Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”

21.08.2025 medyascope.tv

21 Ağustos 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Gürkan Çakıroğlu'yla konuşacağız. Gürkan, merhaba.
Gürkan Çakıroğlu: Merhaba abi.

Ruşen Çakır: Evet, Özgür Özel'in dediği doğru mu? Yani, ‘‘Özgür'üm sana söylüyorum, iktidar ortağım sen anla’’ mı dedi Devlet Bahçeli?
Gürkan Çakıroğlu: Dedi. Devlet Bey bunu çok sık yapıyor. Bu, biliyorsunuz, Sinan Ateş dosyası zamanında da, Ali Koç ziyaretiydi sanırım, 17.25 saatiyle pozu da uzun bir zaman sonra verdiler. Yani bu iktidar, güllük gülistanlık bir iktidar değil. Bu iktidar, dünya siyaset literatüründe de kullanılan, ‘‘dehşet dengesi’’ tabirini ben kendi adıma kullanmaya çalışıyorum, çünkü bana en çok onu andırıyor: Dehşet dengesi ittifakı. Yani aslında birbirini sevmeyen, birbirinden hazzetmeyen insanların veya partilerin veya grupların, herhangi bir şekilde mevcut dengeyi bozmama adına, bu dengeyi ilk kim bozarsa diğer müttefiklerin onu yok edeceği korkusuyla kendi içerisinde sıkışmış ve bir şekilde yol yürüme gayreti içerisinde oldukları bir iktidar yapısı bu Cumhur İttifakı dediğimiz yapı. Aslında kader birlikleri bir yandan da doğru. Bu açıdan da hakikaten birbirlerine bağlı bir süreç içerisinde de ilerliyorlar. O yüzden Devlet Bey'in bu hamlesinin de ben yine hakeza benzer bir çıkış olduğu kanaatindeyim. Dikkat ederseniz o zaman Tayyip Bey de Özgür Bey'le sık sık görüşme gayretinde olup yine belli başlı köşe taşlarını değiştirecek hamleler yapıyordu. Devlet Bey'den de bir karşı hamle gelmişti o dönem. O yüzden bugün burada da yine benzer bir durum olduğunu kabul etmek gerekiyor. Özellikle bu işte çözüm süreci veyahut da açılım — artık adı her neyse, ben genel olarak barış süreci olarak görüyorum — bununla alakalı olarak istenilen adımların hâlâ atılmadığı, hâlâ daha Hakan Fidan üzerinden belli başlı hamasi dilin devam ettiği, 1925 paradigmasını 2025'te bitiren Bahçeli-Öcalan paradigmasının hâlâ tam olarak Tayyip Bey tarafından kabullenilmediği, benimsenmediği ortada. Hâl böyle olunca ve süreç aslında ağırlaştıkça bunun Suriye'deki faturası da artıyor. Böyle olduğu için de muhtemelen Devlet Bey kendisine yönelik bir sıkıştırma hamlesine karşı bir hamle yapıyor burada.

Ruşen Çakır: Şimdi, terörsüz Türkiye ya da barış sürecine tekrar geliriz ama öncesinde şunu söyleyeceğim: Sen avukatsın ve son günlerde, yani o camianın içinden birisi olarak, son günlerde sürekli avukatları konuşuyoruz, farkındaysan. İşte Rezan Epözdemir tutuklandı, Mücahit Birinci, şu son Selahattin Çelik olayında adı geçen isimlerin kimisi tutuklu, kimisi soruşturuluyor ya da daha önce Özgür Özel'in ifşa ettiği bir olay vardı, orada bir avukat ev hapsine mahkûm edildi, falan. Ne oluyor? Nasıl bir şeyin içerisinde yer alıyor bu kişiler? Birbirinden farklı kişiler, birbirinden farklı olaylar ama çok sayıda avukatın burada iktidar mücadelesini ve tabii ki bir pasta paylaşımında rol aldığını görüyoruz. Bu abartılı bir şey mi, yoksa gerçekten işler böyle mi yürüyor artık?
Gürkan Çakıroğlu: Abi, işler uzun zamandır böyle yürüyor. Yani Türkiye'de yargı baştan aşağı kokuşmuşken, hâkimler ve savcılara dair birçok söylenti ayyuka çıkmışken avukatların bundan âri olduğunu düşünmek biraz komik. Ve içinde bulunduğumuz süreçte, yani şöyle ifade edeyim, avukatların, yani birçok açıdan bu işlerin içerisine, ki siyasete de gayet meyilli avukatlar, kendimi de burada uzak tutmuyorum, ama böyle olduğu için de bu işlerin içerisine girip maalesef akçeli işlere bulaşmamaları mümkün değil. Sonuçta bir dava yürüyorsa bunun bir hakimi, bir savcısı varsa bir de avukatı var. Ve avukatların da özellikle son 10 yıl içerisinde bu işlere dair çantacılık yaptıkları birçok meselede, birçok davada ayyuka çıkmış vaziyette. Yani Allah aşkına, hukuk devleti olmayan bir ülkede, avukatlık mesleğinin itibarı uzun zamandır olmayan bir ülkede, avukatların dosyalarda başka türlü ön plana çıkma ihtimali zaten yok. Yani ben bunu birçok dosyaya dair söylüyorum. Yani mesela işte Demirtaş ve arkadaşlarının dosyası veyahut da işte cemaat dosyaları veyahut da işte şu an İmamoğlu'nun dosyaları, buralarda avukatların yapabileceği şeyler, malum, hukuki itiyatlar atmanın ötesine geçemiyor çünkü Türkiye hukuk devleti değil. Böyle olmadığı zaman da birileri çıkıp "Ben sizin işinizi çözerim, ben sizin işinizi yaparım" diyerek, tabii ki bu birileri mutlak surette iktidara yakın birileri olmak zorunda, iktidardan güç devşiren birileri olmak zorunda. Çünkü diğer türlü bu işlerin mahkemelerde çözülemeyeceği, hukukla çözülemeyeceği, hukuk olmadığı için hukukla çözülemeyeceği ortadayken maalesef bu tarz durumların yaşanması gayet tabii bir durum, maalesef.

Ruşen Çakır: Peki, şimdi tekrar şeye dönelim. Şimdi bir yanda 19 Mart süreci var. Bir yanda çözüm süreci var. Ve Bahçeli çözüm sürecinin baş aktörü diyelim. Erdoğan da 19 Mart sürecinin baş aktörü. Ve bu süreçler birbirlerinin bazen üstüne biniyorlar, birisi diğerini engelliyor vesaire.
Gürkan Çakıroğlu: Öyle zaten.

Ruşen Çakır: Burada Bahçeli'nin arada sırada 19 Mart'la ilgili verdiği, yaptığı açıklamalarını, Erdoğan'ı rahatsız etmesini beklediğimiz açıklamalarını çözüm sürecine halel geldiği için mi yaptığını düşünüyoruz?
Gürkan Çakıroğlu: Şöyle ifade edeyim, bunu daha önce de abi seninle konuştuğumuz yayınlarda söyledim. Yani bir 22 Ekim var, bir 27 Şubat var. Bunlar birbirlerini tahkim eden, kendi içerisinde uyumlu, paralel hareketler. Yani bu bir paradigmanın köşe taşları. Normalde, o zaman da ifade etmiştim, bunun üçüncüsü Tayyip Bey'den gelmeli. O takdirde Türkiye'de bir şeyler değişebilir, demokrasi ve hukuk devleti tedrici olarak zaman içerisinde oturabilir. Ama Tayyip Bey'in bunlara cevabı, yani 22 Ekim ve 27 Şubat'a cevabıdır 19 Mart. Ekrem Bey de nihayet uyanmış, açıklamalarında bu uyanışı görüyoruz ve bundan kaynaklı çok şükür aylar sonra, özellikle son iki haftadır, çok ciddi anlamda siyasi hamleler yapıyor İmamoğlu ve Özgür Özel. Bunlar çok önemli. Alanda olmak tabii ki önemli ama alan tek başına hiçbir şekilde siyaseti tahkim edecek bir durumda değil. O yüzden bu şekilde siyasi hamlelerle İmamoğlu'nun sürece adapte olduğunu görüyorum kendi adıma ve burada Tayyip Bey'in 19 Mart'la yapmak istediği şeye ulaşabildiği kanaatinde de değilim. Çünkü burada Devlet Bey çok güçlü bir çıkış yaptı ve bunun aslında gelecek perspektifi anlamında da Türkiye için zamanın ruhuna uygun hamle olduğu kanaatindeyim. O yüzden muhtemelen Devlet Bey'i ve ekibini buna ikna eden devlet kanadı, bu mevcut sürecin mutlak surette olması gerektiğine ikna eden devlet kanadı da çok baskın ve güçlü. Burada Tayyip Bey'in derdi ise, maalesef işte devlet adamlığıyla siyaset adamlığını birbirinden ayıran bir süreç. Devlet Bey bir devlet adamı gibi davrandı burada, Tayyip Bey ise bir siyaset adamı gibi, yani "Burada bana ne olacak? Ben ne kazanacağım?" Tamam, öyle büyük bir hamle ki bu! 1925'te aslında Şeyh Said İsyanı ve Takrir-i Sükûn ile biz bu rejimi inşa etmeye başladık ve 100 yıl sonra 2025'te 22 Ekim ve 27 Şubat'la olan şey aslında bu rejimin tasfiyesi ve bu 10 yıllık ara dönemin de, yani terör döneminin de kapanması. Bunun kapanması demek siyasetin, rızaya dayalı siyasetin… Çünkü terör dili hep korkuya dayalı siyaseti milletin önüne koydu: "Bölüneceğiz, parçalanacağız, yıkılacağız, zillet ittifakı…" vesaire. Şimdi Tayyip Bey'in 10 yıllık ezberi bu. Ondan önceki Tayyip Bey ise, muhtemelen onu Tayyip Bey'in kendisi de unuttu. Hani o hangi Tayyip Erdoğan'dı, onu muhtemelen Tayyip Bey de unuttu. Tayyip Bey'in bir yaş haddi de var, bir mecali de var. Bunun da sonuna geldiğimizi biz görüyoruz. Yani o enerjik, o zinde, o kelimelerle böyle raks eden adam yok şu an. Şimdi bu halde ne oluyor o zaman? Geriye ne kalıyor? Bir değişim kalıyor. Ama Tayyip Bey bu değişime direniyor ve bu direnç aslında Tayyip Bey'den sonra gelecek AK Parti'nin güçlü figürlerini de yok ediyor. Aslında Tayyip Bey en büyük zararı kendisinden sonrasına veriyor, kendi kanadına veriyor yine. Ama bunun önünde daha fazla durabileceğini, dayanabileceğini zannetmiyorum. Yani orada da çok belli bir kendi içerisinde bir iç çatışma hali veyahut da rekabet hali söz konusu. Hakan Fidan bir yandan kafasını çıkarmak istiyor ama bir yandan da geçmişe dönüp baktığında kafasını her çıkaranın Tayyip Bey tarafından kafasının koparıldığını gördüğü için affını istemek istemiyor. Affını istemek istemediği için de birçok affedilecek siyasi hata yapıyor.

Ruşen Çakır: Devlet Bahçeli'nin son açıklamasında Ekrem İmamoğlu'na yönelik çok sert ifadeler var, biliyorsun.
Gürkan Çakıroğlu: Evet.

Ruşen Çakır: Yani buradan şunu söyleyebiliriz herhalde, değil mi: Devlet Bahçeli, Ekrem İmamoğlu'nun cumhurbaşkanı olmasını istemiyor.
Gürkan Çakıroğlu: Yani bu hiç önemli değil. Cumhurbaşkanının kim olacağına karar verecek kişi millet. Mühim olan da o milletin önüne o sandığı getirebilmek. Devlet Bey o sandığı getirdikten sonra Ekrem Bey'le ilgili ne söylerse söylesin, hiçbir önemi yok.

Ruşen Çakır: Peki, şeye gelelim. Başta söylediğin; süreçle ilgili adımlar atılmıyor, tam tersine Hakan Fidan Suriye ile ilgili konuşuyor, komisyon bir şeyler yapıyor ama bayağı zaman alacağa benziyor. Bu olayın yarıda kalması ya da bitmesi, yani sürecin başarıya ulaşmadan bitmesi gibi bir seçenek var mı Türkiye'nin önünde?
Gürkan Çakıroğlu: Yıkım olur bu. Böyle bir ihtimal var ama bunu düşük görüyorum, çünkü zamanın ruhu ve dünyanın aktığı yerin de güçlü bir Türkiye'ye ihtiyaçta olduğunu görüyorum. Ve burada bakın, bugün İsrail ve özelinde Likud aslında, Likud'un Gazze'ye yönelik olarak saldırılarının en büyük sebeplerinden bir tanesi de Türkiye'nin bu meseleyi hâlâ halledememiş olması. Çünkü Türkiye'nin bu meseleyi halledememiş olması Suriye'yi zayıf kılıyor. Suriye'nin zayıf kılınması Ortadoğu coğrafyası için gelecek olan ikbali yerle yeksan ediyor. Yani siz o kadar riyakâr politikalar yapıyorsunuz ki… Bir yandan, "Ben Likud'a karşıyım, ben İsrail'in terör devleti olduğunu düşünüyorum" diyor Hakan Fidan ama diğer yandan HTŞ'nin İsrail'le diyalog kurmasının önüne geçemiyor. Bir bakıyoruz, o HTŞ Bakü'de. Şimdi Aliyev'in ne kadar Likud yanlısı olduğunu biliyorsunuz ve Aliyev üzerinden HTŞ'nin, yani Likud üzerinden bir noktada HTŞ'nin tahkim edilmesine sesinizi çıkarmıyorsunuz. Şimdi Kürtler de uyanık olmak zorunda. Öcalan bu noktada gayet uyanık, yani 20 yıldır uyanık. Zaten adamı paket edip Türkiye'ye teslim edenin de Mossad, CIA olduğu aşikâr ve alenî. Şimdi o zaman belli başlı şeyleri bozmak istiyorsak, Suriye'de İsrail değil Türkiye kazansın istiyorsak, yani burada HTŞ'yi tahkim edeceğin yerde, ki etme demiyorum, onu da mutlak surette et ama sen PYD'yi bu kadar yok sayarak, PYD'yi bu kadar ötekileştirerek bir yere varamazsın, varamayacaksın. Senin kuvvetin olması gereken PYD'yi sen neden kendi karşına konumlandırıyorsun ki? Bunun akla mantığa yatan bir tarafı var mı? Diyor ya Hakan Bey, "O kadar enayi değiliz." Doğru söylüyor, o kadar enayi değiliz ya, kimse o kadar enayi değil. HTŞ ile bu işleri yaparken sen tutup PYD ile bunları yapmayıp bunları birbirine tokuşturursan bundan Türkiye'nin faydası ne? Bundan Türkiye'nin çok mutlak kuvvette zararları var maalesef. Ama yani göz göre göre maalesef Türkiye'yi ateşe sürüklüyorlar.

Ruşen Çakır: Madem oraya girdik o zaman şunu da sorayım: Hakan Fidan bunları herhalde kendi başına yapmıyordur, yani Erdoğan'a rağmen.
Gürkan Çakıroğlu: Biliyor, biliyor. Hakan Fidan neyin ne olduğunu bilebilecek konumda ama maharet bir şeyi bilmek değil, o bilgiyi kuvvete dönüştürmek. Hakan Fidan'da bu cesaret yok, onun problemi bu. Ama korkusu da şu: Bu zamana kadar bu cesareti gösteren her kim varsa, buna tenezzül bile etse affını istemek zorunda kaldı ve AK Parti içerisinde Erdoğan sonrası kavga konusunda aslında o kadar böyle artık saflar belirlendi ki bu kavgada Fidan da araya gitmek istemiyor. Şimdi orada kendi içinde kendi kendini yok eden bir yapı var. Bunun da sebebi, kusura bakmasın, yine Tayyip Bey. Yani kendi iyi kötü bir mirası varsa bu mirası bile yok edecek kişi yine Tayyip Bey.

Ruşen Çakır: Peki, Gürkan, son olarak şunu sormak istiyorum. Bahçeli ile Erdoğan arasındaki bir makastan bahsediyoruz. Bu CHP'nin istifade edebileceği bir şey midir? Yani kaşıdığını biliyoruz, CHP'nin bu konuyu sürekli gündemde tuttuğunu biliyoruz ama biliyorsun, ‘‘Erdoğan'la Bahçeli eninde sonunda CHP'ye karşı birleşir’’ şeklinde bir yaklaşım da var. Ne dersin?
Gürkan Çakıroğlu: Hiç öyle olmaz o işler. Ben hâlâ o işlerin hepsinin dönüp dolaşıp bu Suriye'deki olaya bağlanacağı kanaatindeyim. Tayyip Bey'i Tayyip Bey yapan, onu diğer bütün siyasetçilerden ayıran temel içgüdüsü ve en büyük gücü, hiç tartışmasız zamanın ruhuna ayak uydurup gelmekte olanı görüp ona göre ittifaklarını değiştirip dönüştürebilmesidir. Bakın, son 30 yıllık haline bakın, daima bunu yapmıştır Tayyip Erdoğan ve bu şekilde ayakta kalmıştır. Şu an buna direniyor, yani beni şaşırtan şey bu. Ya bu geliyor ve sen buna direnemeyeceksin. Çünkü çok büyük bir olay bu. Suriye meselesi özelinde Lozan'daki küçük Türkiye'nin kapanıp büyük Türkiye'ye inkılap eden süreç çok büyük bir şey. Buna direnmek beyhude bir çaba ve buna direnişinin önünde bir ideolojik sebep de yok, tamamen kayıkçı kavgası. Gelmekte olana adapte olsa hâlbuki, geleceğin inşasında yine pay sahibi. Ve ben şunu da söylüyorum, az önce söylediğin CHP meselesinde, bu kaşıma meselesinde; bu süreç Tayyip Bey'e rağmen olacak ama Tayyip Bey'siz de olmayacak. Burada taraflar birbirlerini olabildiğince sıkıştırıyorlar. Burada kaybeden Türkiye oluyor, yani bu kayıp zaman bize aslında çok şey kaybettiriyor. Ama en nihayetinde varacağımız menzilin ben değişeceğini düşünmüyorum ve bunun Tayyip Bey'siz olacağını düşünmüyorum. Son noktada Tayyip Bey'in geleceğe ikna edileceği kanaatindeyim. Gelmekte olana ikna edileceği kanaatindeyim.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
24.08.2025 Dindarlar ve CHP: Hiç de zor olmayan bir ilişki
23.08.2025 CHP’de “çifte liderlik” dönemi
22.08.2025 Kutuplaşma CHP’nin işine yarar mı?
21.08.2025 Mitingle olmaz mı, miting yetmez mi?
21.08.2025 Gürkan Çakıroğlu: “Cumhur İttifakı ve barış sürecinin geleceği Suriye’ye bağlı”
20.08.2025 Önce PKK mı, Fethullahçılar mı fesholacak?
19.08.2025 Taşıma suyla AKP değirmeni döner mi?
18.08.2025 Hakan Fidan niçin hedefte?
17.08.2025 Öcalan olmadan olmaz mı?
24.08.2025 Devlet Bahçeli benim gibi düşünenleri tekzip etmeye devam ediyor
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı