Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?

23.09.2024 medyascope.tv

23 Eylül 2024’te medyascope.tv'de yaptığımız Hafta Başı’nı yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. “Hafta Başı”yla karşınızdayız. Bu üçüncü kez oluyor. Her pazartesi yapacağız, bir aksilik olmazsa. Bu hafta neler olacak, neler konuşuluyor, neler konuşulacak? Öncelikle Ortadoğu var tabiî ki. Lübnan’da yaşananlar Gazze’yi gölgelemiş durumda. Ama buna ek olarak, Türkiye ile Suriye arasında yakınlaşma ihtimâli, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tekrar Esad’la görüşme çağrısı yapması var. Bütün bunları, Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Siyâset Bilimi bölümünden Serhat Güvenç ile konuşacağız. Ardından, Narin Güran olayı hakkında son gelişmeleri Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan’la konuşacağız. Son olarak, Ankara'da Mahir Bağış’a bağlanıp, onunla Gelecek ve DEVA partilerinin birleşme görüşmelerini ve Mansur Yavaş cephesinde yaşanan ilginç olayları konuşacağız. Önce Serhat’a hoş geldin diyoruz.
Serhat Güvenç: Hoş bulduk Ruşen.

Ruşen Çakır: Seninle aslında cumartesi akşamını konuşmak daha iyi olabilirdi; ama tatlı değil, acı şeyleri konuşmak zorundayız. Konuşacak çok şey var. Öncelikle Lübnan’ı konuşalım istiyorum. Lübnan’da olaylar giderek tırmanıyor; bitti bitiyor derken, yeni birtakım gelişmeler oluyor. Önce bir izleyelim videomuzu; sonra konuşalım.
İsrail, Lübnan'daki Hizbullah hedeflerine en kapsamlı hava saldırısını başlattı. İsrail, Lübnan’ın güneyinin yanı sıra doğudaki Bekaa Vâdîsi'ni ve kuzeyde Suriye sınırındaki bâzı bölgeleri vurmaya başladı. Lübnan Sağlık Bakanlığı, İsrail’in Bekaa Vâdîsi’nin kuzeyine düzenlediği hava saldırısında bir kişinin öldüğünü açıkladı. Lübnan sınırında yaşayan 60 bin kişi, 7 Ekim saldırılarının ardından evini terk etmişti. Geçtiğimiz günlerde Hizbullah’ın çağrı cihazları saldırılarına misilleme sözü vermesinin ardından, İsrail savaş uçakları Lübnan’ın başkenti Beyrut’u vurdu. Lübnan Sağlık Bakanlığı, hava saldırısında hayâtını kaybedenlerin sayısının, 3’ü çocuk, 7’si kadın olmak üzere 31’e yükseldiğini duyurdu. Hizbullah, İsrail’in saldırısı sonucu Rıdvan Gücü’nün eski komutanlarından Ahmet Mahmut Vehbe'nin de aralarında bulunduğu 15 mensûbunun öldüğünü açıkladı. Daha önce Hizbullah’ın üst düzey komutanı İbrahim Akil’in de öldüğü açıklanmıştı. Sınır ötesi saldırılar hafta sonu da devam etti. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, Lübnan’ın bir diğer Gazze’ye dönüşme ihtimâlinden korktuğunu söyledi.

Ruşen Çakır: Evet Serhat, çok tırmanan bir şiddet... Öncelikle, zâten bu çağrı cihazı saldırısı çok acâyip bir şeydi. Ardından, cenâzeler kaldırılırken telsiz cihazlarına İsrail çok uzun süre hazırlanılmış bir saldırı düzenledi ve olay onunla da bitmedi. Hava saldırıları, öldürülenler, vs... Gazze’yi unuttuk.
Serhat Güvenç: Maalesef öyle, Gazze’yi unuttuk, unutturdu. Belki de Netanyahu’nun amaçlarından bir tânesi de bu; Gazze’yi gölgede bırakacak sansasyonel bir şey, hem İsrail iç kamuoyu açısından hem de uluslararası kamuoyu açısından gündemin tepesini Lübnan’da yaşananlar işgal ediyor ve her gün, her biri diğerinden daha şaşırtıcı haberlere mâruz kalıyoruz. Ama öyle gözüküyor ki… Eskiden savaşlarda bir taarruz topçu ateşiyle başlardı, hazırlık ateşiyle ya da hava taarruzuyla başlardı. Şimdi siber saldırıyla başladı. Hizbullah’ın askerî kanadının kilit isimlerinin ya da önemli isimlerinin bulunduğu bir ağı hedef aldılar. Bu konuda bizim Salih Bıçakçı yazıyor bu aralar. İzleyenlere, teknik ayrıntılarını merak edenlere, onun yazdıklarını okumalarını öneririm. Bu bir hazırlık ateşi olarak değerlendirilebilir; o kilit militan kadrosunun bir kısmını saf dışı bıraktı, ifşâ olmalarına yol açtı. Bu süreçte bana bu çağrı cihazı saldırılarında en ilginç gelen şey, İran Büyükelçisi’nin de yaralananlar arasında olması. Yani başka bir ülkenin büyükelçisinin bu ağın bir parçası olduğunu düşündüren bir gelişme yaşandı. Hizbullah’la İran arasında zâten neredeyse organik bir bağ olduğunu biliyorduk; ama bu da onun sağlamasını yapmış oldu gibi geliyor bana.
Bu şey bitmeden, bu telsizler, dolayısıyla iletişim ve yine meselâ 1. Körfez Savaşı’nda da gördük, sonrakinde de gördük, Amerika Birleşik Devletleri ne yapıyor her saldırıdan önce? Elektronik olarak köreltiyor radar cihazlarını, iletişim cihazlarını. Bu iki saldırıyla da İsrail, Hizbullah’ın iletişim kurma konusunda bir çekingenliğe girmesine yol açtı. İletişim kurmazsanız, yani muhâberesiz muhârebe olmaz ya; tam böyle. Muhâbere imkânlarını, iletişim imkânlarını çok riskli hâle getiren iki hamle yaptı. Ondan sonra da, çok şiddetli bir hava saldırısıyla lider kadroları, önemli askerî isimleri de saf dışı etti. Şunu söyleyeyim: Bütün bunlar İsrail’in kapsamlı bir askerî harekât başlatabileceğini düşündürüyor.

Ruşen Çakır: Şimdi biz neyi bekliyorduk? İsmail Haniye’nin Tahran'da öldürülmesinin ardından İran’ın misillemesini bekliyorduk. Hattâ önce, bâzı televizyonlar biliyorsun fazla mesâî yaptılar, geceyarıları bir araya geldiler falan; ama bir şey olmadı. O misilleme hâlâ yapılmamışken –ki Haniye’den bir gün önce de çok önemli bir Hizbullah komutanını da öldürmüşlerdi– İsrail hâlâ saldırıyor, taarruz eden taraf oluyor ve cevâben Hizbullah’ın yaptığı şeyler çok cılız kalıyor.
Serhat Güvenç: İşte, füze atıyor, roket atıyor.

Ruşen Çakır: Ama onlardan nasıl sonuç alıyor?
Serhat Güvenç: Sonuç alamıyor, çünkü savaşta temel amaçlardan bir tânesi hasmın savaşma azmini kırmaktır. Belki savaşma azmini kırmadı, ama afallamasına yol açtı; yani Hizbullah şu anda bir şaşkınlık içinde ve toparlanması da zaman alacağa benziyor. Bir de bütün bunlar, İsrail’in Hizbullah’a derin bir şekilde istihbârat olarak nüfuz etmeden yapabileceği işler değil. Bir de içeride muhtemelen şüpheler uyandırdı. Dolayısıyla bu şaşkınlık devam ederken, hamle üstünlüğünü sürdürmek istiyor. Bir başka neden tabiî, sanıyorum İran konusunda beklediğini bulamadı Netanyahu. Yani İran’ı İsrail’e saldırtarak savaşı yaygınlaştırmayı amaçladı ve kimi yorumculara göre de –sen bunu Gönül ve Ömer’le konuşuyorsun– belki Amerika’yı fiilen savaşın içine çekecek bir hamle olarak tasarlandı, o sonucu vermedi. Şimdi bu sefer Hizbullah üzerinden savaşı yaygınlaştırmak ve belki de oradan İran’ın… Çünkü İran’ın da artık bir şekilde yanıt vermesi gerekecek; yani îtibârından oluyor İran sürekli biçimde. Ve eğer bu anlamda istediğini elde ederse, yani İran’dan çok şiddetli bir yanıt gelirse –İran’ın mecâli kaldıysa tabiî, artık o da şüpheli–, Netanyahu bitmeyen bir savaşı başlatmış ve sürdürüyor olabilir. Bu da ona iç siyâsette, olağanüstülük devam ettiği sürece iktidarda kalma imkânı sağlayacaktır.

Ruşen Çakır: Tabiî bu “bitmeyen savaş” tespiti çok önemli; çünkü Gazze’de gördük ki… meselâ Biden uğraştı, bir şekilde bitiremiyor. Sürekli bir ateşkes muhabbeti yapılıyor, ateşkes bile olamıyor. Şimdi Gazze gibi tanımlı bir olayı bitiremeyen güçler, Lübnan’da Hizbullah’la İsrail’in çatışmasını nasıl durdurabilir? Zâten Amerika’dan yapılan açıklama ne? “Bizim dahlimiz yok, bizim dahlimiz yok.”
Serhat Güvenç: “Bilgimiz yok. Bize önceden bilgi verilmedi” diye de açıklama yaptı diye hatırlıyorum ben Washington’un.

Ruşen Çakır: Evet, “Ne bilgimiz ne dahlimiz var” dediler.
Serhat Güvenç: Evet, öyle dediler.

Ruşen Çakır: O zaman tamâmen İsrail ve Lübnan ya da Hizbullah baş başa kalmış durumda.
Serhat Güvenç: Öyle gözüküyor ve bu üst üste yediği darbelerden Hizbullah’ın toparlanıp İsrail’e… –ne diyelim?– Hizbullah’ın hâlâ dikkate alınması gereken bir güç olduğunu hissettirecek bir hamle yapmaları da mümkün gözükmüyor şu noktada.

Ruşen Çakır: O zaman sonuçta İsrail bayağı bir inisiyatif almış gözüküyor.
Serhat Güvenç: İnisiyatif onda, yani İsrail’de. Bir de Gazze’deki durumdan farklı. Gazze’deki durum bir insanlık dramı artık. Yani orada her türlü savaş hukuku ayaklar altına alınıyor, insan hakları hukuku ayaklar altına alınıyor. Neredeyse soykırıma varacak düzeyde bir şiddet kullanımı var; kimileri öyle olduğunu söylüyor. Ama Lübnan’da, şimdi Hizbullah’ı hedef aldığınız zaman, Hizbullah özellikle de bir askerî, yani bir silâhlı örgüt olarak sicili çok kötü bir unsur. Dolayısıyla dünya kamuoyunda her ne kadar savaş hukukuna uymadığına dâir yorumlar giderek ağırlık kazansa da, Hizbullah’ı hedef aldığınız zaman Gazze’deki kadar tepki toplamazsınız; çünkü silâhlı bir örgütü hedef alıyorsunuz. Yayına girmeden önce de konuştuk: Hizbullah’ı sahneye çıkartan şey intihar bombacılığıydı. Şimdi, aslında İsrail bir anlamda da o intihar bombacılığının rövanşını alıyor, yani istemeden intihar bombacılarına dönüştürdü o çağrı cihazı patlayan insanları. Belki çok büyük etki yaratmadı; ama çevrelerine zarar verdiler. İsrail’in bu saldırısının bu intihar bombacılığı ile bir bağlantısı, en azından psikolojik anlamda bir bağlantısı olduğu ortaya çıkarsa şaşırmam aslına bakarsan.

Ruşen Çakır: Evet, Lübnan bahsi daha çok süreceğe benziyor. Seninle esas konuşmak istediğim, Türkiye-Suriye yakınlaşma ihtimâli; ama tam senin alanına giren bir gelişme oldu. Kathimerini gazetesi, S-400’ler konusunda bir formül bulunduğunu söyledi: İncirlik Üssü’ne yerleştirilmesi ve Türkiye’nin bunun karşılığında F-35 programına geri dönebileceği. Bana biraz uçuk geldi ama...
Serhat Güvenç: Ben o kadar uçuk olduğunu düşünmüyorum. İki nedeni var. Bir tânesi, benzer türden haberler, Türkiye’nin teklifi, anımsarsan, iki hafta önce galiba ona ilişkin haberler almıştık. Siz de tartıştınız bunu. “Sandıklarında, ambalajlarında kalacak, biz bunları açmayacağız” teklifini daha önceki tekliflerden yeni kılan, yani Amerikalılar istediklerinde gelip denetleyecekler — inspection. Şimdi Amerikalıların karşı teklifi ise, Türkiye’nin tamâmen kontrolünde bir yerde bunların depolanması ve Amerika’nın bunları denetleme hakkı olmasından çok; bunlar İncirlik’te olsun, Türk toprakları üzerinde. İşte bu, hani Rusya’nın koyduğu koşulların da karşılanmasını sağlayacak; ama İncirlik’in Amerikan denetimindeki bölümünde olsun. Şimdi bu habere benim açımdan ciddiyet kazandıran ikinci neden bunun Kathimerini tarafından sızdırılmış olması. Şimdi ben çok uzun süredir Türk-Yunan ilişkilerini tâkip ediyorum. Yunanlılar bir şeyden memnun değillerse gizli müzâkereleri sızdırırlar. Bu sefer de Washington’da kaynakları olduğu anlaşılıyor, çok detaylı biçimde yapılıyor. Erstein galiba, yorum yapıyor, o çok mutsuz bu işten; çünkü bu işin bir noktaya evrilebileceğine dâir, olumlu bir noktaya evrilebileceğine dâir görüş beyan ediyor ve bunu Amerikan iç politikasına bağlıyor; “Başkanlar, son dönemlerinde nasıl olsa artık hesâbını vermek zorunda kalmayacakları için böyle aykırı işler yapabilirler. Dolayısıyla bu konuda sonuç alınabilir” diyor. Ben, başta haberi ilk okurken düşündüğümden, bitirdiğimde daha ciddî olduğunu düşündüm bu işin. Ama Amerikalıların önerdiği şey de değil, yani İncirlik’i merkeze koyan bir başka formülün pek de ihtimal dışı olmayacağını düşündürdü. Biliyorsun, Soğuk Savaş’ta Türk filolarında Amerikan nükleer bombaları taşıyan uçaklar olurdu ve çifte anahtar sistemi vardı bu nükleer silâhlarda. Yani iki anahtar aynı anda çevrilmeden Amerikan nükleer bombasını taşıyacak Türk uçakları havalanamazdı. Şimdi böyle bir müktesebâtı var Türk ve Amerikan silâhlı kuvvetlerinin. Gerçi İncirlik’te Türk uçakları nükleer nöbet tutmazlardı ama, İncirlik bir ortak savunma tesisi olarak –ki resmî adı da öyle–, iki tarafın eşit erişime sâhip olduğu böyle bir düzenleme için pekâlâ uygun teknik ve coğrâfî koşulları sağlıyor olabilir. Yani bu iki seçeneğin arasında bir uzlaşı; Türkiye’nin ve Amerika’nın ortak erişebildiği, kısıtsız biçimde, bir tarafın diğerinin haberi olmadan giremediği, İncirlik’te başka bir düzenleme bana mümkün olabilir gibi geliyor. Ve Kathimerini bağlantısı bana uzlaşmaya yakın olabileceğimizi düşündürüyor doğrusu.

Ruşen Çakır: O zaman F-35 programına geri dönmek de mümkün olacak.
Serhat Güvenç: Olacak, tabiî. Çünkü zâten Türkiye’nin talebi F-35 programına dönmek, Amerikan tarafı da buna kategorik olarak “Hayır, dönemezsiniz” demediğine göre, aslında Türk Hava Kuvvetleri’nin F-35’lerle donatılmasına, Amerika Birleşik Devletleri’nin büyük bir îtirâzı olmayacağını, S-400 konusunda bir çözüm bulunursa… Bu da şunu düşündürttü bana: Son dönemde üst düzey görev yapmış sivil ve askerî yetkililer bir iddia geliştirdiler; işte, “Bizi zâten programdan atacaklardı, bahâne arıyorlardı” falan diye. Bu da o bahâne, yani bu da o yorumların pek de zemininin sağlam olamayabileceğini düşündürüyor bana doğrusunu istersen.

Ruşen Çakır: Evet Serhat, şimdi Esad-Erdoğan buluşması olayına geçelim. Ama önce bir izleyelim videomuzu, ondan sonra bakalım. Olur mu, nasıl olur, olursa ne olur? Bunları biraz konuşalım.

Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, yayınladığı kanun hükmünde kararnâme ile asker kaçaklarına ve basit suçlara af çıkardı. Kanunlara göre, dış firardan hüküm giyenler aftan faydalanabilecek. Yurtdışına kaçanlar 4 ay, ülke içindeki kaçaklar 3 ay içinde teslim olmadıkları sürece aftan yararlanamayacak. Rüşvet, belirli sahtecilik biçimleri, yolsuzluk ve belirli hırsızlık türleri gibi kamu güvenliğini, devlet güvenliğini etkileyen ciddî suçlar hâriç olmak üzere, küçük suçlar ve ihlâller için af geçerli olacak. Suriye İç Savaşı’nın çıktığı 2011’den bu yana, Esad en az 20 kez genel af çıkardı. En son Ocak 2022’de af karârı çıkarılmıştı. Erdoğan, 79. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere gideceği Amerika Birleşik Devletleri ziyâreti öncesi Suriye ile ilişkilere dâir konuştu. Erdoğan, “Türkiye ile Suriye arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesi için Beşar Esad’la görüşme irâdemizi de ortaya koyduk, karşı taraftan cevap bekliyoruz, biz buna hazırız. Halkı Müslüman iki ülke olarak bu berâberliği bir an önce gerçekleştirelim istiyoruz” dedi.

Ruşen Çakır: Evet Serhat, Cumhurbaşkanı ısrarla, “kardeşi Esad”la görüşmek istediğini söylüyor. Esad, “Hayır, olamaz” demiyor; ama birtakım şartları olduğunu gördük. Suriye’de bu son çıkan af da Türkiye ile ilişkileri doğrudan ilgilendiriyor. Tabiî orada, doğrudan rejim muhâliflerinden ziyâde, daha sıradan vatandaşların durumu söz konusu. Ne dersin? Esad’la Erdoğan’ın görüştüğüne tanık olacak mıyız yakın bir zamanda?
Serhat Güvenç: Nelere tanık olduk; oluruz yani, beni şaşırtmaz. Ama “Kardeşim Esad” olacağından emin değilim. Yani Esad’dı Esed oldu; şimdi tekrar Esad oldu. “Kardeşim Esad” olacağından emin değilim. Şu, videonun sonundaki alıntılanan ifâde: “Halkı Müslüman iki ülke” vurgusu var. Yani “İki Müslüman” değil. Dolayısıyla Suriye’nin halkını Müslüman sayıyor bence, yani benim yorumum o; ama rejimi Müslümanlıkla bağdaştırmıyor gibi…

Ruşen Çakır: Şereflendirmiyor.
Serhat Güvenç: Şereflendirmiyor. Dolayısıyla böyle daha pragmatik bir ilişkinin artık kurulmasına hazır olduğuna dâir bir beyan. Bu 3 ay, 22 Eylül’den geçerli, firar nedeniyle vatandaşlıktan çıkarma değil mi? Yani işte o, sanırım özellikle Türkiye’deki sığınmacıların büyük bölümünü ilgilendiren bir şey. 3 ay, ya bu dolaylı müzâkerelerin vardığı noktada kararlaştırılan bir târih ya da Esad bunu bir vâde olarak Türkiye’ye sunuyor gibi değerlendirebiliyoruz. Dolayısıyla bu görüşme gerçekleşirse, önümüzdeki 3 ay içerisinde gerçekleşir herhalde, yani vâdesi bu çünkü.

Ruşen Çakır: Ama ortada çok sorun var.
Serhat Güvenç: Çok sorun var. Ama az önce konuştuk: Lübnan var. Şimdi İran’ın başı dertte, Rusya’nın başı dertte; dolayısıyla Suriye’nin de bu ikisine dayanarak ayakta kalmaya devam etmesi, evet, hâlâ mümkün; ama şartları da giderek ağırlaşacak. Dolayısıyla en az Türkiye kadar Esad rejiminin de normalleşmeye ihtiyâcı var. Ama koşullar üzerinde anlaşamıyorlar; karşılıklı koşullar var. Sanıyorum işin kilit noktası da Suriye’deki Türk askerî varlığının geleceği. Yani bunlar kalıcı mı olacak, belli bir takvimle geri mi çekilecekler? Bu müzâkerelerin kırılma noktası sanıyorum bu olacak. Türkiye bu konuda bir takvim vermeye yanaşmıyor, hattâ ilke olarak bile çekilmeye çok sıcak bakmıyor. Rusya biraz bastırıyor; çünkü Rusya’nın da dediğim şekilde kendi başı dertte, İran sıkıntıda, Lübnan karışık. Suriye’nin Türkiye ile bir an önce normalleşmesini sağlamak istiyor ve böylece Amerika’nın başını derde sokmaya çalışıyor bir yandan da. Çünkü rejim Türkiye ile de anlaşırsa, orada askerî varlığının meşrûiyeti sorgulanacak tek aktör olarak Amerika Birleşik Devletleri kalacak.

Ruşen Çakır: Şimdi, teker teker gidecek olursak, Türkiye’nin askerî varlığını sürdürmesini Esad’ın kabul edebilmesi herhalde mümkün olmaz.
Serhat Güvenç: Yok, mümkün olmaz. Ama siyâset, mümkünü bulma sanatıdır, ona bir kılıf bulunur. En azından Türkiye, görünür gelecekte bunları çekmeyecek. Çünkü oradaki durumu sâdece bu PYD/YPG denetimindeki bölge değil, yani orada silâhlı Selefî grupların yoğunlaştığı… Neydi orası?

Ruşen Çakır: İdlib.
Serhat Güvenç: Evet, İdlib.

Ruşen Çakır: Onu ayrıca soracağım.
Serhat Güvenç: O İdlib meselesi nedeniyle Türkiye’nin oradan asker çekmesi öyle kolay olacak bir şey değil ya da çektiği anda bunun sonuçlarını rejim yönetebilecek gibi değil. Ama buna bir takvim bulunabilir. Yani Erdoğan’ın ve muhtemelen de Türk müesses nizâmının gönlünden geçen şey, Türk askerî varlığının orada kalıcı olması. Yani bu PKK ile mücâdele bağlamında hep dile getirien şey var ya: Sınırın yanlış çizildiği ve 50 kilometre derinliğinde bir koridor. Yani bundan kolay kolay vazgeçecek gibi görünmüyor Türkiye. Şartlar da Suriye’yi ne kadar sıkıştırır bilmiyorum. Ama önümüzde dikkatle tâkip etmemiz gereken bir 3 ay olduğu anlaşılıyor. Erdoğan’ın da sıkıntısı şu — zâten bu alıntıladığım söz de iç politikaya yönelik, sen çok daha iyi takip ediyorsun: Bu anayasa tartışmasını gündeme getirmeye çalışıyorlar. Eğer Meclis’te böyle bir şey olursa, muhtemelen referanduma kalacak. Erdoğan’ın iki şeye ihtiyâcı var; bir tânesi, dışarıda çatışmasız bir süre, içeride ise para dağıtabileceği bir rahatlama dönemi. İşte bu ekonomik programda, Şimşek’in yürüttüğü programda gevşeme olacağına dâir sinyaller var. Bu sığınmacıların ekonomik yükü de biraz hafiflerse, belki referandum öncesi para dağıtma...

Ruşen Çakır: Yani diyorsun ki: Sığınmacıların en azından bir bölümünü…
Serhat Güvenç: Yani evet; hepsini göndermek gibi bir niyet olduğunu zannetmiyorum, ama ekonomiyi, yani olası bir referandumda, ortaya çıkacak refah fazlasıyla seçmenleri memnun etmeye yarayacak bir fırsat penceresi peşinde Erdoğan. Erdoğan’ın bütün dış politika hamlelerinin artık iç politikayla bağlantılı olduğunu da bir kez daha hatırlatmak lâzım.

Ruşen Çakır: Peki, orada YPG/PYD’nin varlığından Türkiye rahatsız ve Esad’a bu konuyu birlikte çözme önerisi getiriyor. Ama benim gördüğüm, Esad’ın böyle bir önceliği yok.
Serhat Güvenç: Yok, yok yani.

Ruşen Çakır: Yani burada Türkiye ile, Ankara ile birlikte Şam rejimi, oradaki Kürtleri ve Kürtlere destek veren ABD’yi karşısına alır mı?
Serhat Güvenç: Şu an önceliği o değil. İdlib’deki durum rejim için daha büyük bir risk oluşturuyor ve önce halledilmesi gereken mesele bu. Zâten Türkiye’nin de rolü tahmin ediyorum ki, İdlib ve orada kümelenen grupların bir şekilde çevreye fazla zarar vermeyecek hâle getirilmesinde olacak. Siyâseten de sonuçta PKK, yani Abdullah Öcalan çok uzun süre Şam’da kalmış bir isim. Dolayısıyla rejimin Kürtlerle bağlantısı ve ilişkileri çok köklü, geçmişe dayanıyor. Onlarla bir uzlaşı bulma ihtimâli çok daha kuvvetli ve orada Türkiye’ye hiç ihtiyaç yok.
Ruşen Çakır: İdlib konusuyla sonlandıralım. Şimdi orada bayağı sayıda insan var. Bu insanlar ne olacak?
Serhat Güvenç: Hepimizin sorduğu soru bu. Burada ters tepen bir hesap var, bunu söyleyelim. “Sâhayı görmeden etmeden yorum yapıyorlar” diyorlar, haklılar; ama bâzı gözlemleri de paylaşalım. Meselâ ben, bu Suriye, Arap Baharı dediğimiz şeyin daha sonra Arap isyanlarına dönüştüğünü düşünüyorum. Çünkü ortada bahardan yaza dönen bir şey çıkmadı. İlk verdiğim mülâkatlardan bir tânesi, o zamanki adı CCTV olan, şimdi CGTV olan Çin televizyonuydu ve benim dikkatimi çeken şey oydu: Türkiye, târihinde ilk defa açıktan komşusundaki bir silâhlı muhâlif gruba destek verdi. Yani başladığımız nokta bu. Dolayısıyla bunun ilişkilerde bir tortu yaratacağını ve Türkiye’nin komşuları nazarındaki imajına çok da olumlu bir katkı yapmayacağını teslim etmemiz lâzım. O zaman beklenti neydi? Bunu dönemin başbakanı Davutoğlu da söyledi: “Kırmızı çizgimiz, biz en fazla 100 bin kişi alabiliriz” dedi.

Ruşen Çakır: Dışişleri Bakanı’ydı.
Serhat Güvenç: Dışişleri Bakanı’ydı, değil mi?

Ruşen Çakır: O sırada Dışişleri Bakanı’ydı.
Serhat Güvenç: Evet. O dönemde uluslararası göç örgütlerinde çalışan arkadaşlarımızdan duyduğumuz şey, sınırda hazırlanan kamplar için, “Dünyanın hiçbir yerinde biz bu kadar lüks bir şey görmedik” dediler. Yani belli ki Türkiye, savaşın nispeten kısa süreceğini ve Türkiye’ye gelenlerin büyük bir memnûniyetle ve Türkiye’ye minnet duygusuyla geri döneceklerini, dolayısıyla da Türkiye’ye müzâhir bir Suriye’nin ortaya çıkacağını bekliyorlardı. Şimdi, aradan geçen 12 yıl sonunda vardığımız noktada, o müzâhir gruplar olmadığı gibi, bir de İdlib’de kümelenmiş cihadcı unsurlar var. Bunlar tabiî sâdece silâhlı militanlar değil, bir sürü insan var. Şimdi bu af durumu o gruplardaki insanların ne kadarını hedef alıyor ben bilmiyorum; öyle bir bilgim yok. Çünkü işte, asker kaçakları ve firârî statüsü nedeniyle küçük suçlara karışmış olanlar, özellikle muhârip olmayan unsurlar açısından belki orada bir şey yaratabilir. Ama dediğim gibi, demografik şeyini bilmiyorum. Asıl Türkiye’nin temel sorunu da o İdlib’deki cihadcıların ne olacağı. Onlar nereye dağılacaklar, nasıl yapılacaklar ben de bilmiyorum. Bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin bir planı var mı onu da bilmiyorum. Yani orayı, sanki böyle rejimle normalleştirdikten sonra kendi kendine çözülmesini bekleyecekler ya da rejime havâle edecekler. Ama rejim de onları çok kolaylıkla kuzeye, Türkiye tarafına gönderebilir.

Ruşen Çakır: Bir ara, biliyorsun, Halep’te Türkiye’nin desteklediği gruplar vardı. Türkiye desteğini çekti ve o gruplar tamâmen devredışı kaldı. Ama kimisi İdlib’e gitti, kimisi başka yere gitti. Ama çoğu da yok oldu.
Serhat Güvenç: Evet, işte, zâten onun adı defalarca değişti. Özgür Suriye Ordusu’ydu, şimdi Suriye Millî Ordusu deniyor galiba, değil mi?

Ruşen Çakır: Şimdi İdlib’dekiler daha çok eski El-Kaideci kadrosuna geçti.
Serhat Güvenç: Bir de neydi, Haşdi Şâbi miydi?

Ruşen Çakır: Yok, yok, unuttum adını. Ama Nusra’nın değişmiş hâli.
Serhat Güvenç: Evet, daha çok El Kaideci. Dolayısıyla öyle bir problem var. Yani Suriye açısından bu problemin çözümü, bunların Türkiye üzerinden bir yerlere dağılması herhalde. Çünkü gidecek yerleri de yok, bu insanları kim ne yapsın, nereye götürsünler?

Ruşen Çakır: Evet, nereye dağılacaklar?
Serhat Güvenç: Ben bu konunun uzmanı değilim; ama bu cihadcılar, özellikle Arap isyanlarının harâretli zamanlarında yer değiştirebiliyorlardı, transnasyonaldiler. Şimdi gidecekleri yer de yok. Kendilerine… Ne diyelim?

Ruşen Çakır: Yeni cihad alanı.
Serhat Güvenç: Yeni cihad alanları da yok, evet.

Ruşen Çakır: Afrika var, ama Afrika…
Serhat Güvenç: İşte, oraya nasıl gidecekler bilmiyorum. Yani bu Arap Baharı coğrafyası birbiriyle bağlantılıydı. Dolayısıyla oradan oraya, oradan oraya kaydırılmaları, gitmeleri mümkündü. Şimdi bağlantıları kesildi, zâten öyle bir şeyi de kalmadı. Ama dediğin gibi Afrika’ya giderler mi, gidebilirler mi, varabilirler mi bilmiyorum. Çok zor bir konu ve İdlib’in en zor mesele olacağı, yani halledilmesi en zor mesele olacağı da çok uzun süredir konuşuluyor.

Ruşen Çakır: Evet Serhat, ama sonuçta bir yakınlaşmanın her iki taraf için de kaçınılmaz olduğunu söylüyorsun.
Serhat Güvenç: Yani pragmatik nedenler onu gerektiriyor. Bir de İsrail’in yaptıklarının çok büyük bir çatışmaya doğru evrilme ihtimâli yüksek. Bölgesel savaşı daha erken bekliyorduk, doğrusunu isterseniz. Bunu ben de öyle bekliyordum; yani daha erken bir aşamada bölgesel savaş bekliyordum. İran rejimi çok rasyonel davranarak aslında tuzağa düşmedi. İsrail’in bir iki defa attığı oltaya gelmedi. Ama bu ne kadar devam eder bilmiyorum. Çünkü İran rejiminin güçsüzlüğü ortaya çıkarsa, içeride de bunun sonuçları herhalde olacaktır — ki onu sen, tahmin ediyorum, benden çok daha iyi değerlendirebilirsin.

Ruşen Çakır: Çok sağ ol Serhat. Evet, Kadir Has Üniversitesi’nden Serhat Güvenç’le birçok şeyi konuştuk: Lübnan’ı, S-400’leri ve Erdoğan ile Esad’ın yakınlaşma ihtimallerini konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Yayınımız Narin cinâyetiyle devam ediyor. Son gelişmeleri Diyarbakır temsilcimiz Ferit Aslan anlatacak. Ama önce bir videomuz var, onu izleyelim.

Narin Güran cinâyetinde merakla beklenen diş izleri raporu tamamlandı. Adlî Tıp Kurumu tarafından yapılan incelemeler sonucunda çıkan raporda, diş izlerinin kime âit olduğunun belirlenemediği belirtildi. Raporda diş izinin gerçekleşme zamânının ise çocuğun kaybolduğu günle uyumlu olduğu da yazıldı. Ayrıca 8 yaşındaki Narin Güran ile ilgili tutuklu sanık Nevzat Bahtiyar bir kez daha ifâde verdi. Narin Güran’ın öldürülmesiyle ilgili olarak son bir ayda üçüncü kez ifâdesini değiştiren tutuklu sanık Nevzat Bahtiyar, Muhtar Salim Güran’ın, oğlunu öldürmekle tehdit ettiğini söyledi. Nevzat Bahtiyar ifâdesinde Muhtar Salim Güran’ın, “Yüksel’le birlikte olduğumuzu gördüğü için Narin’i öldürdüm” dediğini öne sürdü. Salim Güran’ın olaya tanık olan Bahtiyar’ı suç ortağı yaparak oğlunu öldürmekle tehdit ettiğini belirtti. Bahtiyar, Narin Güran’ın cansız bedenini battâniyeye sardığını söyledi. Daha sonra Salim Güran’ın yardımıyla evden çıkardığını ve Eğertutmaz Deresi’ne götürdüğünü anlattı. Cesedi aceleyle taşların altına bıraktığını belirten Bahtiyar, cesedi taşımak dışında başka bir suç işlemediğini savundu.

Ruşen Çakır: Evet, Ferit Aslan Diyarbakır’da. Ferit, merhaba.
Ferit Aslan: Merhaba, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Hâlâ belirsizlikler sürüyor, hâlâ yeni ifâdeler veriliyor. Son hâliyle ne durumdayız, onu bir özetler misin Ferit öncelikle?
Ferit Aslan: Ruşen Çakır, bugün olay üzerinden tam 35 gün geçti. 35 gün önce Diyarbakır merkeze 10 km uzaklıktaki Tavşantepe Mahallesi’nde 8 yaşındaki bir kız çocuğu maalesef hunharca öldürüldü, katledildi ve gizlendi, saklandı. 19 gün boyunca Türkiye’de milyonlarca insana, resmen milyonlarca insana Narin travması yaşatıldı ve 19 gün sonra cesedi derenin içerisinde gömülü olarak bulundu. O günden sonra, zâten cesedi bulunduktan sonra aynı gün 25 kişi gözaltına alındı, onlardan çok sayıda kişi tutuklandı. Şu anda 12 tutuklu var, 3 kişi de adlî kontrolle serbest bırakıldı. İstersen şundan başlayayım: Soruşturmada gizlilik var diyoruz. Bugün Adâlet Bakanı Yılmaz Tunç’un Narin soruşturmasıyla ilgili yaptığı bir açıklama vardı. Olayla ilgili 12 kişinin tutuklu olduğunu, 3 kişinin adlî kontrolle serbest bırakıldığını, bugüne kadar 268 kişinin ifâdesinin alındığını, HTS kayıtlarının da geriye dönük olarak incelendiğini söyledi. Yine yeni kamera görüntülerinden bahsetti bugün Bakan. O görüntüler nedir bilmiyorum. Onların da TÜBİTAK’a gönderildiğini ifâde etti. Adlî Tıp raporlarının da gizlilik içerisinde değerlendirildiğini belirtti. Az önce haberimizde de verdik: Narin’in ağabeyinin kolundaki diş ve ısırık izleriyle ilgili olarak da rapor çıktı. O rapor da aslında Narin’in cesedi bulunmadan, yani üzerinden 7-8 gün geçtikten sonra İstanbul Adlî Tıp'a götürülmüştü. O zaman da kolundaki diş ve ısırık izlerinin kime âit olduğuna dair tespit yapılamamıştı. Ancak bugün İhtisas’tan gelen rapora bakılınca, evet, yine kime âit olduğu tespit edilemedi; ama gün ve zaman olarak Narin’in kaybolduğu 21 Ağustos günüyle uyumlu olduğu ortaya çıktı. Dediğim gibi, soruşturma devam ediyor. Bu arada soruşturmayla ilgili olarak da, biliyorsunuz Diyarbakır Barosu bu olaya taraf olmuştu. Daha önce müştekiydi; ancak Narin’in olay günü Diyarbakır’da yaşamayan ağabeyinin –ki cenâze buna teslim edilmişti– Diyarbakır Barosu’na başvurup adlî yardım talebinde bulunması üzerine, Diyarbakır Barosu bu olayın tarafı olarak başladı. Aynı zamanda Diyarbakır Barosu’nda Narin için bir komisyon kuruldu, onu da belirtelim. Geçen hafta bu komisyon ilk toplantısını yaptı. Komisyonda şu anda 8 üye var, 8 avukat var. Bu avukatların büyük çoğunluğu da bugüne kadar buna benzer çocuk davalarıyla ilgili soruşturmalarda, dâvâlarda çalışmış ve kendini bu konuda geliştirmiş avukatlardan oluşuyor. Bu 8 olan sayının da 10’a çıkabileceği belirtiliyor. Bu komisyonun başkanlığını da Diyarbakır Barosu Başkanı Nahit Eren’in yapacağını söyleyelim.

Ruşen Çakır: Ferit, istersen Nevzat Bahtiyar’ın üçüncü kez verdiği ifâdeye bakalım. Sen de bu haberi geniş bir şekilde yaptın. İnsanlar, açıkçası bu kadar kısa süre içerisinde üç ifâde vermiş olması nedeniyle bu kişiye güven duymuyorlar. Ama son söylediklerinin daha gerçek olduğu iddiası var, değil mi? Sen okudun, gördün ifâdeyi.
Ferit Aslan: Evet.

Ruşen Çakır: Şimdi, onu söyledikleriyle ilgili olarak, artık, “Evet, bu böyledir” noktasına gelindi mi? Yoksa hâlâ insanlar, “Bu böyle söylüyor ama…” diye cümleler mi kuruyorlar?
Ferit Aslan: Hâlen insanların kafasında “ama” ile başlayan cümleler var. Niye? Az önce sen de ifâde ettin, bir ay içerisinde üçüncü kez ifâde veriyor. Ve bu üç ifâdede de Muhtar Salim Güran ile Narin’in annesi arasında var olduğu iddia edilen ilişkiyle ilgili farklı farklı şeyler söyledi. Özellikle “ama”ların başı şuradan geliyor: Narin Güran’ın amcası, eğer Narin’in annesiyle ilişkisi varsa ve Narin bu görüntüye, bu sahneye tanık olduysa, bunun için ortadan kaldırılıyorsa, Salim Güran neden Nevzat Bahtiyar’a böyle bir ilişkinin olduğunu söylesin? Bununla ilgili kuşku var. Ama şöyle de bir durum var: Sanki Nevzat Bahtiyar ile Salim Güran birbirlerine karşı, birbirlerinin ifâdelerine karşı pozisyon alıyorlar. Nevzat Bahtiyar, Narin’in öldürülmesinden tam bir ay sonra üçüncü ifâdeyi verdi. Ve o üçüncü ifâdesinden üç gün önce de Salim Güran –muhtar ve Narin’in amcası– bu olayda birinci derecede merkeze oturtulan kişi olarak biliniyor. O da Nevzat’ın ifâdesinden üç gün önce avukatı aracılığıyla tutukluğuna îtiraz yapmıştı. Tutukluğuna îtiraz dilekçesinin açıklama kısmındaysa, bu işi Nevzat Bahtiyar’ın yaptığını ifâde etmişti; yani suçu ona yıkmıştı. Şu anda şu konuşuluyor: Acaba Nevzat Bahtiyar da Salim Güran’ın bu hamlesine karşı, kendisi de buna mı yöneldi? Ama işin bir de şu boyutu var: Üzerinden zaman geçtikçe, bu tutuklananların cezâevinde kalma süreçleri devam ettikçe, birilerinin çözülebileceği yönünde tahminler ve yorumlar da yapılıyor. Hattâ iki gün önce Diyarbakır’a bu gizli tanık konusunda uzman olduğu söylenen üç kişinin geldiği ifâde ediliyor. Onu yetkililerden doğrulatamadık. Çünkü dediğim gibi, özellikle bu soruşturmayla ilgili ifâde tutanaklarının ekranlarda boy boy yansımasından sonra ve bu konuyla ilgili şiddetli eleştirilerden sonra, artık kimse çok fazla bu konuda bilgi vermek istemiyor. Ankara’dan gelen üç kişinin de hem tutuklu olan hem de tutuklu olmayıp şu anda şüpheli pozisyonda ifâdesi alınıp bırakılan kişilerin bu olayla ilgili gizli tanıklık yapabileceği konusunda görüşmeler yapmak veya onlara o zemini hazırlamak için geldiği yönünde de bir bilgi var. Ama dediğim gibi, bunu tam olarak teyit edemedik. Tabiî köyde de müthiş bir sessizlik var. Hâlen Narin’in mezarına oradan geçenler gidiyor; ziyâret edenler, çiçek bırakanlar, duâ edenler devam ediyor. Ama dediğim gibi, bir taraftan da soruşturma devam ediyor. Diyarbakır Barosu’nun taraf olduğu soruşturmada bir de baro bünyesinde yaklaşık on avukatın üyesi olacağı, çalışacağı bir Narin Komisyonu kuruldu, onu söyleyebiliriz. Ve bu komisyon da çalışmalarına başladı Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Geçen hafta Baro Başkanı bizim yayınımızda, dâvânın çok uzun sürmeyeceğini tahmin ettiğini söylemişti. Şimdi sen de bahsettin, bir komisyon da var. Barodaki avukatlar bu konuda, olayın kısa sürede aydınlanması konusunda umutlular mı? Yoksa hâlâ bir ucunu göremiyorlar mı olayın?
Ferit Aslan: Şimdi, bugüne kadar hiçbir olayda bu kadar uzun sürmedi. Yani direnmeleri, ifâde vermemeleri, çelişkili ifâde vermeleri… neredeyse hepsi olayı biliyor; ancak söylememe konusunda gösterdikleri direnci biz bugüne kadar hiçbir soruşturmada görmedik. Tabiî avukatlar da görmedi, onlar da şaşırıyor. İşte, ne zaman ki Nevzat Bahtiyar çıktı, “Muhtar bana, ‘Bu cesedi ortadan kaldıracaksın’ dedi” dedikten sonra, insanlarda bu işin çözülmesi yönünde bir umut doğdu. Tabiî o dönemde ifâdesi alınan, şu anda tutuklu olan bir tâne kız –o da Narin’in kuzeni–, o da Narin’in evine geldiği saat konusunda muhtarın onlara, belli bir saati söylemeleri konusunda telkinde bulunduğunu söylemişti. Ama dediğim gibi, ben de çok fazla uzun süreceğini zannetmiyorum. Yani yeni çözülmeler olabilir. Bu yeni çözülmeler ışığında da belki yeni gözaltılar olabilir. En azından biz Narin’in neden öldürüldüğünü 35 gündür bilmiyoruz; kamuoyu da bilmiyor. Bunları birinin açıklaması lâzım. İşte, en sonunda net bir ifâde olarak söylediği, ne derece doğru bilinmiyor, o da tartışılıyor. Nevzat Bahtiyar’ın verdiği üçüncü ifadesinde, Salim Güran’ın kendisiyle Narin’in annesi arasındaki bir ilişkiyi Narin’in görmesi nedeniyle Narin’i öldürdüğü ve bu cesedi ortadan kaldırması gerektiği yönünde bir ifâdesi var. Bunun da ne kadar doğru olduğunu bilmiyoruz. Ama bu saatten sonra da birilerinin veya tutuklu olmasa bile dışarıda olaya hâkim birilerinin, bu konuyla ilgili olarak ifâde vermesi bekleniyor. Avukatların en azından böyle bir beklentisi var. Dediğim gibi, komisyon da kurulduktan sonra ve Diyarbakır Barosu da taraf olduktan sonra ben bu soruşturmanın büyük ihtimalle açığa kavuşabileceğini inanıyorum, yani kısa sürede olmasa da. Dâvâ açılma süreci kısa olabilir, uzun sürmeyebilir. Ama dediğim gibi, olayın bütün hâliyle açığa çıkacağını, bu Baro ve komisyonun yapacağı girişimlerle kısa sürede sonuçlanacağını ben de düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ferit, çok teşekkürler. Umarız bir an önce olay netleşir ve sorumlular hak ettikleri cezâyı alırlar. Tüm Türkiye’nin çok büyük bir üzüntüyle izlediği bir süreç yaşanıyor. Evet, şimdi Ankara’ya geçeceğiz. Ankara’da Mahir Bağış’la iki konuyu konuşacağız. Öncelikle geçen hafta sonuna doğru yaşanan Ali Babacan-Ahmet Davutoğlu buluşması. 3 saate aşkın sürmüştü ve iki parti, Gelecek ve DEVA partilerinin birleşmesi söz konusu. Olacak mı, bakalım ne olacak, neler tartışılıyor? Bu akşam iki lider tekrar buluşuyorlar, yemek yiyecekler. Belli ki bayağı bir gelişme söz konusu. Bunları Ankara’da arkadaşımız Mahir Bağış’la konuşacağız. Ama öncesinde videomuza bakalım, sonra Mahir’le konuşalım.

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz perşembe birleşme görüşmeleri için bir araya geldi. Babacan, katıldığı bir televizyon programında, iki partinin birleşebileceğine yönelik açıklama yapmıştı. Görüşmelerin başlangıcında Davutoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olmayı talep ettiği öne sürülse de, Gelecek Partisi, iddialar hakkında, “Esâsen siyâsî ahlâk ilkeleri dolayısıyla bugün siyâsetçilerin hayâliyle yaşadığı makamları terk etmiş biri olarak bugün de herhangi bir makam beklentisi yoktur” açıklamasını yaptı. DEVA Partisi ve Gelecek Partisi birleşerek yeni bir parti mi kuracaklar, yoksa iki partiden birisi diğerine mi katılacak?

Ruşen Çakır: Evet, Mahir Bağış’la konuşuyoruz bunları. Mahir, merhaba.
Mahir Bağış: İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Olay çok ciddî galiba, değil mi? Hangi aşamadayız, neden birleşmek istiyorlar ve hangi noktadayız? Onu bir anlatabilir misin, özetle?
Mahir Bağış: Tabiî ki, elbette Ruşen Çakır. Evet, bizim aldığımız kulislere göre de olayın gerçekten ciddî olduğunu düşünmek gerekiyor. Durum şu: İki parti, iki yönlü bir tartışma yapıyor. Birincisi, “Gelecek Partisi’ne mi, DEVA Partisi’ne mi katılalım?” Bu tartışma biraz daha silik bir şekilde ilerliyor. Diğer ağırlık kazanan tartışma ise, iki partinin kurmayları da, “organik” diye târif ediyor bunu. “Organik” bir şekilde birleşmekten bahsediliyor. Bunun gerekçesini de şöyle açıklıyorlar aslında; Gelecek ve DEVA, çıktığı günden îtibâren, evet, ilk günler îtibârıyla özellikle DEVA’nın bir potansiyeli söz konusuydu; Anadolu’nun çeşitli illerinde mitingler düzenlemişti.
Ben de onları bizzat tâkip etmiştim. Ancak Altılı Masa’nın kurulmasıyla ve eski CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığının desteklenmesiyle DEVA’nın ve Gelecek’in hitap ettiği tabanların kendilerinden uzaklaştığı düşüncesi hâkim. İki parti içerisinde de bu hâkim. O yüzden yeni bir isim, yeni bir heyecan, yeni bir vizyonla seçmene gitmek gerektiği konuşuluyor parti kulisleri içerisinde. Bu birinci adım. İkinci adım ise, partinin nasıl şekilleneceği, kimin genel başkan olacağı, kimin hangi görevleri yürüteceği tartışmaları. İki parti içerisinde de AKP’den gelen, geçmiş yıllar içerisinde gelen kadrolar var ve eski AKP’li bu önemli siyâsetçilerin, içerisinde bakanların bulunduğu isimlerin de yeni partiyi desteklediği söyleniyor. Bu eski AKP’li isimler de bu partinin kurulması gerektiğini söylüyorlar ve birleşmenin organik bir biçimde olup yeni bir isimle topluma, kamuoyuna kendisini duyurmasını, kendisini deklare etmesini istiyorlar. Bunların da yer alacağını söyleyebiliriz. Burada biraz tartışmalar, Genel Başkan olarak Ali Babacan’ın üzerine şekilleniyor. DEVA tarafında bu, şiddetle isteniliyor aslında. Yeni kurulacak partinin genel başkanının Ali Babacan olması gerektiğini söylüyorlar. Gelecek Partisi de buna aslında sıcak bakıyor. Bunun nedenlerinden birisi şöyle açıklanabilir belki de: Babacan’ın genç olması, toplumun bütün kesimleriyle ilişki kurabilecek bir yetiye sâhip olması olarak târif ediliyor. Ama Ahmet Davutoğlu, biliyorsunuz, bu ülkede başbakanlık da yaptı. Ahmet Davutoğlu’nun ne yapacağına ilişkin ise bir soru işâreti var. Bu soru da birkaç şekilde cevaplandırılmaya çalışılıyor aslında; hem Gelecek Partisi içerisinde hem DEVA Partisi içerisinde. Birincisi, Davutoğlu’nun onursal bir başkanlığı söz konusu. İkincisi ise, daha da önemsedikleri, Davutoğlu’nu “ideolojik akıl” diye târif ediyorlar. “Yeni kurulacak partinin ideolojik aklını Ahmet Hoca inşâ edebilir” diye târif ediyor partililer bunu. Burada tabiî ki Davutoğlu’nun entelektüel birikimine, profesör doktorluğuna vurgu yapıyorlar. Bir akademik geçmişinin olmasına, Türkiye, Ortadoğu ve dünya tarihi üzerine makalelerinin ve kitaplarının bulunmasına atıf yapıyorlar aslında parti kurmayları. Böylece Davutoğlu’nun da aktif bir şekilde yer alacağı, Babacan’ın daha da ön planda olacağı bir birleşim tartışılıyor. Bugün bu akşam da, siz de söylediniz az önce, tekrar yan yana gelecekler. Bu görüşmeler bir süre boyunca devam edecek şeklinde algılıyoruz biz aslında. Yıl sonuna kadar, yani bu yıl bitmeden yeni bir parti duyurulmak isteniliyor.

Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey duydum Mahir. DEVA Partisi zâten kongresini yapmak zorunda; zamânını kaçırdı. Bir ihtimal, anlaşma sağlanırsa o kongrede olabilir. Ve “Yeni bir parti kurmak yerine, belki DEVA Partisi o kongrede Gelecek Partisi’nin de katılımıyla adını değiştirerek, yani partiyi lağvetmeden adını değiştirerek bir parti olarak kurulabilir” şeklinde, konuştuğum bâzı kaynaklar böyle bir şey söyledi. Zâten bu da yıl sonuna kadar yapılması gereken bir durum. Böyle bir şeyi Gelecek Partisi, DEVA Partisi içerisinde, adı değişerek de olsa olmayı kabul eder mi, orada îtirazlar var mı, ne gördün?
Mahir Bağış: Aslında isim değişeceği için çok fazla îtiraz olmadığını ben de duydum. Çünkü “Yeni bir isim, yeni bir parti deklarasyonu gibi yapabiliriz. O kongreyi bir yeni parti kuruluşu olarak çevirebiliriz” gibi bir fikir var DEVA içerisinde de Gelecek içerisinde de. Buna çok fazla uzak değil Gelecek Partisi de. Çünkü iki partinin birbirini lağvedip yeni bir parti kurmak zahmetli bir iş olarak görülüyor parti kurmayları açısından. O kongrede hazır bulunuyorken…  Bu, hatırlarsanız, Yeşil ve Sol Gelecek Partisi’nden DEM’e dönüş de böyle yapılmıştı aslında. Parti lağvedilmemişti; ama kurultayda, kongrede isim değişikliği yapılmıştı. Bir ihtimal, onun da ağırlığı var aslında kuliste konuşulan şeyler arasında Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Evet, bu akşamki yemeklerinde herhalde biraz daha yol katedeceklerdir. Belki de anlaşamayıp herkes yine kendi yoluna gidecektir. Tabiî önemli bir not var, senin yaptığın haberde de o vardı: Şimdi, Gelecek Partisi ile Saadet Partisi’nin ortak bir grubu var Meclis’te. Normal şartlarda Gelecek ve DEVA birleşirse 25 milletvekili olacağı için Saadet’e ihtiyaç duymuyorlar. Ama anladığım kadarıyla Saadet Partisi ile olan bu ortak grubu da dağıtmayı düşünmüyorlar. Böylece birleşme olursa üç partili ortak grup gibi bir durum söz konusu olacak herhalde. Mahir, şimdi bir de şu Mansur Yavaş olayını konuşalım. Daha doğrusu… Neydi?
Mahir Bağış: Yüksel Arslan, Ankara Milletvekili.

Ruşen Çakır: Evet, onun yarattığı krizi konuşacağız. Ama önce bir videomuzu izleyelim, sonra konuşalım.

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın eski özel kalem müdürü ve Ankara Milletvekili Yüksel Arslan’ın sosyal medyada paylaştığı mesajla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu hedef aldığı iddia edildi. Yüksel Arslan, mesajında, “Tek derdi kendi kariyeri ve ona çizilen rotada yürümek olana ‘proje çocuk’ denir, ‘Mustafa Kemal’in askeri’ denmez” ifâdelerini kullandı. Arslan’ın mesajına tepki gösteren Mansur Yavaş, “Kendisine tavsiyem, bu tweet’i silmesidir” yanıtını verdi. Arslan paylaşımını kaldırmadı; ancak İmamoğlu’nu kastetmediğini söyledi ve Yavaş’ın tepkisi üzerine ASKİ Spor Kulübü Başkanlığı görevinden istifâ edeceğini açıkladı.

Ruşen Çakır: Şimdi, ne demiş? “Proje çocuk, siyâsî kalpazan, tek derdi kendi kariyeri ve ona çizilen rotada yürümek, hangi bayrağa selâm durduğu belli olmayan…” gibi ifâdeler kullanmış. Sonra, “Ben İmamoğlu’nu kastetmedim” dedi. Ben şeyi anlamadım, şimdi bu Yüksel Arslan eski özel kalem müdürü, sonra İYİ Parti’den milletvekili, İYİ Parti’den ayrılıyor, bağımsız kalıyor. Mansur Yavaş’a en yakın isim olarak biliniyor. Bir de Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin Spor Kulübü ASKİ Spor Kulübü Başkanı’ymış. Yani milletvekili olarak bunu da yapabiliyor demek ki, öyle mi?
Mahir Bağış: Evet, Ankara’da biraz siyâset böyle de işliyor olabilir.

Ruşen Çakır: Yani insan sıkıntısı varmış demek ki. Ama görevinden de ayrılmış. Şimdi, Yüksel Arslan Mansur Yavaş’ın adamı, değil mi?
Mahir Bağış: Çok yakın adamı, Ruşen Çakır. Özel kalemliğini yaptığı Mansur Yavaş 2019’da belediye başkanı seçildiği günden îtibâren neredeyse her gün onunla berâberlerdi. Çok yakın bir ilişkileri söz konusuydu — ki son günlere kadar da öyleydi. Biz zâten şunu anlamıyoruz — siz nasıl yorumlarsınız onu merak ediyorum: Bu açıklama neden yapıldı Yüksel Arslan tarafından? Konu şu an bu muydu? Türkiye gündeminde, muhâlefetin gündeminde bu mu vardı?

Ruşen Çakır: Peki, hakîkaten niye böyle bir şey yazar bir insan? Ortada fol yok yumurta yok. Fol yok yumurta yok diyorum, aslında var bir rekabet de… Bu kadar sert bir çıkış filan. Deneyimli bir siyâsetçi olduğu da anlaşılıyor. Tam bir meydan okuyuş ve “Onu kastetmedim” dediği zaman da kimse inanmıyor.
Mahir Bağış: İnanmaz, çünkü şöyle bir şey söylemek lâzım Ruşen Çakır; “Proje çocuk, siyâsî kalpazanlık, hangi bayrağı tuttuğu belli değil” cümleleri aslında bize tanıdık geliyor. Bizzat Erdoğan’ın İmamoğlu’na yönelik bu ithamları da vardı. AKP milletvekillerinin, AKP’nin önemli isimlerinin Ekrem İmamoğlu’na yönelik böyle ithamları söz konusu oldu. 2019’da İstanbul belediye başkanlığını kazandığı günden îtibâren bu ifâdeleri kullandılar. Ama aslında bu bence biraz erken çıkmış bir ses. Çünkü Ankara’da bir süredir şu konuşuluyor Ruşen Çakır. Olası bir erken seçim ya da velev ki târihinde olacak bir seçimde “milliyetçilerin adayı” tartışması Ankara’da ilk günden beri var aslında. Milliyetçiler kimi destekleyecek? Özellikle meselâ İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu, yine İYİ Parti’den istifâ eden Koray Aydın. Bu isimler Ankara’nın milliyetçi cenâhının da önde gelen isimleri aslında — muhâlif milliyetçi cenâhının da diyeyim. Bu isimlerin, “İmamoğlu’na karşı Mansur Yavaş’ı destekleriz” gibi bir yaklaşımının olduğunu Ankara kulislerinde bir süredir duyuyoruz zâten. Aslında Yüksel Arslan da bu isimler gibi düşünüyor. Ama bunu şimdi neden yaptı, vakti miydi, acaba erken mi davrandı? Hani bir planın, bir inşâ sürecinin mesajını erken mi verdi? O konuda biraz tereddütlüyüm. Çünkü Mansur Yavaş da direkt İmamoğlu’na sâhip çıkan bir açıklama yaptı. Orada sular biraz daha kızışacak gibi görünüyor ilerleyen süreçte Ruşen Çakır.

Ruşen Çakır: Ne demiş? “Kendisine tavsiyem bu tweet’i silmesidir” demiş, ama o tweet silinse bile herhalde Ekrem İmamoğlu bunu unutmayacaktır — yani Ekrem İmamoğlu ve onu destekleyenler. O zaman şöyle bir şey var: Mansur Yavaş’ı zor durumda bırakan bir açıklama yapmış oluyor.
Mahir Bağış: Tabiî. Mansur Yavaş da zâten o yüzden ivedilikle yanıt verdi. Çünkü CHP içerisinde de biliyorsunuz, son tüzük kurultayında da Mansur Yavaş’ın orada bir sitemi olmuştu. İmamoğlu bir konuşma yapmıştı. Mansur Yavaş, “Konuşmaya dâvet edildim, ama benim bundan haberim” yoktu gibi bir sitemde bulunmuştu. CHP içerisinde de ufak ufak da olsa bir çalkantı söz konusu. Mansur Yavaş da aslında bunun büyümemesi için bu yanıtı verdi ve İmamoğlu’na sâhip çıktı. Ben biraz şöyle de düşünüyorum Ruşen Çakır — Meclis tâtile girmeden Meclis kulislerinde de bunu konuşuyorduk, bu dönem daha çok fazla duyacağız muhtemelen: “Erdoğan’ın ve AKP’nin, karşısında istediği bir cumhurbaşkanı adayı var”. Bu aday İmamoğlu değil ama, bunu sürekli duyuyoruz. Bunu besleyecek bir şekilde bu tartışmaların da yürütüldüğünü düşünmekteyim açıkçası.

Ruşen Çakır: Evet Mahir, çok teşekkürler. Gerçekten acâyip bir olay. Yani nereden baksan anlamsız. Ahmet Kaya’nın bir şarkısı vardı, biliyorsun, onun gibi. Yani bir de şöyle bir şey olsa anlayacağım: “Ne var yani? Yaptım. Öyle değil misiniz?” dese, anlayacağım. Hani bir şeyi var. O zaman yani Ekrem İmamoğlu’nu kastetmediysen kimi kastettin? Onu açıklaman gerekir. Böyle de bir şey yok. Bir şekilde siyâseten yanlış bir şey yapmış ve faturayı esas olarak Mansur Yavaş’a kesmiş. Garip bir durum. Anladığım kadarıyla cumhurbaşkanı seçimine kadar biz buna benzer acâyiplikleri çok yaşayacağız. Evet Mahir, çok teşekkürler. “Hafta Başı”nı bu hafta Serhat Güvenç, Ferit Aslan ve Mahir Bağış’la yaptık. Bize abone olun, bize destek olun ki bu yayınlarımızı daha güçlü bir şekilde sürdürebilelim. Hepinize çok teşekkürler. Söyleyeceklerimiz bu kadar, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
06.10.2024 Özgür Özel üzerine bazı gözlemler ve notlar: Pirinç/bulgur paradoksu
02.10.2024 Transatlantik: İsrail İran’a cevap verir mi? Lübnan’da Hizbullah’ın geleceği – Walz-Vance münâzarası
29.09.2024 Bir yok edici melek olarak Erdoğan
27.09.2024 Özgür Özel, New York Türkevi hakkındaki rüşvet iddialarını niçin yalanlamış olabilir?
26.09.2024 Bir mozaik olarak Türkiye (10) - Serkan Baysak ile Türkiye'de Romanlar
25.09.2024 Transatlantik: İsrail Lübnan’da ne planlıyor? S-400 sorunu çözülüyor mu? Erdoğan’ın Kıbrıs çıkışı
23.09.2024 Ruşen Çakır’la Hafta Başı (3): Narin Güran cinayetinde yaşananlar - Esad ve Erdoğan görüşecek mi? - Gelecek ve DEVA birleşiyor mu?
22.09.2024 Erdoğan ile Esad buluşmasını beklerken
20.09.2024 Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile “Haftaya Bakış” (232): 4. madde tartışmaları - İsrail-Hizbullah savaşı - CHP içi tartışmalar
13.10.2024 “Ben senin, beni sevebilme ihtimalini sevdim!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı