Mümtaz'er Türköne yanıtlıyor: Bahçeli'den demokrasi beklemek ne kadar gerçekçi?

04.11.2025 medyascope.tv

4 Kasım 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Çözüm sürecinde ilginç bir noktadayız. Bugün Meclis’te, özellikle Devlet Bahçeli, ardından Tuncer Bakırhan ve Özgür Özel’in konuşmalarında ana gündem, çözüm süreci ve Selahattin Demirtaş oldu. Yeni bir aşamaya giriyoruz galiba. Konuyu Mümtaz’er Türköne ile konuşacağız. Mümtaz’er merhaba.
Mümtaz’er Türköne: Merhabalar Ruşen.

Ruşen Çakır: Bahçeli'nin bugünkü konuşmasını okuduğumda, “Mümtaz'er haklı çıktı” dedim. Ama birçok kişi, genellikle senin söylediklerinin genellikle çıkmadığını söylüyor, ben tersini düşünüyorum. Cumartesi günü Medyascope’ta yazdığın yazında https://medyascope.tv/2025/11/01/cozum-sureci-iktidar-bilmecesini-nasil-cozecek/ “Esas mesele çözüm sürecinde” demiştin. Bugün Bahçeli, grup toplantısında yaptığı uzun konuşmasında, çözüm süreciyle ilgili çok açık ve net mesajlar verdi ve ardından da Cumhur İttifakı'nda hiçbir sorun olmadığını söyledi. Anıtkabir’e insani nedenlerle gitmediğini açıkladı, ama o nedenlerin ne olduğunu belirtmedi. Anıtkabir’e gitmediği için de, Külliye’de düzenlenen Cumhuriyet Resepsiyonu’na katılmadığını söyledi. Bahçeli, “Cumhur İttifakı’nda sorun yok” diyor ama iki tane önemli çıkışı var. Başka da var, ama esas önemli olan hususlardan birisi, Selahattin Demirtaş'a sahip çıkması, ama aynı zamanda Abdullah Öcalan'a da sahip çıkması. Öcalan'a daha önce de sahip çıkıyordu, ama Selahattin Demirtaş'a bu kadar net bir şekilde sahip çıktığını kamusal alanda pek görmemiştik. Ne diyorsun?
Türköne: Yine tersinden okursak, AİHM kararı sonrası Selahattin Demirtaş'ın tahliyesi ile ilgili bir sorun olduğu sonucu çıkıyor ve bu sorunu çözmek için Bahçeli ağırlığını koyuyor. Ben öteden beri Saray kanadının, AK Parti kanadının, Selahattin Demirtaş'ı içeride tutmak için çok çaba harcadığını, bu konuda geri adım atmama konusunda çok ısrarlı olduğunu tekrarlıyorum. Çünkü Selahattin Demirtaş tam anlamıyla bir kilit taşı. O taşı çektiğiniz zaman bütün bina yıkılıyor. Yani fikir hürriyetleri üzerinde, basın özgürlüğü üzerinde, siyasi özgürlükler, ifade özgürlüğü üzerindeki baskı yöntemleri, zincirleme reaksiyona uğrayarak yıkılıyor. Selahattin Demirtaş'ı AİHM kararı sonrası serbest bıraktığınız zaman, Osman Kavala'yı da, Can Atalay'ı da, hepsini bırakmak zorundasınız; verilmiş kararlar var. İnsanlar haklı olarak, “Selahattin Demirtaş'ın diğerlerinden farkı ne?” sorusunu, hemen Selahattin Demirtaş bırakıldıktan sonra soracaklar. Anayasal düzenin en kritik kurumu olan Anayasa Mahkemesi kararlarına ve Anayasa Mahkemesi kararlarının da dayanağı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uymayan bir iktidar var ve bu sefer paketlenmiş vaziyette, kurdelesi bağlı vaziyette önüne kondu. Bir saatli bomba gibi bu, bırakmak zorundalar. Bırakmazlarsa, çözüm sürecini istemedikleri, bu sürece karşı çıktıkları, direndikleri sonucu çıkacak. Bunu da istemiyorlar. Bir hassas denge noktası olduğu belli ki Bahçeli bu konuda ağırlığını koyuyor. Yoksa son derece normal bir şekilde, ‘’Zaten hukuk işleyecek, mahkeme kararlarına uyulacak’’ gibi ortalama bir açıklama yapardı. Fakat doğrudan doğruya Selahattin Demirtaş'a kişisel olarak sahip çıkarak, hatta mahkeme kararını, AİHM kararı sonrasında yerel mahkemenin vereceği kararı müjdeleyerek, bence, sürece ağırlığını koymuş oluyor.
Bahçeli'nin bugünkü konuşmasında tartışılacak çok unsur var, ama bildiğimiz, Bahçeli'nin sıklıkla tekrarladığı unsurlar, kurucu önder Öcalan ile Öcalan'a tanınan politik statü, Cumhur İttifakı'na sahip çıkması… Bunların hiçbirinde orijinal bir taraf yok; bunlar sıklıkla tekrarladığı şeyler. Hatta bir denge oluşturdu bu konuda. Çözüm sürecine sahip çıkarken, mutlaka Cumhur İttifakı'na da sahip çıktığı, bunu vurguladığı, sanıyorum çok sık tekrarlanan bir olgu haline geldi. Orijinali çok güçlü bir çıkış, çok vurucu bir çıkış, çok iddialı bir çıkıştı; Selahattin Demirtaş'ın tahliyesiydi. Şöyle bir kritik nokta var, bunu tekrar vurgulamak lazım. Bu aşamada çözüm süreci ile ilgili alınan mesafeler, tüketilen çareler, başvurulan yollar, yöntemler, aklınıza ne gelirse gelsin, bunun bir kavşak noktasına tekabül ediyor Selahattin Demirtaş kararı ve bu kavşak noktasında, eğer Selahattin Demirtaş hemen çıkmazsa, çözüm süreci, iktidar kanadıyla ilgili çok ciddi bir şaibe altında kalacak. Selahattin Demirtaş çıkarsa, çözüm sürecinin tıkır tıkır işlediği, işlerin yolunda olduğu, Türkiye'nin yakaladığı fırsatı kendisi için bir kazanca dönüştürdüğü anlaşılacak. O yüzden, Selahattin Demirtaş meselesi, bugünkü tavrın ayırt edici özelliğiydi.

Ruşen Çakır: Bahçeli’nin bugünkü konuşmasının bir başka çarpıcı yönü de şu: Bahçeli, ‘’Hem Öcalan’ın hem de Demirtaş’ın arasına mayın döşemek suretiyle ‘Terörsüz Türkiye’ adımlarını kösteklemeye çalışanlar…’’ diye sert bir çıkış yaptı. Orada şöyle bir husus var. Sürece çok fazla inanmayan kişilerin elinde, Demirtaş çok güçlü bir argümandı. ‘’Bu iş Öcalan'la olmaz, Öcalan'la süreç olmaz, Demirtaş’la olur’’ gibi epey yaygın, özellikle muhalefet içerisinde çok rağbet bulan bir yaklaşım var biliyorsun. Şimdi Bahçeli ikisi arasında bir fark olmadığını söylüyor. Sence doğru mu söylüyor ve bu izlediği tutum akılcı bir tutum mu?
Türköne: İkisini dengelemesi, ikisini birlikte çözümün adresi olarak göstermesi bence çok isabetli bir tavır. Çünkü Kürtler açısından bakıldığı zaman, Öcalan, 50 yıllık mücadeleyi, bunun teorik öncülüğünü, ideolojik önderliğini temsil ediyor. Selahattin Demirtaş ise sahadaki politikacı. Yani ikisi birbiriyle çelişen, çatışan aktörler değiller. Bu, bir bakış açısı meselesi olabilir. Fakat Bahçeli, “İmralı ile Edirne arasında nifak sokmaya çalışanlar” dedi ki ben onun kastettiği şeyin, Saray mutfağında bu işe çomak sokmaya çalışanlar olduğu kanaatindeyim. Bunu sıklıkla tekrarlıyorum, çünkü bugünkü gündemin referans noktası burası. Tek başına, Selahattin Demirtaş'ın çıkması, iktidarın elindeki baskı araçlarından büyük bir kısmını işlevsiz hâle getirecek. Çok önemli bir gelişme bu. Ve bunu engelleme çareleri olarak, her zaman alışkın olduğumuz tarzda, entrika üretmek, kumpas üretmek, dedikodu üretmek, kulis bilgilerine dayalı iddialarla biraz ortamı enfekte etmek gibi yol ve yöntemler izlendi bugüne kadar. Şimdi icat edilen şeylerden biri de, malum, Öcalan'ın Selahattin Demirtaş'ın çıkmasını istemediği, onu rakip olarak gördüğü meselesiydi. Kendisi de 99'dan beri cezaevinde olan biri, siyasi rakibini cezaevinde tutarak elimine etmez, böyle bir yola tevessül etmez. Bu kutuplaşmanın, Demirtaş’la Öcalan arasındaki ikiliğin, siyasi partilerdeki, özellikle muhalefetteki uzantıları ise bir politik ifade alanı. Sanıyorum kendileri açısından bir oyun alanı inşa etmeye çalıştılar.
Sen bu sabahki yayınında https://medyascope.tv/2025/11/04/rusen-cakir-yorumladi-kurt-hareketi-cozume-hazir-mi/ uzun uzun anlatmışsın. Çözüm sürecinden sonra Kürt siyaseti normalleşecek, çoğullaşacak, demokratik siyaset tarafıyla, bu terör, şiddet tecrübesinden sahaya inmiş elemanlar arasında uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar, hatta çatışmalar son derece doğal bir şekilde ortaya çıkacak. Fakat bunların hepsinin ötesinde, ilkesel düzeyde, bu sorunun çözümü için gerekli olan demokratik reformlar ve hukuk devletine dönüş, temel haklar düzenine geri dönüş çıtası var. Selahattin Demirtaş tam anlamıyla buraya oturan biri. Dokuz yıldır cezaevinde ve cezaevinde olmasının bir tek sebebi var, “Seni Başkan yaptırmayacağız” lafı. Yani siyasi rekabette Cumhurbaşkanının karşısına çıkmış, %13 oy almış bir politikacı Selahattin Demirtaş ve rakibini elindeki araçlarla elimine ediyor.
Öcalan meselesi farklı. Benim yine yakın zamandaki tezlerimden biri şuydu: Demirtaş çıkmadan Öcalan'a umut hakkı tanınmaz. Yani legal alanda, sivil siyasette yer alan bir politikacı, bir politik önder, önemli bir aktör olan Selahattin Demirtaş serbest kalmadan, siz, hâlâ ‘’bebek katili,’’ ‘’terörist başı’’ dediğiniz adama umut hakkı tanırsanız, bunun yol açacağı ciddi sarsıntılar olur. Bunu hesaplıyorlar, buna dikkat ediyorlar, bu konuda hassasiyetleri var diye düşünüyorum. Bu ‘bir fitne-fücur’ meselesi, bir entrika, bir kumpas olarak algılandı ve Bahçeli'nin takdim tarzında da bu var. Şöyle bir sonuca da varmak doğru: Şayet Bahçeli bulunduğu yer ve bu çözüm sürecine sahip çıkması itibariyle devletin menfaatlerini temsil ediyorsa, bunun devlet projesi olduğunu söylüyor zaten, devletin menfaatleri açısından Öcalan'ın çıkması kadar, Selahattin Demirtaş'ın da dışarıda olması son derece ehven bir durum. Yani Bahçeli’nin yürüttüğü muhakemede ve yaklaşımda bir tutarsızlık yok. Neticede Kürtlerin, doğrudan doğruya Öcalan'a veya Selahattin Demirtaş'a sempati duyan, Kürt siyasetine bağlı, Kürt siyasi hareketine bağlı kişilerin tayin edeceği bir denklem, bir denge hâli ortaya çıkacak. Fakat Bahçeli'nin vurgusu, Bahçeli'nin özellikle Selahattin Demirtaş konusundaki ısrarı, geçen sene Ekim ayından beri safha safha süreçle ilgili gelişmelerin mantığına, elde edilmek istenen sonuca son derece uygun bir yaklaşım.

Ruşen Çakır: Peki, burada şunu sorabilir miyim? Kabaca anlatıyorum. Sen başından itibaren, en son yazılarında da net bir şekilde, Cumhur İttifakı’nda Erdoğan'ın kendi iktidarının bekasını düşündüğünü ve sürece bu bağlamda baktığını, ama Bahçeli'nin, bir anlamda bu süreçle birlikte bir demokratikleşmeyi de savunduğunu söylüyorsun. Hatta kendin de “Bahçeli gibi birisinden demokrasi beklenir mi?” diyorsun ve insanlar bunu soruyor. Yani şimdi Bahçeli'ye atfettiğin bu demokrasi savunuculuğu biraz abartılı değil mi? Biraz yumuşatarak söylemiş olayım.
Türköne: Ruşen, senin sol damarlarından gelen bir itiraz bu. Bu önemli bir mesele, önümüzdeki dönemde bunu da tartışacağız sanıyorum. Milliyetçilik özü itibariyle demokrasiyle uyumludur. Çünkü milliyetçilik milleti, milletin iradesini referans alır. Fransız İhtilali’nden bu yana da milliyetçi hareketler, ulus-devlet ideali demokrasiyle paralel gelişmiştir. Sonrasında faşizm, geç kalmış milliyetçilikler, emperyalist milliyetçilikler türü milliyetçilikler ortaya çıkmıştır. Yani milliyetçi literatürü, milliyetçi ideolojilerin geçmişini, sanıyorum önümüzdeki dönemde tartışacağız. Milliyetçiliğin iki temel referansı vardır. Bir tanesi tarih bilincidir. Tarihi tecrübe boşuna yaşanmamıştır. Önünüze çıkan problemlere karşı o tarihi tecrübeye bakarak yol alırsınız. İlginç bir nokta var: İmralı Heyeti Öcalan'la görüşmelerine dair kısa bir not açıkladı. O notta, heyetin İmralı'da Öcalan'la 3 saat tarih konuştuğu anlaşılıyor. İnanılmaz bir şey bu. Şimdi tarih bilinci olarak bakarsanız, bu, aynı zamanda bir senkronizasyon anlamına geliyor. Bin yıllık iki unsurun, Türklerin ve Kürtlerin âdeta bir senteze vardığı tarihten bahsediyorlar. Çok kısa bir not olmasına rağmen bunun vurgulanması çok ilginç. Bahçeli'nin perspektifinde de aynı tarih bilinci var. Bu, bir noktası milliyetçiliğin.
İkincisi ise, egemenlik kayıtsız şartsız millete aitse, milliyetçiliğin de referans aldığı temel yapı millet olduğuna göre, milletin iradesinin tecelli ettiği bir siyasi düzenin ortaya çıkması lazım. Bunun adı da demokrasi. Şimdi milliyetçiliğin bir sürü türü var. Fakat sanıyorum Bahçeli'nin yaslandığı, Bahçeli'nin dayandığı ve eninde sonunda, açık veya üstü örtülü bir şekilde ifade ettiği milliyetçilik türü bu olacak veya bu berraklaşacak. Tabii sendeki itirazın sebebi de o. Soldan çok geleneksel olarak kemikleşmiş bir şekilde gelen, ‘MHP'nin demokrasiyle ne alakası var?’ gibi bir tavır da bu tartışmaların, bu ideolojik kırılmaların şeyini oluşturacak. Yani bu sende de oluyor, bende de oluyor. Türkiye'nin ideolojik fay hatları değişiyor. Özellikle bu çözüm süreci, ideolojik kimlikleri de, yaklaşımları da yeniliyor. MHP'nin yaptığı sadece bir taktik açılım değil, aynı zamanda kendi ideolojik omurgasını da yeniliyor. Dikkat edersen, İYİ Parti'den, Zafer Partisi’nden MHP politikalarına gelen itirazların hiçbiri ideolojik değil, taktiksel. Kürtlerle barış imzalayan, Kürtlerle birlikte ortak bir kadere doğru yürüme iradesi sergileyen milliyetçilik, Türk milliyetçiliği otomatik olarak değişecek, değişiyor. Böyle bir değişimi mümkün kılacak geçmiş var, birikim var. Milliyetçiliğin liberal türleri, özellikle liberal türleri, Demokrat Parti zamanından bu yana gelişen Türkçü, Turancı türlerinden farklı ırkçı Türk tarih tezlerine yaslanan, 5 bin yıllık tarih tezlerine yaslanan türlerinin dışında, Kürtlerle bir arada yaşamayı mümkün kılacak bir Türk milliyetçiliği formülasyonuyla karşı karşıyayız. Bu, sendeki önyargıları da, benim ruh dünyamı da değiştirecek çapta önemli bir fay değişikliği anlamına geliyor Türkiye'de. Bunun üzerinde ciddiyetle durmak lazım, hatta bunu tartışmak lazım bence.

Ruşen Çakır: İşte tartışıyoruz. Dün Medyascope'ta yaptığımız yazı işleri toplantısında mealen bir şey söyledim. Bugün yaşanacakları bu kadar bilmiyordum, ama, “Bahçeli ‘Meclis Komisyonu’ dedi, Erdoğan geciktirerek yaptı, ama geciktirdi. Bahçeli ‘İmralı'ya heyet gitsin’ dedi. Erdoğan geciktirmeye devam ediyor. Bahçeli Demirtaş'ın tahliyesini isteyecek. Muhtemelen Erdoğan onu da geciktirecek” dedim. Bahçeli'nin Demirtaş'ın tahliyesini istemesine ben hiç şaşırmadım. Hiç şaşırmadım, bekliyordum.
Türköne: Ben de.

Ruşen Çakır: Ama Türkiye'de büyük bir kesim çok şaşırdı. Hatta Demirtaş'a anlam atfeden insanların bir kısmı hayal kırıklığı yaşadı. Bahçeli Demirtaş'ın tahliyesini istiyorsa, ‘’Demirtaş'ta bir şey mi var?’’ gibi bir ruh hâli de oldu. Bilmiyorum, sen tanık oldun mu? İki şey soracağım. Birincisi, Bahçeli'nin Demirtaş'a yönelik bu desteğinin, teveccühünün normal olup olmaması meselesi. İkincisi, Erdoğan'ın geciktirme meselesi. Yani, senin başta söylediğin husus. Normal şartlarda, Demirtaş bugün tahliye olabilir, öyle değil mi?
Türköne: Evet, olabilir.

Ruşen Çakır: Ama bunun kararını da verecek olan Erdoğan, değil mi?
Türköne: “Normal bir tavır mı?” diye soruyorsun. Ben bunu, ‘’Demirtaş’ı çıkartarak bundan bir taktik avantaj elde etmeye mi çalışıyor?’’ şeklinde algılıyorum. Biraz önce söylediğim gibi, bu çözüm süreci, sadece terörü sona erdirmek ve Türkiye'yi anayasal anlamda da, barış anlamında da yeni bir düzene sokacak bir gelişme olmakla kalmayacak. Selahattin Demirtaş'la MHP'liler arasındaki yakın mesafe, sıcaklık, bu süreç sona erdikten sonra da devam edecek, bunu söylemeye çalışıyorum. Çünkü bu fay hatları hakikaten değişiyor. Selahattin Demirtaş meselesi taktik bir adım değil. Türkiye'de maalesef politik tutumunu karşı tarafın tutumuna göre belirleyen, karşı taraf ne söylüyorsa onun tersini söyleyen, ne düşünüyorsa onun tersini düşünen bir kesim var. Bu, siyasetin rengini de komedi derecesine varacak kadar belirliyor maalesef. Kimse kendi doğrularını kendisi üretmiyor, karşısındakine bakarak tayin ediyor.
İkinci soruna, Erdoğan'ın tutumuna gelince: 8 Ekim'de hepimiz Adalet Bakanlığı'nın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne müracaat etmeyerek, sürenin de zaman aşımına uğramasıyla, Demirtaş'ın tahliyesine kapıyı aralayacağını bekliyorduk. Öyle bir beklenti yarattılar. Ve son gün Adalet Bakanlığı heyeti gönderdi, müracaat etti ve karara itiraz etti. Bu, çok dürüst, çok açık bir tavır değil. Entrika kokan, kumpas kokan, bir devletin, bir iktidarın Adalet Bakanlığı'nın vakarına, ciddiyetine de çok yakışmayan bir şeydi. Yani siz son güne kadar bir umut yaratıyorsunuz, sonra da ortalığı dağıtıyorsunuz. Olacak şey değildi. 8 Ekim günü, en son gün itirazın yapılması da bize, Saray kanadında, iktidar kanadında bu konuda iyi niyetli bir tutumun olmadığını kanıtladı. O yüzden Bahçeli'nin ağırlığını koyduğu yer, tamamıyla olumsuz bir mevziiye yerleşmiş olan iktidar kanadını zorlayıcı bir tavırdı ve önemliydi. Bahçeli'nin bugünkü konuşmasından şöyle bir denklemi çıkartabiliriz: ‘’Ben Cumhur İttifakı’na sadığım, Cumhur İttifakı’na bağlıyım ve Cumhur İttifakı’yla yola devam edeceğim. Ancak, Selahattin Demirtaş'ı da siz bırakın’’ tarzı bir denklem kurdu Bahçeli. O yüzden, Bahçeli müdahale edene kadar, hatta bundan sonrası için de muhtemelen bir tartışma oluyordur, Saray’ın, Demirtaş meselesini sürüncemede bırakmak için çare aradıkları kanaatindeyim. Fakat yapamazlar. Dediğim gibi, bu artık bir ikileme dönüştü. Sürüncemede bırakırlarsa, Selahattin Demirtaş'ı bırakmazlarsa, süreç konusunda tamamıyla samimiyetsiz, bu meseleye bir iktidar meselesi, iktidar açısından çıkar hesabı olarak baktıkları şeklinde bir kanaate tam anlamıyla destek vermiş olurlar. Yani bu artık boylarını aşan bir meseleye dönüştü. Siyasette bazı açmazlar vardır. İyiyle kötü arasında tercih yapmazsanız, kötüyle daha kötü arasında tercih yaparsınız. Ben şunu çok rahat bir şekilde ifade ediyorum: Selahattin Demirtaş tahliye edilmezse, MHP kanadı ile AK Parti kanadı arasında ilan edilmemiş bir savaş giderek tırmanır.

Ruşen Çakır: Son olarak, İmralı'ya milletvekili heyetinin gitmesi meselesini de sorayım. Anlaşıldığı kadarıyla, Erdoğan bu konuda çok tereddütlü. En son Abdulkadir Selvi bu tereddüdün giderildiğini söyledi. Ama benim bildiğim kadarıyla, hâlâ o tereddüt sürüyor ki, Bahçeli'nin bugün yine bu konuyu vurgulamış olması, Erdoğan'ın hâlâ onaylama noktasına gelmediğini gösteriyor sanki. Tabii burada çok kritik bir husus var. Birçok husus var da, en kritik husus, Öcalan'a bir milletvekili heyetinin gidecek olması, Öcalan'a devlet katında ve Meclis olduğu için de, milletin vekilleri katında çok büyük bir meşruiyet verilecek olması. Dananın kuyruğu orada kopuyor herhâlde, değil mi? Öcalan'ın ne söyleyeceğinden ziyade, bu olayın protokolü. Böyle bir olayın gerçekleşmesi, içeriğinden ziyade, gerçekleşecek olması büyük bir olay olacak.
Türköne: Benim 15 yıl önce metafor olarak ifade ettiğim gibi, Apo’ya ‘’paşa’’ rütbesi vermek gibi bir şey olur bu.

Ruşen Çakır: Mümtazer, dur yakma bizi. Zaten ince bir çizgide gidiyoruz.
Türköne: Milliyetçiliğin tarihi tecrübesi derken kastettiğim şey de bu. Evet, bu, Öcalan'a meşruiyet kazandıran, itibar kazandıran, prestij kazandıran bir gelişme olacak ve böylelikle Öcalan, çözüm süreci üzerindeki pozitif rolünü daha inandırıcı, daha ikna edici, daha güçlü bir şekilde yerine getirecek. Bahçeli, “İmralı'ya heyet gitsin” derken, Öcalan'ın kazanacağı prestijin çözüm sürecini nasıl kolaylaştıracağını, nasıl yoluna sokacağını bilerek söylüyor bunu. Bunu başka türlü yorumlamak, Bahçeli'nin muhakemesine başka türlü bir anlam atfetmek, sanıyorum doğru olmaz. Öcalan artık barış güvercini. Barış güvercinin havalanması, özgürce uçması, ortalıkta görünmesi lazım. Öcalan'ın Kürtler arasındaki popülaritesi giderek yükseliyor. Bunun sebebi de, barışın mimarı olarak ön plana çıkması. Kürtler barış istiyorlar. Bunu en kestirme yoldan ve en kararlı, inandırıcı şekilde yapacak aktör de Öcalan. Yani perspektif aynı, Bahçeli'nin perspektifi de öyle. Devlet, Öcalan'a prestij vererek, ‘Bu adama prestij kazandırdım, kazandırmadım’’ hesabı yapmıyor. Çözüm süreci uygun şartlarda, elverişli şartlarda nasıl ilerler? Nasıl daha kısa yoldan neticeye varılır, daha kalıcı, özellikle Kürtler için ikna edici bir netice nasıl hâsıl edilir, ona bakıyorlar. Bahçeli'nin perspektifi de bu. Bahçeli'yi ve devleti ilgilendiren, Öcalan'ın kazanacağı meşruiyetin ve prestijin devlete ne kadar katkı sağlayacağı meselesi. Bunu da çok açık bir şekilde ifade etmiş olayım.

Ruşen Çakır: Çok teşekkürler, Mümtaz'er. Konuştuğumuz konuların çok daha fazla öne çıktığı bir sürece girdik. Bu anlamda, bugün özellikle çok anlamlıydı diyelim. Değerlendirmelerin için teşekkürler, izleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
08.11.2025 Yeniden: Ekrem İmamoğlu mucizesi
07.11.2025 Benim küçük gözaltım
06.11.2025 Siyasal İslamcıların iflası
05.11.2025 Bahçeli Demirtaş’a niçin sahip çıktı?
04.11.2025 Erdoğan ve Bahçeli'nin sürece bakışındaki farklılıklar neler? Burak Bilgehan Özpek anlatıyor
04.11.2025 Bahçeli'nin "Cumhur İttifakı'nda çatlak yok" sözüne inanmalı mıyız? Kemal Can yorumluyor
04.11.2025 Kürt hareketi çözüme hazır mı?
04.11.2025 Orhan Miroğlu ile söyleşi: Türkiye’nin Mandelası Bahçeli mi olacak?
04.11.2025 Mümtaz'er Türköne yanıtlıyor: Bahçeli'den demokrasi beklemek ne kadar gerçekçi?
09.11.2025 Yakmak istediğim fotoğraflar!
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı