zelenski ümit ettiği şeyi alamayacak gibi görünüyor bugünkü koşullarda. Bu nereye evrilecek? Sâhada her şey çok hızlı değişebiliyor çünkü. Rusya’nın, Putin’in bu saldırıya nasıl bir yanıt vereceğine de bağlı. Meselâ Belarus Lideri dün, “Zelenski Rusya’nın içine saldırarak Putin’i bir nükleer savaşa zorluyor” diye bir açıklama yaptı. Putin’in nasıl yanıt vereceğini bilmiyoruz. O nedenle Zelenski’nin bu hamlesinin kendi altını ne kadar oyacağını ve ne kadar Rusya’yı zayıflatacağını anlamak için, ilerleyen günlerde ve haftalarda Putin’in askerî olarak nasıl yanıt vereceğini anlamak gerekiyor

Ruşen Çakır: Ömer, Gönül Belarus liderinin açıklamasından hareketle nükleeri telaffuz etti. Biliyorsun Rusya’nın işgalinden beri nükleer ihtimâli konuşuyoruz. Amerikan Başkanı Biden’ın, dün ya da bugün, orduya nükleer savaşa hazır olma direktifi verdiğini okudum. Ortada bir şey olduğundan değildir, çok bildiğim konular değil; ama aklıma Rusya-Ukrayna Savaşı geldi. Orada bir ihtimalden mi şüpheleniyor, yoksa bunlar birbiriyle ilişkili konular değil mi?
Ömer Taşpınar: New York Times’ta çıkan bu haber birkaç ay öncesine âit bir haber. Tahmin ediyorum Biden bunu çok gizli tutmuş ve zannediyorum Çin’e yönelik bir şey; çünkü Çin’in nükleer cephânesinde müthiş bir artış var. Hattâ projeksiyonlara göre, 2030 yılında Rusya’nın nükleer cephânesini geçip, Amerika’nın cephânesine yaklaşacak derecede bir artış olduğu görülüyor. Biden, “Eğer Rusya, Çin, hattâ Kuzey Kore berâber hareket ederlerse, simültane bir nükleer savaş durumunda nükleer doktrinimizi nasıl değiştirmemiz gerekiyor? Bu üç ülkenin birbirleriyle simültane hareket edip bize saldırmaları durumunda ne yapmamız gerekiyor?” senaryosu için bir kontenjan planı üzerine direktif vermiş ve çok gizli tutulmuş. Bu konu basına sızdı. Dolayısıyla bu Ukrayna’daki son gelişmelerle alâkalı bir durum yok. Fakat tabiî ki, “Putin sıkıştığında nükleere başvurur mu? Bir taktik nükleer saldırıya gider mi?” sorusu berâberinde geliyor.
Burada hep söylediğimiz şey, bunun bir ihtimal dâhilinde olduğu, fakat yerleşim yerlerine hattâ askerler üzerine değil, sembolik bir sinyal vermek için boş bir alana atılabileceği, Karadeniz’e atılabileceği ve “Tırmandırıyorum” mesajı vereceği. Tırmandırıp, bir şekilde Ukrayna’nın, Batı’nın, NATO’nun  korkmasını sağlayıp, müzâkereye çekme, cephede kaybederken birdenbire elini yükseltip avantajlı duruma gelme alternatifi olarak ele alınıyor.
Seninle birkaç haftadır konuştuğumuz gibi Putin aslında beklemediği bir îtibar kaybı yaşıyor şu anda. Ukrayna’nın bu saldırısı beklenmiyordu. Sürpriz bir saldırı oldu. Gönül’ün söylediği gibi, çok gizli tuttu bunu Zelenski. Bunun bir riski, Ukrayna’nın elinde asker sayısı azaldı, askerlerini yaymak zorunda kaldı Zelenski. Zâten doğu cephesindeki askerlerini, hattâ elit güçlerini çekerek bu kadar kısa bir zamanda güçlü ve sert bir şekilde önemli bir alan kazandı Kursk’ta. Nitekim bunun bâzı negatif sonuçlarını şu anda doğudaki savaş cephesinde yaşıyor. Doğuda önemli bir şehri kaybetmek üzereler. İsmi şu anda aklımda değil. Oradan halkı daha da batıya doğru taşıyorlar. Zelenski’nin bu hamlesi gerçekten riskli bir hamleydi.  Doğuda bazı kayıplar yaşamasına neden olabilir. Fakat eğer burayı tutabilirse uzun dönemde elini güçlendirebilir.
Katar’da Gönül’ün bahsettiği görüşmeler iptal edildi. Fakat bu görüşmeler, teknik enerji altyapısına saldırmamak üzerine bir görüşmeydi. O görüşmeyi bile iptal etti Putin. Şu anda büyük bir öfke içinde. Sanki her şey normalmiş gibi Azerbeycan’a gidiyor ve diplomatik temaslarına devam ediyor. Ama aslında Putin için, artık iyice bir diktatörlük hâline gelmiş Rusya için saklayamayacağı, utanç verici bir durum oldu. II. Dünya Savaşı’ndan beri Rusya topraklarına ilk kez böyle bir saldırı oluyor. Ve bunu püskürtemiyor Putin. Ukrayna’nın belirli bir toprağını alamamanın dışında, Rusya gibi bir süper güç için kendi toprağını savunamaması, imparatorluk bakiyesi olan, Sovyetler Birliği gibi bir imparatorluk kurmuş, sonra onun yıkılması sonucu hayal kırıklığı yaşamış ve bir bakıma bütün projeleri tekrar bu etki alanlarını kurmak üzere olan ülkenin kendi toprağını savunamayan bir duruma düşmesi, Putin açısından saklayamayacağı çok zor bir durum oldu. Şu anda Rusya’da yeni bir Savunma Bakanı var. Aslında kendisi bir ekonomist. Ekonomi konularına, bütçe konularına daha hâkim. Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak yine Sergey Şoygu ön planda. Rusya beklemediği bir hamle yedi. Fakat bunun karşılığında rövanşı, Ukrayna cephesini doğuda daha büyüterek almaya çalışacak.
Bir de son olarak şunu ekleyeyim: Zelenski, muhtemelen uzun dönemde Trump’ın kazanma ihtimâline yönelik hareket ediyor. Trump kazanırsa, göreve gelirse, “Bir an evvel diplomatik görüşmelere başlayın” diyecek. Masaya, Rusya’nın elinden bâzı toprakları almış bir Zelenski olarak gelmesi doğu cephesinde elini güçlendirebilir. Ama burayı elinde tutabilecek mi? Daha 6 ay var devir-teslime. Trump kazansa bile, Biden daha 5 ay kadar iktidarda. Trump diyelim ki 2025’te böyle bir şeye diretti. Bu kadar süre elinde tutabilecek mi zorlanan bir Ukrayna Ordusu? Putin masaya geldiğinde, gerçekten doğuda bazı toprakları geri verir mi gerçekten? Bunlar şu anda kestirilmesi zor konular.
Fakat Ukrayna açısından baktığımızda; şu anda elinde 60 milyar dolarlık F-16’lar var — ki bu F-16’ları çok kullanmadı Ukrayna. Benim gördüğüm kadarıyla daha çok drone’ları kullanıyor. Çünkü F-16’ları toprak savunması konusunda kullanması zor. Şu anda kara kuvvetlerinin ön planda olduğu bir cephe savaşı söz konusu. Tabiî ki Rusya’nın bir demografik askerî üstünlüğü bâkî. Dolayısıyla uzun dönemde temel dinamiklerin hâlâ Rusya lehine olduğunu düşünüyorum. Trump gelse de gelmese de, Ukrayna’nın bu süreçte, Amerika’nın bir şekilde Çin’i öncelemesi nedeniyle, Amerikan halkının bu savaştan bıkmış olması, buraya çok para akıtılmış olması nedeniyle, bence Zelenski gerçekten müzâkerelere hazırlanıyor. Fakat elinde tutabilecek mi bu aldığı toprakları, göreceğiz.
Gönül Tol: Ruşen, şunu ekleyebilir miyim Ömer’in söylediklerine? Aslında her iki taraf açısından da riskli olduğunu söyledik. Ukrayna açısından risklerden bir tânesi de şu: Bugüne kadar Batılı ülkelerin, özellikle Avrupalı ülkelerin Zelenski’ye destek verirken, “Verdiğimiz silâhları Rusya içerisine bir saldırı için kullanma!” demesinin bir sebebi vardı. Hep tedbirli olmasını istediler Zelenski’den. Şimdi Rusya’nın içerisinde bir operasyon yapıyor Zelenski. Putin’in vereceği tepkiye bağlı olarak, Avrupalı ülkeler ve belki Amerika, siyâsetini Zelenski aleyhine değiştirebilir. Meselâ şimdi Almanya’da bakanlardan bir tânesinin, “Ukrayna’ya yardıma devam edemeyiz” dediğiyle ilgili basına bir mektup sızdırıldı. Bunun temel nedeni, aslında Alman bütçesine dâir endîşelerdi. Fakat Almanya’da hükûmetin söylediklerini, oradaki siyâsî tartışmayı tâkip eden insanlar şunu söylüyorlar: “Evet, bütçe açısından üzerimizde ciddî bir baskı var. Soruyoruz kendimize, Zelenski’ye desteği sürdürebilir miyiz diye tartışıyoruz.” Bir de şöyle bir korku var: Putin eğer dramatik bir şekilde tırmandırırsa, Zelenski de Batılı liderlerin sözünü dinlemiyor. Bu, daha fazla bir toplumsal baskı, “Yardımı kes” baskısı yaratabilir Batılı liderler üzerinde. Zelenski açısından riskli bir durum bu. Almanya Avrupa’da Ukrayna’nın en büyük destekçilerinden birisi. Savaş başladığından bu yana inanılmaz bir askerî destek akıttı.
Peki, Rusya ve Putin açısından risk nedir? Rus Ordusu, silâh ve mühimmat bakımından askerî olarak Ukrayna’dan çok daha üstün bir yerde. Bu hâlâ böyle. Her iki ordu da yıpranmış durumda. Ancak Rusya hâlâ daha üstün Ukrayna’ya kıyasla. Ama Rusya’nın da ciddî problemleri var. Asker açığı var. Meselâ Putin dün Çeçenistan’a gitti ve Rusya yanlısı lider Kadirov ile görüştü. Bu görüşmenin zamanlaması da önemli. Çünkü Ukrayna’ya karşı Rusya saflarında savaşan ve Putin’in savaşına destek veren on binlerce Çeçen savaşçı var. Yıllar sonra Putin’in Çeçen lider ile görüşmüş olması, bence Putin’in kendi elindeki askerî güce dâir endîşe duyduğunu da gösteriyor.
İkinci risk, bugüne kadar Ruslar için Ukrayna’ya yapılan –Putin'in deyimiyle “özel operasyon”– sâdece bir özel operasyondan ibâretti; başka bir ülkede olan bir savaştı. Ekonomik olarak çok zorlandı Rus ekonomisi. Zorlanıyor, ama yine de Batı’nın beklediği gibi dramatik bir çöküş olmadı. Dolayısıyla Rus halkının, Putin’in Ukrayna'da giriştiği böyle bir mâcerâya baş kaldıracak bir sebebi yoktu tam olarak.
Geçenlerde Kursk bölgesinde, Ukrayna’nın elinde tuttuğu yerlerdeki Ruslarla konuşulmuş; anekdot bana ilginç geldi: Halktan birisi, “Savaş başladığından bu yana…” diyor. Röportajı yapan gazeteci, “2022’den bu yana olan savaş mı?” diye soruyor. “Hayır, hayır. 3 hafta önceki savaş” diyor. Yani savaşı ilk kez hissediyor Rus halkı. Savaştan kastı, birkaç hafta önce Ukrayna’nın Rusya içine başlattığı operasyona “Savaş” diyor. Dolayısıyla bu da Putin açısından bir risk içeriyor bence.

Ruşen Çakır: Putin’in karizmasından bahsettik. Ama İran’ın karizması da çok kötü çizildi. Sen yokken bayağı konuştuk bunu Gönül. Hâlâ Haniye sûikastına karşı İran’ın misilleme yapması bekleniyor. Hattâ Türkiye’deki birtakım kanallar saat veriyor. Sabaha kadar oturmuşlar, konuşacak bir şey de yok. Bir de zâten oturanların büyük bir kısmı ne İran’ı ne İsrail’i doğru dürüst biliyor. O ayrı bir hikâye tabiî. Saldırı olacak da yorum yapacaklar diye bekliyorlar. Bayağı bir beklendi. “İran acele etmeyecek” diyenler haklı çıktı sanki. Bütün bu süreç içerisinde seninle hiç konuşamadık bunu. Çünkü sen son “Transatlantik”lere katılamadın. Ama izlediğini biliyorum. İran’ın bu tutumu şaşırtıcı mı? “Muhakkak bir şey yapar” düşüncesi baskın. Yapmak isteyecek, ama ne yapacak? Bunun ölçüsü ne olur? Bunun ardından bölgesel bir savaş çıkar mı? İlk tepki olarak, “İran çok sert cevap verecek” yorumları yapıldı. Hattâ bir gün önce Lübnan’da Hizbullah’ın çok önemli bir komutanı da İsrail tarafından öldürüldüğü için, “Bölgesel savaş geldi geliyor” havası vardı. Şimdi bu soğutulmuş bir durumda. Ateşkes meselesini sonra konuşuruz, ama şu İran meselesi hakkında ne düşündüğünü merak ediyorum. İran ne yapmak ister? Ne yapar? Sınırları ne? Ne düşünüyorsun?
Gönül Tol: Ruşen, bu senin sorduğun soruları tam olarak İran rejimi kendisi yanıtlayamadığı için, bir türlü o yanıt gelmiyor. Çünkü zor durum bir taraftan. Ben kesinlikle bir yanıt vereceğini düşünüyorum. Bu yanıtın da nisan ayında verdiği yanıttan çok daha dramatik olacağını düşünüyorum. Hatırlayalım: Nisan ayında İsrail’in Şam’daki İran diplomatik ataşesine yaptığı bir saldırı vardı ve buna yanıt olarak İran 300 tâne füze fırlatmıştı İsrail’e. Bunların çok büyük bir kısmı hem İsrail tarafından hem Amerika’nın yardımıyla hem bölge ülkelerinin, Ürdün’ün yardımıyla durdurulmuştu. İsrail tarafı ciddî bir kayıp vermemişti. Şimdi ondan çok daha dramatik ve çok daha radikal bir yanıt vermesi gerekiyor İran’ın. Ama bu vereceği yanıtın da sonuçlarını düşünmek zorunda. İran öyle bir bölgesel ve global konjonktürde ki… kolay değil. Çünkü her şeyden önce bu gerçekten bölgesel bir savaşa evrilebilir. İran rejimi kendisini o kadar güçlü hissetmiyor. Zâten içeride çok ciddî sorunlar var. Ekonomik sorunlar var. “Yeni Cumhurbaşkanı seçildi. Neden ılımlı bir insanın gelmesine izin verdi rejim?” diye konuşurken bunu söylemiştik. Çünkü içeride o kadar çok sorunla mücâdele ediyor ki, rejimin meşrûiyeti çok azalmış durumda. Halkın haklı taleplerine bir yanıt olarak böyle ılımlı bir isim seçildi. Halkın taleplerini sembolize edecek, politikayı belirlemese bile rejimin “Biz sizi duyduk. Endîşelerinizi biliyoruz” deme yoluydu ılımlı bir insanın cumhurbaşkanı yapılması. Rejim kendisinin gerçekten çok kırılgan olduğunu biliyor. Meşrûiyetinin içeride azaldığını biliyor. O nedenle, yeni bir bölgesel savaşta bu sorunların katlanmasını istemiyor. Zâten o yüzden 7 Ekim’den bu yana çok tedbirli davranmıştı İran. Bu, işin bir tarafı.
İkincisi, İran’ın vereceği yanıt Gazze’deki müzâkereleri baltalayabilir. Bunu da istemiyor. Çünkü 7 Ekim’in, taktik olarak olmasa bile stratejik olarak Netanyahu rejiminin altını oyduğunu biliyor. İsrail’in dünya gözündeki imajı, Amerika ile arasındaki gerginlik düşünüldüğünde, İran’ın, Hamas’ın, Hizbullah’ın parçası olduğu direniş ekseninin, stratejik olarak uzun vâdede bir kazanım elde ettiğini biliyor. Tam ölçülüp biçilmemiş bir yanıt vererek bu resmi tersine ve kendi aleyhine çevirmek istemiyor İran. Üçüncü sebep de şöyle: Bence İran Trump’a kazandırmaktan da korkuyor. Bir yanıt verdiğinde, zâten Netanyahu o yanıtı bekliyor. O nedenle, burnunun dibinde gezen Haniye’yi gidip Tahran’da vurdu. Netanyahu’nun amacı Tahran’ı provoke etmekti. Şimdi buna bir yanıt vererek Trump’a seçim kazandırmak istemiyor. O yüzden de vereceği yanıtı çok iyi düşünmesi gerekiyor İran’ın. Fakat bu resmin bir tarafı. Neden temkinli olması gerektiğini anlatıyor.
Resmin diğer tarafı ise: İran bir yanıt vermek zorunda; çünkü gerçekten bu çok büyük bir utanç İran rejimi için. Bir değil, bir sürü art arda olmuş dramatik gelişme var. Bütün bunlar İran rejiminin sâdece içeride değil, aynı zamanda bölgede de o “Amerika’ya, İsrail’e kafa tutan güçlü rejim” imajının altını oydu. O yüzden bir yanıt vermesi gerekiyor. Bu yanıtın, dediğim gibi nisan ayındaki yanıttan daha güçlü bir yanıt olması gerekiyor. Fakat bu nasıl bir yanıt olacak? O yüzden bence mutlaka bir yanıt verecek. Nisan’da olduğu gibi onlarca, yüzlerce füze fırlatmayacak. Belki daha stratejik, belki Tel Aviv’de nokta atışıyla bir askerî üssü vurabileceği bir yanıt verecek. Hizbullah’ı kullanarak da yanıt verebilir. Ama Hizbullah’ın da çekinceleri var. İran’ın yüzde yüz kontrolü de yok Hizbullah üzerinde. Hizbullah sonuçta bir siyâsî aktör ve önemli bir siyâsî aktör. Kendi meşrûiyeti, Lübnan içerisinde azalmış bir siyâsî aktör. Onun da kendi sebepleri var bu çatışmayı sınırlı tutmak için.
O yüzden İran’ın önünde çok karmaşık bir resim var. Çok iyi ölçüp biçmesi gerekiyor. Ama o zamana kadar boş durmuyor, bir psikolojik harp yürütüyor aslında. Her gün bir İranlı yetkili çıkıp: “Bugün-yarın yanıt vereceğiz” diyor. İranlı liderler, Avrupalı liderlere mesaj veriyor. Victor Orban’a, “Biz hemen yanıt vereceğiz” diyerek haber sızdırıyor gazetelere. Dolayısıyla İsrail halkı, “İran bugün mü saldıracak, yarın mı saldıracak?” diye diken üzerinde bekliyor. Bu da önemli bir taktik. Meselâ bugün İran rejiminden isimler, “Saldıracağız, ama uzun da sürebilir saldırı” dediler. Aslında bu çok korkunç bir psikolojik savaş taktiği. Bence İran yanıt verecek, fakat bunun sınırları ne olacak, ne zaman olacak? Onu kestirmek güç.

Ruşen Çakır: Ömer, sen askerî okulda hocasın, biliyorsundur. Televizyon yorumcuları bekliyorlar, sen yer ve zaman söylersen onlara bir iyilik yapmış olalım. Gönül’ün söylediği çok önemli hakîkaten. İranlılar sürekli birtakım bilgiler sızdırıp insanları böyle ağaç ediyorlar. İsraillileri diken üzerinde bırakıyorlar. Ama hep konuşuyoruz ya? İran rejiminin kendi toplumu nezdinde bir meşrûiyet sorunu var, değil mi?
Ömer Taşpınar: Evet, ama saldırırsa o meşrûiyeti artacak mı? Onu da sormak gerekiyor. İran halkının gözünde rejimin meşrûiyet sorunu, biraz da bütün paraları Hizbullah’a akıttığı için ve bu bölgede vekâlet üzerinden savaş yürütmesi yüzünden. Meselâ İran futbol maçlarında benim duyduğum sloganlardan biri: “Ne Hizbullah ne Hamas!” “Asıl bizim hayâtımız nerede? Biz ne olacağız?” diyorlar. Dolayısıyla halkın gözünde meşrûiyet sorunu yaşayan rejim, İsrail’e saldırdığında, “Yaşasın! Bizimkiler saldırdı” mı diyecekler? Yoksa: “Eyvah! Bu sefer İsrail bize ne yapacak?” sorusu mu gelecek? Bu bir satranç oyunuysa ve Hamaney aslında rejiminin çatırdadığının farkındaysa… ki bence farkında, çünkü Peseşkiyan’a izin vermesi ekonomik sorunlar nedeniyle oldu. Bir önceki cumhurbaşkanının başarısızlığı, ekonominin çöküntü içinde oluşu ortada. Dış politikada belirli bir başarıdan bahsedebiliriz. Çin ve Rusya ile ilişkileri iyi gidiyor. İsrail’e karşı en azından bölge ülkelerinin gözünde prim kazandı İran. Direniş Cephesi’nin lideri olarak belirli bir prestiji var bölgede. Ama kendi halkının gözünde, sorun yaşayan ve bu sorunu İsrail’e saldırarak, misilleme yaparak halledemeyecek bir rejim. Çok radikal isimler vardır gerçekten rejimi destekleyen. Böyle isimler isteyebilirler, prestij olarak düşünebilirler. Gönül’ün yaptığı, “İran bir şey yapmak zorunda” yorumu, çok duyduğum bir yorum.
Gönül’ün söylediklerini bir açalım: Trump’ın kazanması gibi bir önemli durum var karşı karşıya olduğumuz. Bu ne kadar uzatabilir bunu? Amerikan seçimlerinden sonraya bırakmak anlamına mı geliyor? Şöyle bir düşündüğümüzde sonraki hamleler ne olur? Diyelim ki İran, bir şekilde İsrail’i tekrar misilleme yapmaya yöneltecek bir saldırı düzenledi. Netanyahu’nun amacı İran’ı savaşa çekmek değil mi? Tamam işte, savaşa doğru gidiyoruz. O zaman Netanyahu’nun ilk hamlesi ne olur? İran sert bir saldırıyla, hele içeride daha başarılı, daha dramatik daha vurucu bir saldırı düzenlemiş olsa ne yapabilir Netanyahu? Netanyahu’nun stratejik amacı nedir? Netanyahu’nun stratejik amacı da İran’ın tam tersi: Trump’ın iktidâra gelmesi. Trump’ı iktidâra getirmek için ne yapabilirsin şu anda? Netanyahu’nun yerinde olsan nasıl etkileyebilirsin Amerikan politikasını? Kongre’ye gelip konuşma yapmak bir nebze etkiliyor; ama asıl önemlisi, ekonomiyi etkilemek. İran’ın petrol kuyularını vurmaya kalktığı anda –ki ellerinde F-35’ler var– ne olur petrol fiyatları? Diyelim İran’a, petrol rezervlerinin, kuyularının olduğu Basra Bölgesi’ne 6-7 tâne büyük saldırı yaptı ve bunu 3-4 güne yaydı. Petrol fiyatları birdenbire %40-50-60 arttı. Kamala Harris’in durumu ne olur? Biden’ın durumu ne olur? Kendi gözlerinin önünde yaşanan, Ortadoğu’da bir savaş var. Trump, “İşte bu adamlar buraya getirdi dünyayı. Benim gelmem gerekiyor” der ve seçimleri kazanabilir. Netanyahu böyle bir şey istiyorsa İran buna zemin verir mi?
Gönül Tol: Vermemeli.
Ömer Taşpınar: Vermemeli. Amerika böyle bir şeyi de görüyor olmalı. Biden’ın Netanyahu hakkında ne düşündüğünü üç aşağı beş yukarı biliyoruz. Onu çok sevmediğini, Netanyahu’nun da Biden’ı sevmediğini biliyoruz. Biden’ın Amerika’da Trump’ın tekrar gelmemesi için yapabilecekleri ortada. Buna karşı Amerika da bir şeyler yapmalı, değil mi? Ne yaptı? İki tâne savaş gemisi yolladı bölgeye. Nükleer denizaltılarını yolladı, güdümlü balistik füze atabilecek denizaltılarını yolladı. Ne mesajı veriyor İran’a bu? “Çok dikkat et. Yaptığın hamle karşılığında İsrail sana saldırabilir. Ama ben daha kötü saldırırım. Hele İsrail’de ciddî bir ölüme neden olacak bir şey bulursak, senin rejimini altüst ederim.” Mesaj bu. Caydırıcılık mesajı. İran buna yönelik bir şekilde frene bastı. Akıllıca frene bastı bence. Asimetrik yollardan hareket edebilir.
Benim birkaç haftadır sana söylediğim ve çok da hoşuma gitmeyen, ama ilgimi çeken bir gelişme var: İsrail beş rehîne daha ele geçirdi şu anda. Ama bu rehîneler ölü rehîneler. Hamas’ın elindeki rehîneler bir şekilde ölüyor. Bu rehîneler niye ölüyor? Hamas için bu rehîneler altın değerinde. Hamas için bu rehînelerin hepsi karşılığında, yüzlerce Filistinliyi İsrail hapishânelerinden çıkarabilecek rehîneler bunlar. Bunlar niye ölüyor? Aslında bunları çok iyi bir şekilde elinde tutmalı, ama ölüyorlar. “Ben öldürdüm” demiyor Hamas. Ama aklıma şöyle bir şey geliyor: Acaba, “Sen bunları yaptıkça bu rehîneler ölmeye devam edecek” diye bir gizli mesaj mı veriyor? Bunlar da asimetrik psikolojik savaşın bir parçası olabilir. Hamas bunu yüksek sesle yaptığı anda, “İsrail bana her saldırdığında bir rehîne öldüreceğim” dediğinde, Hamas’ın Filistin dâvâsını savunan bir örgüt olarak dünya kamuoyunda birazcık pozitif bir imajı varsa, o yok olur. “Rehîneleri öldürüyor” durumuna düşmek pek hoş değil, ama ölüyorlar sonuçta. Evet, bir kısmı yaşlı, belki de doğal ölümdür. Bir bilgim yok bu konu hakkkında. Sâdece spekülasyon yapıyorum. Ama bu kadar çok rehînenin ölmüş olması bir tesâdüf mü? Bu kadar rehîneyi elinde tutarken. % 20-30’unun ölmüş olduğundan bahsediyor. Bunlar da asimetrik savaşın bir parçası olabilir. Hizbullah üzerinden, Husiler üzerinden vurabilir. Bir askerî ataşesini başka bir yerde vurabilir. O yüzden ben, dramatik bir misillemeden çok, asimetrik, zamana yayılmış, kendi rejimini koruyacak ve bir şekilde Amerikan seçimlerinde Trump’ın iktidara gelmemesini sağlayacak adımlar bekliyorum İran’dan. O nedenle en başından beri, “Hemen saldıracak. Büyük bir saldırıda bulunacak. Rejim bir an evvel prestijini tekrar kazanmak zorunda” yorumlarına çok katılmıyordum. Nitekim zamana yaymış olması bunu gösteriyor. Tabiî bunu dedikten sonra, bu haftasonu bir saldırı olursa da her zamanki gibi konuşuruz.

Ruşen Çakır: Gönül, hızlıca şu konuya geçelim. İsrail sonunda ateşkes planına “Evet” demişti, ama yine olmadı. Ondan sonra da Demokrat Parti’nin kongresini, konvansiyonu konuşalım. Çok acâyip bir olay olmuş orada birçok açıdan. Ne diyorsun? Ateşkes yine bir şekilde olmuyor.
Gönül Tol: Olmuyor. Amerikan Dışişleri Bakanı Blinken Ortadoğu’daydı ve amacı taraflar arasında bir anlaşma zemini bulmaktı. Kendinden çok emin gitti. Blinken, “Bir anlaşmaya varıldı. İsrail tarafı kabul etti. Şimdi sıra Hamas’ta. Hamas’ın kabul etmesi lâzım” açıklamasını yaptı. Ama İsrail tarafı, “Hayır. Yok öyle bir şey” dedi. Tabiî bir ateşkes anlaşmasında uzlaşmak çok zor. Bence, Hamas ateşkesi istiyor, ateşkese ihtiyâcı var. Çünkü askerî olarak çok ciddî bir darbe yedi Hamas. O nedenle bir an evvel ateşkesin imzâlanması Hamas’ın lehine bir durum. Fakat İsrail’in bütünüyle Gazze’den çekilmesi şartından vazgeçmek istemiyor Hamas. Çünkü ancak o şekilde askerî olarak bir nefes alıp yeniden toparlanabilir İsrail’e saldırmak için. O nedenle, “İsrail bütünüyle ama’sız, fakat’sız Gazze’den askerî olarak çekilmeli” şartını orada tutuyor. 
Netanyahu’ya gelince; Bir kere Netanyahu ateşkesi istemiyor. Bunun sebeplerini konuştuk. Her şeyden önce koltuğu bu savaşın uzamasına bağlı. İkinci sebep de Amerikan seçimleri. Eğer şimdi kabul ederse, Biden ve Kamala Harris ekibine bir kredi açılmış olacak. Bu onların başarı hânesine yazılmış olacak, bunu istemiyor. Şunu da belirteyim, PBS kanalından Judy Woodruff bir açıklama yaptı. Çok güvendiğim bir gazetecidir. Twitter hesâbımdan da paylaştım. Trump’ın Netanyahu’yu arayarak Biden ve Blinken’ın bastırdığı ateşkes anlaşmasını imzâlamamasını, bunun Kamala Harris’in kazanmasına sebep olacağını söylediğini açıklamış. Netanyahu zâten Trump’ın seçilmesini istiyor. O nedenle bu anlaşmanın imzâlanmasını istemiyor ve o yüzden sürekli yeni şart ekliyor.
Netanyahu’nun geçen ay eklediği şart nedir? Gazze’de iki koridor var. Bir tânesi Mısır’ın Gazze sınırındaki Philadelphia Koridoru. Bu koridordan askerî olarak çekilmek istemiyor İsrail. Mısır da, Hamas da, Amerika da İsrail’in bu koridordan çekilmesini istiyor. Fakat İsrail tarafı, Netanyahu, “Ben çekilemem. Tam sınırdaki o dar koridordan çekilirsem, Hamas, Mısır tarafında olan tünellerden askerî olarak destek alacak” diyor. Mısır da, “Yok öyle bir şey. Biz zâten buradaki tünelleri yerle bir etmiş durumdayız” diyor. İsrail’in orada askerî olarak hemen sınırında bulunmasını istemiyor. Çünkü bu Mısır kamuoyunda çok tepki yaratan bir durum.
İkinci koridor da kuzeyde Netzarim Koridoru. Kuzeyde, İsrail içerisinden denize kadar uzanan ve Gazze’yi neredeyse kuzeyden bölen bir koridor bu. İsrail tarafı bu koridora aylardır yatırım yapıyor ve askerî olarak güçlendiriyor. Netanyahu buradan da çekilmek istemiyor. Kuzey boşaltılmış durumda. Hamas’ın kuzeydeki varlığı çok ciddî zayıfladı. Netanyahu: “Buradan çekilmek istemiyorum. Eğer ben buradan çekilirsem, Hamas yeniden kuzeyde canlanacak ve güçlenecek” diyor. Filistinlilerin, İsrail saldırıları nedeniyle aşağı doğru inen Gazzelilerin kuzeye gitmesini engellemeye çalışıyor. Yani yeni bir işgal girişimi Netanyahu açısından. O nedenle buralardan çekilmek istemiyor. Ve şart olarak anlaşma metnine bunları koydurdu. Bunlardan da vazgeçmiyor. Dolayısıyla bir türlü ateşkes olamıyor. Bu, herkesi zor durumda bırakıyor. Her şeyden önce, 40 bin Gazzeli öldü, ölmeye de devam edecek. Bu arada Blinken’ın orada çok öfkelendiği söyleniyor. “İsrail tarafı buna ‘evet’ dedi” diye açıklama yapıyor. Sonra İsrail tarafı, “Biz buna ‘evet’ demedik” diyor. Blinken’ın da niyeti mümkün olduğu kadar hızlı bir şekilde bu ateşkesin imzâlanması. Çünkü bu durum Kamala Harris’in kampanyasına da yardımcı olacak.
Bu arada ateşkes imzâlanırsa İran için de iyi olacak. Çünkü İran, Ömer’in de söylediği gibi, mümkün olduğu kadar büyük bir dramatik yanıt vermeden meseleyi çözmüş olacak ve “Ben bastırdım. ‘Yanıt veririm’ tehdidini elimde tuttum ve o şekilde bu ateşkes anlaşmasına varıldı” diyerek Filistin dâvâsının en ateşli ve en kuvvetli savunucusu olarak, kendisini bölgeye ve kendi halkına lanse etmek istiyor. Ama dediğim sebeplerle, Hamas çok istemesine rağmen, Netanyahu bunu yapmak istemiyor. Bu da hem ciddî bir insânî krizin devâmı anlamına geliyor, hem de Harris için zor bir durum.

Ruşen Çakır: Görüldüğü kadarıyla bütün aktörler gözlerini Amerika Birleşik Devletleri’ne dikmiş durumda. Seçime bayağı az bir süre kaldı. Kamala Harris’in adaylığının açıklanmasıyla berâber işin rengi değişti. Gönül, sen yokken biz bunları Ömer’le bayağı konuştuk. Ömer, biliyorsun Demokrat Parti’nin kongresi yapıldı. Biden bir anlamda vedâ etti. Ama gördüğüm, çok kalabalık, çok coşkulu bir konvansiyondu. Bu seferki istisnâî bir şey mi, yoksa zâten hep böyle mi?
Ömer Taşpınar: İstisnâî gibi. Şikago’da oluşu zâten önemli. Vietnam döneminde, zannediyorum 1967- 1968 yılında Şikago’da yine bir kongre yapılmış. O kongre de buradaki gibi çok canlı geçmiş. Hattâ bu sefer Gazze konusunda Filistin’i tutan partinin tabanındaki militan gençlerin gelip konvansiyonu basacakları, tıpkı 68 döneminde Vietnam konusunda olduğu gibi yine büyük olaylar olacağıyla ilgili bir endîşe ve dedikodu çıkmıştı. Tabiî öyle bir şey olmadı, sâdece bâzı küçük gösteriler oldu. Fakat Kamala Harris sâyesinde gelen müthiş bir heyecan var. Normalde şu anda aday Biden olsaydı, buradaki heyecânın yerinde yeller eserdi. Bu heyecan parti teşkîlâtında da hissediliyor. Önemli isimler konuşma yapıyor.  Dün Barack Obama ve Michelle Obama konuştular. Ondan önce Biden ve Hillary Clinton konuştu. Bir kadın başkanın seçilmesinin, gelebiliyor olmasının yolunu açtığı için Hillary Clinton’a çok kredi veriliyor. Dolayısıyla burada büyük bir heyecan var ve bu heyecan kamuoyu yoklamalarına da yansıyor. Kamuoyu yoklamalarında da seçim haritasını genişletmiş durumda Kamala Harris’in adaylığı. Normalde kazanamayacağı bâzı eyâletlerde rekabet ediyor duruma geldi. Arizona, Georgia bunların başında geliyor. North Carolina’da tekrar topa girebiliyor. Kuzeyde Pennsylvania, Wisconsin ve Michigan’da %4-5 oranında arayı açmış durumda. “Bütün bu heyecan, ‘biz kazanıyoruz’ havası bir rehâvet yaratır mı?” endîşesine karşı, Demokratlar, “Hayır, her şey çok yakın aslında. Bakmayın bu kamuoyu yoklamalarına. Biz bu filmi daha önce de gördük. 2016’da Hillary Clinton kazanıyor zannettik, ama Trump kazandı” deyip, rehâvete kapılmama yönünde de aklıselim mesajlar var gerçekten.
Sonuçta, hele Ortadoğu’da bahsettiğimiz dinamikler varken, Rusya’daki dinamikler varken, Amerikan ekonomisi hassas bir dönemden geçerken, çünkü daha iki hafta öncesine kadar, bir durgunluk beklentisi vardı, enflasyon hâlâ yüksek ve birdenbire borsada çok büyük bir çöküş yaşanmıştı, bu nedenle böyle korkular vardı. Şimdi bunlar yerini biraz daha iyimser yorumlara bıraktı. Ama ekonomide, 2019’dan bu yana, yani Trump bıraktığından bu yana enflasyon dört yılda %20-25 oranında artmış. Hele gıda fiyatlarında %60-70’e varan artışlar var. Bütün bunlar Amerikan halkının ekonomi konusunda hâlâ soru işâretleri olduğunu gösteriyor. Bir iki kamuoyu araştırması dışında, Trump’ın, ekonomi konusunda, sınır güvenliği ve göçmenler konusunda Amerikan halkının genelinde daha çok güven yarattığı konusunda hemfikir olan kamuoyu araştırmaları da var.
Bütün bunlara rağmen Kamala Harris nasıl kazanıyor dersen, Harris parti tabanını toparladı. Çok büyük rakamlarda bağışlar geldi. Bunlar genelde küçük bağışlar. Bu da tabanın ne kadar mobilize olduğunu gösteriyor. Tabiî gönüllülerin sayısı da müthiş arttı; yüz binlerden bahsediliyor. Bir sürü eyâlette kapı kapı dolaşan bir mobilizasyon söz konusu. Biden belki de Amerikan târihinde, önce 2020 yılında Trump’tan Amerika’yı kurtarmış, sonra bir kez daha, bu sefer 2024’te Amerika’yı Trump’tan kurtarmış Başkan olarak hatırlanma lüksüne sâhip şu anda. Bunu hak eder bir coşkuyla da uğurlandı.
Son olarak, konuyu değiştirmiş gibi olacağım ama, demin bahsettiğimiz Ortadoğu ile ilgili şunu söyleyeceğim: Blinken İsrail’de, “Rehîneleri alabilmeniz için bu son şansınız” mesajını verdi. Gönül’ün söylediği gibi, Blinken da dış politikada Kamala Harris ekibinin elini güçlendirecek bir mîras bırakmaya çalışıyor. Çünkü Ortadoğu’yu böyle bırakmak son derece negatif. Trump gerçekten, “Ben bıraktığımda neredeydik, şimdi neredeyiz?” diyebilir. “Ben bıraktığımda Afganistan’da bir rezâlet yaşanmamıştı, Rusya savaşa girmemişti, Ortadoğu sâkindi” diyebilir. Dış politikada Biden açısından baktığımızda sicil çok parlak değil. Burada bir başarı sağlamak çok önemli ve Netanyahu’ya verdiği mesaj çok açık: “Bu son şansın. Bunu da atlarsan rehîneleri kurtaramayacaksın. Kurtaracak rehîne kalmayacak, sapır sapır dökülüyor rehineler” mesajını verdi.
Tabii bunun içeride, İsrail politikasında müthiş bir alıcısı var. Ben biraz televizyondan biraz da Haaretz’den tâkip ettiğimde, İsrail’in %60-70’inin öfke dolu olduğunu görüyorum. Ama bir yandan Netanyahu sanki bir prestij de kazanıyor gibi. Eskisi kadar güçsüz gözükmüyor. “Seçimler olsa tekrar kazanır mı?” diye soranlar arttı. Bunun da nedeni, İsrail’de muhâlefetin çok kötü durumda olması. O nedenle Amerikan politikasına bunun etkisi dolaylı yoldan; ama Kamala Harris’in dış politikada bir başarıya ihtiyâcı var ve o başarı için de uğraşıyorlar. Ekonomide de çok başarılı gözükmüyor Amerika. Kamala Haris ekonomi politikalarını açıkladı, çok popülist politikalar. Yani Trump’a karşı orta sınıfı savunmak için enflasyonla mücâdele adına, ekonomistlerin, ekonomiden biraz anlayan insanların hiç takdir etmeyecekleri bir ekonomi politikası açıkladı. Bu da gösteriyor ki sâdece sağ popülizm değil, sol popülizm dediğimiz bir şey de var.

Ruşen Çakır: Gönül, seninle Kamala Harris’in seçtiği Başkan Yardımcısı Walz’ı hiç konuşamadık. Kendisi hakkında çok konuşulmuyor, ama en azından Kamala Harris’e gölge düşürmüyor yorumları yapılıyor. Çok sıradan Amerikalı tipi gibi. Bir de, ilk başta ne olacak, nasıl yapacak derken, Kamala Harris şu âna kadar bayağı sâkin bir şekilde gidiyor anladığım kadarıyla. Trump’la bir münâzara olacak, münâzarada da bayağı bir şey görmüş olacağız. Ama benim gördüğüm, sanki Walz Trump’a nasıl hitap edeceğini biliyormuş gibi. Onu küçümseyen, rahatsız eden cevaplar veriyor gibi görüyorum. Sen ne dersin Gönül?
Gönül Tol: Evet, Tim Walz hitâbeti çok iyi bir isim. Minnesota’dan. Minnesota da çok önemli, fakat Pennsylvania çok daha önemli bir salıncak eyâlet. Harris’in oradan bir isim seçmesi bekleniyordu. Ama anladığım kadarıyla Walz’ı seçmesinin arkasında hitâbetinin kuvvetli olması var ve çok çabuk yanıt veriyor. Meselâ Walz, İngilizcede weird olarak kullanılan “tuhaf” sözcüğünü çıkardı Trump’la ilgili ve bu Trump’ın üstüne yapıştı. Dün Obama da konuşmasında bunu kullandı. “Bu adamlar, JD Vance de Trump da tuhaf adamlar” diye söyledi Walz ve bunu hemen o anda düşünüp söyledi. Artık bu bir slogan hâline geldi. Dolayısıyla Walz’un kıvrak bir zekâsı var. 
Kampanya konusuna gelirsek, Kamala Harris hitâbeti iyi olmayan, konuşurken heyecan yaratmayan, kendisini çok iyi ifâde edemeyen bir isim. Walz onu dengeleyecek birisi. Bir de tabiî Kamala Harris San Franciscolu, liberal, babası siyâhî, annesi Hint. Böyle bir arka plandan gelen bir isim
Ömer Taşpınar: Solcu anlamda liberal.
Gönül Tol: Evet. İlerici, partinin solundan gelen bir isim ve yanında Walz gibi, aslında JD Vance’in profiline daha yakın bir isim var. O kesimle daha çabuk bağ kurmasını sağlayabilecek biri olarak görülüyor. Konuşmalarına falan baktığımızda performansını başarılı buluyorum. Ben Demokrat Parti’nin kongresiyle ilgili birkaç şey söylemek istiyorum. Dün ikinci günüydü. Kamala Harris perşembe günü konuşacak. İlk baktığımda en çarpıcı bulduğum şey şuydu: Hatırlarsan, Biden’ın adaylığı nedeniyle ve bir sürü farklı sebeple, Gazze’de olan bitenler nedeniyle Demokrat Parti bölünmüştü aslında. Bir enerji yoktu ve parti bir sürü parçaya bölünmüştü. Partide, Gazze nedeniyle küskün bir kesim vardı. Gençler küskündü. Diğer taraftan, Bernie Sanders’la kristalleşen bir sol kesim vardı. Sanders Biden’ı destekliyordu. Kadınlar, farklı kesimler, Siyâhîler, Hispanikler… Ekonomi yüzünden artan suç oranı nedeniyle, sınır güvenliğinin eksik olması nedeniyle bin bir parçaya bölünmüş bir Demokrat Parti görünümü vardı. Ama dünkü kongre, bunu tamâmıyla ortadan kaldırmaya yönelik sembolizmlerle doluydu bence. Meselâ Bernie Sanders çıktı ve Kamala Harris’i desteklediğini söyledi. Gazze konusunda Biden’ı çok eleştirmişti, hâlâ da eleştiriyor. Gazze konusunda çok net bir şekilde Kamala Harris’in arkasında durduğunu söylemedi. “Başkan seçilirse Kamala Harris’in yakasını bırakmayacağım. İsrail’le ilişkilerimizi yeniden gözden geçirmesini sağlayacağım” dedi. Ama yine de Harris’in arkasında durdu.
Diğer taraftan, kongrenin yapıldığı binânın önünde, Filistin’i destekleyen on binlerce insanın Kamala Harris’i protesto etmek için orada olacağı söyleniyordu. Çok az insan bir araya geldi binânın önünde. Benzer bir şekilde kongrede Filistin’i savunan isimler konuşturuldu. Biden sahneye 11:30 gibi çıktı, çok geç bir saati. Bunun sembolizmi de önemliydi. Bir taraftan, partinin liderleri ve oraya katılanlar, Biden’a şükran duygularını ifâde etmek istediler. Dolayısıyla Biden’ın konuşması çok alkış aldı. Herkes teşekkür etti Biden’a. Ama diğer taraftan prime time’da çıkmadı. Sahneye 11:30’da çıkarak da, Harris ekibi, “Artık yeni bir liderlik söz konusu. Artık Biden’dan bahsetmiyoruz, Kamala Harris’ten bahsediyoruz. Artık yeni bir parti var ve bu parti toplumun her kesimini kucaklayacak” mesajını vermeye çalıştı. Milyarder isimler de çıktı sahneye. Ama diğer taraftan, Alexandria Ocasio-Cortez gibi, barmenlikten gelip, New York’tan Kongre üyesi seçilmiş isim de bir konuşma yaptı. Kadın konusunda, kürtaj konusunda bunun mağduru olmuş kadınlar çıkarılıp konuşturuldu. Covid konusunda Trump’a çok yüklenildi. Obama’lar ilk kez bu kadar net bir şekilde siyâhî kimliklerine sâhip çıktılar. Sonuç olarak, dünkü kongrede Demokrat Parti Kamala Harris’in arkasında çok sıkı bir şekilde birleşmiş imajı vardı. Ve bu da partinin ihtiyaç duyduğu imajdı. Bu kongrenin ardından yapılan kamuoyu yoklamalarında, Demokratlar arasında kongrenin ne kadar heyecan yaratmış olduğunu ilerleyen günlerde göreceğiz.
Ekonomi konusunda Ömer’in söylediğine ek olarak da şunu söylemek istiyorum: Evet, Kamala Harris ekonomi konusunda bütünüyle güven vermiyor. Trump’a güven daha fazla. Fakat aradaki o uçurum da azalıyor. Önemli bir nokta da salıncak eyâletlerde yapılan bütün kamuoyu yoklamalarında, enflasyon ülke geneline kıyasla daha düşük. Kamala Harris ekonominin idâresinde de önemli bir figür olarak yükseliyor salıncak eyâletlerde. Seçimin kaderini belirleyecek dinamiklerden bir tânesi de şu: Meselâ Pennsylvania gibi çok kritik bir eyâlet var; seçimleri kazanmak istiyorsanız Pennsylvania’yı kazanmanız gerekiyor. Trump ekibinin Pennsylvania’ya çok yatırım yapmadığını görüyorsunuz. Pennsylvania ilginç bir yer. Artan bir Hispanik seçmen var. Fakat bu Hispanik seçmen diğer eyâletlerdekinden farklı, Porto Rikolu. Yani Amerikan vatandaşı bunlar. Dolayısıyla Trump çıkıp, “Sınırımızı daha iyi koruyacağız. Bu göçmenlere vatandaşlık vermeyeceğiz” dediğinde, Pennsylvania’daki Hispanik kesim için bunun çok bir anlamı yok. Onlar ekonomiye bakıyor.
Meselâ Biden Pensilvanya’daki kampanyasını Mart’ta başlatmıştı — ki bu çok atipik bir durum. Normalde adaylar kampanyalarını Eylül’de başlatıyor. Bu da eyâletin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Şimdi Kamala Harris ekibinin 15 tâne seçim ofisi varmış Pennsylvania’da. Trump’ın sâdece bir tâne.  Kamala Harris ekibi, o kesime yönelik televizyonlarda İspanyolca reklam veriyor, propaganda yapıyor. Trump’ın bu konuda sesi hiç çıkmıyor, yani Trump cepte görüyor gibi. Şu anda belki baş başa görünüyor olabilir, ama bu tür trendler ilerleyen zamanlarda Kamala Harris’in lehine çalışabilir.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol Gönül. Biz iki adam sensiz burada çok sıkıcı şeyler konuşuyorduk. Kısa bir aradan sonra tekrar geldin. Bizim de izleyici sayımız biraz artmıştır herhalde. Bu arada Financial Times’ta Akkuyu Nükleer Santrali’yle ilgili yazdığın yazı https://medyascope.tv/2024/08/21/gonul-tol-yazdi-akkuyu-nukleer-santrali-sadece-bolge-halkinin-degil-natonun-da-sorunu/  için de tebrik ederim. Medyascope’ta da Türkçe çevirisini yayınladık. İzleyicilerimize bunu hatırlatmış olalım.
Gönül Tol: Kapatmadan önce şunu söylemek istiyorum. Daha önce hiç böyle bir şey yapmadım, ama izleyicilerimizden bir ricâm olacak. Biliyorsunuz ben Mersinliyim. Akkuyu’nun benim için çok önemi var. Hem duygusal önemi var, hem bir çevreci olarak kaygılarım var. Çiftçi bir âilenin çocuğu olarak konuşuyorum. Akkuyu Nükleer Santrali oradaki köylülerin tarım arâzilerinin üstüne yapıldı. Bu tür kaygılarım var. Akkuyu meselesi benim için çok çok önemli. O nedenle izleyicilerimizden ricâm, yazımı okurlarsa ve paylaşırlarsa, bu konu yeniden gündeme gelecektir. Teşekkür ederim.

Ruşen Çakır: Son olarak, geçen hafta biz Ömer’le konuştuk ama…
Ömer Taşpınar: Geçen haftaki yayında Gönül yoktu. Bugün ikimiz de Medyascope’un 9. yılını kutluyoruz.

Ruşen Çakır: Tam da onu söylüyordum. Geride bıraktığımız bu 9 yılda senin ve Ömer’in katkıları çok büyük. “Transatlantik” bir marka oldu sâyenizde. Tekrar çok teşekkür ediyoruz Medyascope olarak. Çok sağ olun. Haftaya tekrar görüşmek üzere. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
18.09.2024 Transatlantik: İsrail’den Hizbullah’a siber saldırı - Trump’a ikinci sûikast girişimi - ABD Irak’tan çekiliyor
15.09.2024 Erdoğan’ın “din düşmanları”na ihtiyacı var
13.09.2024 Haftaya Bakış (231): İmamoğlu-Yavaş rekabeti - Narin Güran cinâyetinde tutuklamalar - Genç teğmenler krizi
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı