“Mahrem yapı”yı yakından takip eden eski bir Fethullahçı’nın öngörüsü: "Başa Abdullah Aymaz geçer, ama esas lider Mustafa Yeşil olur”

22.10.2024 medyascope.tv

Abdullah Denikul dört yıldır sosyal medyada Fethullahçılık hakkında paylaşımlar yapan, yazılar yazan bir isim. Gerçek adının bu olduğunu sanmıyorum. X hesabında kullandığı fotoğraf da muhtemelen başka birisinin. Özellikle Fethullahçı şebeke içindeki iktidar mücadeleleri hakkında yazdıkları her geçen gün daha fazla ilgi görüyor. Denikul ile sosyal medya üzerinden haberleştik ve kendisine bir dizi soru yönelttim. Kendisine yönelttiğim son soru "Gülen ölürse neler yaşanır?" İşin ilginci, cevapları almamdan yaklaşık yarım saat sonra Fethullah Gülen’in ölüm haberi geldi. Bunun üzerine sondaki ek soruları yolladım. Sonuçta bu söyleşi ortaya çıktı:

Fethullahçı harekete ne zaman ve nasıl dahil oldunuz?f
Gülen hareketini 1980’li yılların sonunda İzmir’de Gülen’in Şadırvan ve Hisar vaazlarında tanıdım. O yıllarda kitaplarını okumaya ve kasetlerini dinlemeye başladım. Gülen’in öğretilerinden etkilendim. Yine aynı yıllarda, öğretiler ile yaşananlar arasındaki tezatı fark etmeye başladım. Henüz Gülen hareketi o yıllarda çok küçük bir yapıydı.

Hareket içindeyken neler yaşadınız, nelere tanık oldunuz?
Çok fakir bir aileden geliyorum, Üniversiteyi kazandığım yıllarda bir yakınım, cemaatin yurdunda ücretsiz kalmak için aracı olabileceğini söyledi. KYK’da yurt çıkmadığı ve ekonomik durumumuz da olmadığı için yurtta kalmayı kabul ettim. Çok zor durumda olduğumdan burslu olarak yurtta kalmam için yakınım yetkililer ile görüştü durumumuzu anlattı. Beni mülakata aldılar, sordukları soruları şu an hatırlamıyorum, fakat verdiğim cevaplar pek hoşlarına gitmemiş olmalı ki, yakınıma, burs veremeyeceklerini para ile kalmak isterse de zaten sınırlı sayıda kontenjan kaldığını söylemişler. İstedikleri yurt ücretini karşılayacak gücüm olmadığı için kabul edemedim, Yaşlı bir kadına ait, terk edilmiş duvarları çatlak iki odalı harabe  bir evde kalarak üniversiteyi okudum. Üniversitede okurken namaz kılıyordum, camide beni takibe almışlar, sonradan bana yurtta kalmamı teklif ettiler, o zaman da ben kabul etmedim.

Neden ve nasıl ayrıldınız? Ayrılırken sorun yaşadınız mı?
Her ne kadar fiilen işin içinde olmasam da kitaplar ve kasetlerin etkisi nedeniyle gönül bağım devam etti. Okulu bitirdikten sonra sanırım 1991 yılında kısa bir süre cemaat müessesinde çalıştım. Cemaatin bu günlerde yeni ortaya çıkan ikili yüzü ile ilk kez o yıllarda karşılaştım ve sadece iki ay süreyle dayanabildim. Çalıştığım süre içerisinde ne sigorta yaptılar, ne de hak ettiğim parayı verdiler. Ciddi problemler yaşadım. Beni cemaatin mütevelli heyeti ile il imamı arasında bıraktılar, ikili oynadılar. İkinci ayın sonunda işten ayrıldım. Mütevelli heyetinden bazı üyeler “işten ayrılıyorsun ama Hizmet’i terk etme” diye telkinde bulunmaya kalktılar. Ben de onlara bu davanın Allah davası olduğunu düşündüğümü işten ayrıldığımı ama cemaatten manevi olarak kopmayacağım söyledim. Sonrasında bana yurtdışına gitmem için teklifte bulundular, kabul etmedim. Akabinde birçok kamu kurumunun müfettişlik, bakanlıklarda uzmanlık, yurtdışı araştırma görevliliği vb. nitelikli memurluk sınavlarına girdim. Cemaatin kendi adamlarını yerleştirdiğini duyuyordum fakat sanırım ben o sınıfta biri olmadığım, yurtlarda, evlerde kalmadığım için o kontenjanlardan yararlanamadım. Kazandığım halde mülakatta elendiğim ve yerleşemediğim yerler oldu. En sonunda düz bir memur olarak devlette göreve başladım. Görev yaptığım yıllarda manevi olarak bağımı koparmadım. Cemaatin kandil geceleri programları, olimpiyatlar vb. toplu organizasyonlarına katıldım. Cemaat içinde eskilerden olmak ve Gülen ve cemaatin önde gelenleri ile teşriki mesaisi bulunmak çok önemli bir faktördür. “Eskilerden” olduğum için sürekli olarak aktif görev vermeye çalışıyorlardı. Cemaate ait dernek yönetiminde  yer aldım. Dernekte görev yaparken orada da usulsüzlüklere bizzat şahit oldum. Derneğin tüzüğü ile uygun olmayan işler yapıldığı için itiraz ettim, usulsüz para ve emtia toplanamayacağını bunların kayıt altına alınması gerektiğini ısrarla söyledim. Bana “Dernekler İl Müdürü bizim abimiz sen orasını dert etme“ diye nasihatte bulundular. O yüzden  yanlış hatırlamıyorsam  2011 yılında dernekten  istifa ettim. Aynı dönemde bir cemaat kurumunun yöneticisi ile çok ciddi tartışmalar yaşadım. Hepsi bir araya gelince Cemaat o yıllarda halen devlette güçlü olduğu için ayrılmamın bedelini bana  ağır ödettiler, çalıştığım kurumda çok ciddi mobinge maruz kaldım; tenzili rütbe yaptılar, görev yerimi değiştirdiler. 17/25 sonrasında ise açığa aldılar. Ardından 15 Temmuz  patlak verdi, onca eziyet ve zulümden sonra, bir de FETÖ’cü terörist damgası yedim. Hem Cemaat hem de devletten  çok ciddi darbeler yedim. Cemaatten çok önce ayrıldığıma dair  çalıştığım kamu kurumundaki amirlerimin yazılı ve sözlü şahitliklerine, dernekten ayrıldığıma dair resmi belgelere rağmen hakkımda dava açıldı, KHK ile görevden atıldım, hapis yattım. 

Bu hareketin nasıl bir örgütlenmesi var?
Hareketin örgütlenmesi konusunda X hesabımda ayrıntılı yazılar yazdım. Bana göre cemaatin iki yüzü var. Birincisi dini argümanları kullanarak, sivil toplum yapısı olarak oluşan bir örgütlenme. Bu örgütlenmeyi hem Türkiye’de hem de dünyada neredeyse bilmeyen kimse yok. İkinci yüz olarak ise “mahrem yapılanma“ adı verilen ve sivil toplum yapılanmasında işleyen kuralların orada işlemediği son derece gizli bir yapılanma.

Mahrem yapının varlığından alttakiler hiç mi haberdar değil? Yoksa biliyor ve doğru mu buluyorlar?
Mahrem yapının varlığından neredeyse cemaatin tamamının haberi vardır. Geçmişte cemaatin mahrem yapılanmasını konuşmak cemaat içinde son derece gizli bir şeydi. Bu yapıdan bahsederken cemaat üyeleri konuşmazlar sadece ellerini omuzlana götürerek ima ederlerdi. Yani bu omzu kalabalıklar, rütbeli askerler, emniyetçiler anlamına gelirdi. Birçokları bu yapıyı bilir fakat kimler oldukları, ne yaptıkları amaçları konusunda asla konuşmazlardı. Zaten yapının nasıl işlediği konusunda neredeyse cemaatin fertlerinin hiçbir bilgisi yoktu. Bilinen tek şey vardı, cemaatten birileri bu kişiler ile irtibat içinde onlara sohbet yapılıyor… Adı üstünde bu konular çok mahrem konulardı ve asla bu konulara girilmezdi. Bu konuda tek konuşulan şey Gülen’in yapmış olduğu sohbet ve konuşmalardı. O da, “bizler bu milletin insanlarıyız, devletin asli unsurlarıyız, bu milletin vatandaşları devlete sızmazlar, onlar hakkı olan yerlerde çalışırlar” öğretileriydi. Özellikle 28 Şubat dömeninde dindar insanlara yapılan baskılar nedeniyle cemaatin tabanı o dönemde bu yapılanmayı haklı bir yapılanma olarak görüyordu.
Kısa bir süre önce yaptığım bir ankette, cemaatin yaklaşık % 90’ mahrem yapıyı kabul ediyor. Bunların %73’ü mahrem yapının cemaate zarar verdiğini düşünüyor. 

İnsanlar bu harekete neden katılıyor?
Bahsettiğim gibi insanların büyük çoğunluğu Gülen’in öğretilerine ve samimiyetine inanarak bu harekete katıldıklarını düşünüyorum. Bu hareket  bir eğitim ve iyilik hareketi olarak doğmuştu. İnsanlar o dönemde yapılan işleri benimsediler. Okullarda, dershanelerde verilen kaliteli eğitimlerin de büyük etkisi oldu.  Özellikle Türkçe Olimpiyatları bunda çok etkili oldu. Dünyanın farkı ülkelerinden gelen öğrencilerin Türkçe konuşmaları o dönemde çok etkili oldu.

AKP ile kurulan ittifak Fethullahçılığın gelişmesinde ne ölçüde rol oynadı?
28 Şubat süreci ile birlikte, Kemalist rejimin başörtüsü üzerinden başlattığı dindar kesimi kamudan yok etme ve başörtüsü mücadelesi 2002’de Cemaat ile AKP'nin yollarını kesiştirdi.
Milli Görüş çizgisinden gelen AKP ile cemaat arasında aslında pek ortak nokta olmasa da, aynı zulme maruz kalmadan kaynaklanan zorunlu bir ortaklık doğmuştu. Yeni kurulmuş olan AKP'nin devlet kadrolarında ve bürokraside yetişmiş elemanı yoktu. İktidar olmuştu ancak muktedir olamıyordu. 
Kamuda yetişmiş bürokratları olmadığı için ve cemaatin 1970 'lerden beri devlet içerisinde örgütlenmesini bildiklerinden, düşmanları da ortak olunca, düşmanımın düşmanı dostumdur  mantığı ile birlikte hareket etmeye başladılar. AK’liler daha çok işin ekonomi tarafında ilerlemeye devam ederken, Cemaat ise Devletin içinde kadrolaşma yolunu tercih etti.

AKP ile yollar neden ayrıldı?
İktidar cemaati de arkasına alarak yavaş yavaş muktedir olmaya başlamıştı. Devletin nimetleri ile ilk defa yüzleşen AKP'li siyasetçiler içerisinde suistimaller de bu dönemlerde başlamıştı, ilk zamanlarda ufak tefek ihalelerle başlayan süreç giderek büyümeye başlamıştı.
O dönemde devletin içinde  büyüyen cemaate büyük yönelim, cemaatin tepe noktasının da iştahını kabartmaya başladı. Başlangıçta amaçları varlıklarını korumak olan mahrem yapılar artık elde ettikleri güç oranında devletin işleyişine müdahale etmeye başladılar. AKP’liler ihaleler, devlet nimetleri ile cebini  doldurma yarışına girmişken, cemaat ise devlettin başta emniyet, adliye, askeriye olmak üzere bütün birimlerinde hızla yapılanma yarışına girmişti. İki taraf da büyüyordu ancak iki taraf da birbirlerinin bu büyümelerinden rahatsız olmaya başlamıştı.
Cemaat bu konuda ikiye ayrılmış gibi görünüyordu. Mahrem yapılar büyümenin verdiği sarhoşluk ile içerisinde bulundukları sisteme doğrudan müdahale ediyor, Başbakan dahil, bakanlar, milletvekilleri, siyasileri dinliyorlar, istemedikleri üst yöneticilerin önünü kesiyorlar, yıpratıyorlar ve daha fazla yükselmelerini önleyip emekliliğe zorluyorlar ve istedikleri kişileri yerlerine yerleştiriyorlardı. Kendilerine biat edenleri de kamuda çok iyi yerlere yerleştiriyorlardı.
Bu arada AKP'nin yaptığı bütün yolsuzlukları kayıt altına alıyorlar, bir gün ihtiyaç olursa diye sürekli arşiv oluşturuyorlardı.
AKP ise bu arada boş durmuyor 2007 lerden itibaren ilk atadıkları cemaatin özellikle mali konularda yetişmiş üst düzey bürokratları yeni kanunlar vb. düzenlemeler ile kendi yetiştirdikleri bürokratlar ile değiştiriyorlar, özellikle mali konularda önlerine engel olanları temizliyorlardı.  İçerideki bu savaş henüz dışarıya aksetmemişti. Her iki tarafta da karşı tarafı bitirme adına hummalı bir yarış devam ediyordu.
Cemaat bütün kurumlarda çalışanları mahremler eliyle fişliyordu, AKP de aynı şekilde kamudaki bütün cemaatçileri fişliyordu. MİT tırları hadisesi içten içe devam eden savaşın ilk dışa vurulması olmuştu.

15 Temmuz sizce nasıl gerçekleşti?
Bütün bu karşılıklı restleşmeler sonucunda cemaat yıllardır bir gün lazım olursa diye  biriktirdiği yolsuzluk dosyalarını 17 Aralık’ta en büyük koz olarak ortaya döktü. Ellerindeki büyük medya gücü, kamuda özellikle emniyet ve adliyedeki elamanlarının gücü ve halkın da olimpiyatlar, açılım programları vs. ile kendi yanında olduklarını sandıkları için yaptıkları bu operasyon ile AKP’yi bitireceklerinden çok emindiler. Aslında bana göre cemaatin darbesi 17/25 tir. 15 Temmuz ise AKP’nin rövanşı olmuştur.

İktidarın Fethullahçılıkla mücadelesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
17/25 ile canı çok yanan İktidar, devletin bütün gücünü cemaatle mücadaleye yönlendirmiştir. Tam muktedir olduğu zamanlarda karşısına çıkan ve muhalefetten bile büyük zararlar veren bu yapıyı, 15 Temmuz sonrası topyekün bir yok etme mücadelesine girmiştir. Kanun gücünü de kullanarak KHK’lar ile cumhuriyet  tarihinde görülmemiş kamuda işten çıkarma, hukuksuz müdahalelerin yolu açılmıştır. Cemaatin 17/25’te başlattığı bu savaş hem kendisi, hem de ülke için çok büyük kayıplara neden olmuştur.

Fethullahçılık Türkiye’de yeniden etkili olabilir mi?
İktidarın bu topyekün yok etme mücadelesi aslında son derece yanlış bir mücadeledir. Yapılan yanlış uygulama ve stratejiler baskı, işkence, iş vermeme, açlığa ve sivil ölüme terk etme gibi durumlar cemaatin dağılması bir yana, tabanı daha da fazla birbirine bağlamıştır. Cemaatin tabanı  bu baskı ve yıldırmalar yüzünden kendi içlerinde dönen dolaplara karşı kendilerini kapatmışlar şimdi safları sık tutma zamandır diyerek bir arada olmaya çalışmışlardır. Halbuki cemaatin mahrem yapısı ile davaya inanmış masum insanları ayırmak çok daha akıllıca bir seçim olabilirdi. Cemaatin tabanı son dönemde mahrem yapıyı görmeye ve onların yaptıkları pislikleri duymaya başladılar. Ama yapılan baskılar, yanlış uygulamalar yüzünden bir çokları özellikle yurt dışındakiler Türkiye’deki yanlış stratejiler yüzünden cemaat ile sıkı ilişkilerini devam ettiriyorlar.

Gülen öldü. Bundan sonra neler yaşanır? Yerini bir kişi alabilir mi?
Mustafa Yeşil’in geçtiğimiz yıllarda İngiltere’de Gülen sonrası dönemi masaya yatırdığı gizli  bir toplantı yaptığı biliniyor. O toplantıda alınan kararlar nelerdir, neler konuşulmuştur, hakkında bilgimiz yok. Her ne kadar içeride büyük bir rant kavgası olsa da bu belli bir süre dışarıya yansıtılmadan devam edecektir diye düşünüyorum. Büyük bir ihtimal ile Abdullah Aymaz, "Ali heyet"i temsilen cemaatin başına geçirilecektir. Çünkü tabanın beklentisi bu yönde. Eğer Aymaz başa geçerse onun arkasında Mustafa Yeşil ipleri ele geçirmeye çalışacaktır ki bu durum Mustafa Özcan’ı arka plana atacaktır. Bu da onun hiç işine gelecek bir durum değil. Abdullah Aymaz başa geçerse, Yeşil, Mustafa Özcan’ın ekibini hızlı bir tasfiye sürecine başlayabilir. Özcan ise bu duruma asla izin vermez, bu da bölünmeyi ilerleyen zamanda hızlandırabilir.

Gülen’in ölümünü fırsat olarak görüp ayrılan çok olur mu?
Evet, Son dönemde özellikle Cevdet Türkyolu’nun mal varlığı cemaat tabanında çok ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı. Gülen’in “Bir dikili ağacınız olmasın” öğretisine inanmış bu tabaka Cevdet Türkyolu’nın villaları yüzünden çok yara aldı. Bizzat benim yazdığım yazılara binlerce tepki aldım. O kadar çok “Hocaefendi’den başka kimseye güvenmiyorum” mesajı aldım ki Gülen’in ölümü ile bu kitlenin bir çok şeyi yeniden değerlendireceğini düşünüyorum.

Hareketin içinden fraksiyonlar çıkar mı?
Yakın zamanda bir fraksiyon çıkacağını düşünmüyorum. Fakat son bir yıldır benim gibi cemaatin mahrem yapılanmasını eleştirenlere cemaat üyeleri çok ilgi göstermeye başladılar. Muhaliflerin sayısı her geçen gün daha fazla artıyor.

Bu yeni dönemde devlet ne yapmalı?
Devlet, şiddet yanlısı söylemleri özellikle bu süreçte bırakmalı. Şu anda cemaate tabi binlerce insan, başlarına gelenlerin bizzat cemaatin içindeki mahrem yapılanma yüzünden olduğunu sorgular hale geldiler. Fakat yapılan zulümler ve ayrıştırıcı tutumlar, bu insanları halen daha cemaate bağlı tutuyor. Devletin önceliği masum insanlar ile devlete kafa tutanları ayırmak olmalı. FETÖ ve cemaat ayrımı net olarak çizilmeli.
Terörle Mücadele Kanununda Terörün tanımı çok net ve bellidir.
“Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, …..örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”
Hiçbir şekilde cebir şiddet kullanmamış, kimseye baskı yıldırma sindirme yapmamış, insanlar ile soru çalmış, devletin gücünü kullanarak, insanları işinden gücünden etmiş, masum insanları öne sürerek kirli emellerine alet etmiş, devlete kafa tutmuş, gerçekten suç işlemiş insanlar ayrıştırılmalıdır. Zaten, gerçek suç işleyenlerin neredeyse tamamı yurt dışına kaçmışlar ve bütün fatura Türkiye’de kalan masum insanlar üzerine kesilmiştir.
Yüksek yargı organlarının asli görevi bu tür hukuksuzlukları gidermektir. Bu ülkenin vatandaşları, yerelde haklarını arayamazlarsa şayet, hukuka olan güvenlerinin gereği olarak yüksek yargı organlarından haksızlıklarının giderilmesini  isterler . Eğer tabi olduğumuz devlet  bizlerin  hakkını koruyamıyorsa, İnsanların devlete ve hukuka olan güvenleri sarsılacaktır ki, bir vatandaş için en büyük yıkım inandığı ve güvendiği devletine olan güveninin sarsılmasıdır.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
18.12.2024 Transatlantik: Trump Erdoğan’ı neden övdü? PYD/YPG’nin geleceği Golani’nin zor sınavı
17.12.2024 Mehmet Altan ile Türkiye’nin gidişâtı (4): Suriye’nin geleceği - CHP’li belediyelere haciz
15.12.2024 11 soruda, YPG ya kendini fesheder mi ya da feshedilir mi?
15.12.2024 Murat Yetkin ile söyleşi: Meraklısı İçin Ortadoğu Kitabı
12.12.2024 Bahçeli’nin İmralı hamlesine seçmen nasıl bakıyor? Burak Bilgehan Özpek ile söyleşi
10.12.2024 Transatlantik: Suriye’yi nasıl bir gelecek bekliyor?
08.12.2024 Hamas, Hizbullah ve Esad: İran’ın “Direniş Ekseni” tarihe karışırken
06.12.2024 Behlül Özkan ile söyleşi: 1982’deki Müslüman Kardeşler’in Hama ayaklanmasından bugüne
04.12.2024 Murat Özçelik ile söyleşi: Türkiye Suriye’de ne yapabilir? Ne yapmalı?
22.12.2024 CHP ne zaman “Türkiye’nin birinci partisi” gibi davranacak?
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı