Ahmet Şık ile söyleşi: Kızışan taht kavgalarının arka planı

19.12.2025 medyascope.tv

19 Aralık 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Tania Taşçıoğlu Baykal hazırladı

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Mehmet Akif Ersoy'un gözaltına alınmasıyla başlayan soruşturma çok ilginç bir şekilde seyrediyor. Tutuklamalar var, yeni birtakım isimler var, iddialar var, gizli tanık ifadeleri var. Bu ifadelerin artık neredeyse isteyen tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı tarafından okunabiliyor olması var. Siyasetçiler var. Erdoğan sonrası liderlik tartışmaları var. Bütün bunları Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili ama her zaman gazeteci Ahmet Şık'la konuşacağız. Ahmet merhaba.
Ahmet Şık: Merhaba, iyi yayınlar, izleyicilere de iyi akşamlar.

Ruşen Çakır: Sağ ol. Merkezinde meslektaşlarımızın olduğu bir soruşturma seni de tekrar sahalara döndürdü. Bu konularla ilgili üç yazı yazdın Medyascope’a ve çok büyük ilgi gördü. Sonuncuyu da yazacaksın, onu da bekliyoruz. Biraz önce Meclis Genel Kurulunda da tam bu konuyla ilgili önemli bir konuşma yaptın. İşin o kadar çok boyutu, o kadar çok isim ve iddia var ki, bunları birazcık ayrıştırmak gerekiyor. Teker teker bunların üzerinden mümkün olduğu kadar geçelim istiyorum. Ama önce en sıcak olayla başlayalım. Dün akşam geç saatlerde, Barış Terkoğlu gizli tanık ifadelerinin önemli bölümlerini bir videoyla açıkladı. Aslında bunları ima eden birçok açıklama vardı, özellikle spor, siyaset ve iş dünyasından isimlerin olduğuna dair Şamil Tayyar'ın açıklamaları vardı. Ama Barış Terkoğlu açıkladı. Mesela ben bir gazeteci olarak bugün öğle saatlerinde bütün ifadeleri edindim ama anladığım kadarıyla merak eden herkes buna ulaşabiliyor. Gizli tanık ifadelerini okuduk.
Şimdi en sıcak haberle başlayalım. Her ne kadar Barış Terkoğlu dün adını vermediyse de ifadeler ortalığa dökülünce, Fenerbahçe Spor Kulübü Başkanı Saadettin Sara'nın adı ve evinde arama yapıldığı haberi düştü. Kendisi yurt dışında; transfer görüşmeleri için gitmiş. Bir an önce dönecekmiş diye geçiyor haberde. Şimdi ne alâkası var Saadettin Saran'ın? Hatta bir başka Beşiktaş yöneticisinin de adı geçiyor. Artık bunları gizlemenin imkânı yok. Çünkü hepsi sosyal medyada trend topic oldular. Serdar Bilgili de. İfadedeki iddiada isimler bir cümle içinde geçiyor; bunlar da vardı’’ gibisinden.
Şık: Ama orada bir ayrıma dikkat etmek gerekiyor. Suçlayıcı bir ifade yok. Soruşturmada adı geçen bir kadının ifadesinde bu isimler sayılarak onlarla ilişkisi olduğu üzerinden konuşuluyor. Yani herhangi bir kriminal bir vaka üzerinden bir itham yok o ifadelerde, ama dosyada ne var onu bilmiyoruz. İktidar medyasına sığdırılanlara bakılınca, ‘’başka şeyler var’’ diye yazıyorlar. Ben bu soruşturmaya biraz mesafeli olmanın bir gazetecilik kuşkusuyla daha nesnel değerlendirme yapmak için mesafeli olmanın bir mecburiyet olduğunu düşünüyorum. Çünkü sen de hani biliyorsun, kuşku mesleğin, yani gerçeğin gölgesidir. Ve bizim doğruya ulaşmamız için de bizi aydınlatıcı, rehberlik edici bir misyonu vardır kuşkunun.

Ruşen Çakır: Tam da burada şunu söyleyeceğim: Çok önemli bir şey belirttin. Saran'la ilgili suçlayıcı bir şey yok. Özel hayat kapsamına girebilecek bir şekilde adı geçiyor.
Şık: Doğru. Gizli tanık ifadesinde geçen bir cümle de yok.

Ruşen Çakır: Evet. Ama mesela gizli tanık ifadelerinde geçen, bayağı suçlayıcı olan, doğrudan uyuşturucuyla, para hareketleriyle ilişkilendirilen isimler var. Mesela MHP'li bir siyasetçi var. Şu âna kadar onun hakkında herhangi bir şey görmedik.
Şık: Dün gece Barış bana videoyu gönderdi. Kendisini aradım, sağ olsun, ifadeleri gönderdi. Bu arada şunu belirteyim: İfadeler bir bütünlük içermiyor; parça parça bölümler halinde, brütü 6 sayfa olan bir metin. Bazıları yarımşar sayfa. Arada kopukluklar var. Bolca isimler geçiyor. Onları okudum. Tabii çok şehvet uyandırıcı şeyler bir gazeteci için. Bugün de Meclis Genel Kurulu’nda bir konuşmam var. Aslında hiçbir şey konuşmak istemiyordum. Çünkü son 7 yılda Genel Kurul’da, komisyonlarda, dışarıda yaptığım konuşmalara baktım.; yani duvara söylesek çatlar, bunlara ne söylesek boş. Aslında hiç içimden gelmiyordu. Sonra ‘’ben bu konu hakkında konuşayım’’ dedim ve sabah erkenden geldim ve gelir gelmez Serkan Toper’i aradım. Mehmet Akif Ersoy'un ve Kenan Tekdağ'ın avukatını aradım. Son iki isim zaten hapishaneydi. Yani üç isimle de doğrudan ya da aracılarla görüştüm. Kenan Bey'in avukatı, sağ olsun rica ettim, hapishaneye gitti. Bu konu hakkında bir açıklama yapmasının bir gereklilik olduğunu söyledim kendisine. Tabii ki reddedeceğini biliyorum ama sonuçta mevzunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bana bir not gönderdi Avukat Bey, çok teşekkür ediyorum kendisine de buradan. Özelse yaymayacağımı, sadece bilmek istediğimi söyledim. ‘’Hayır kamuoyunu açıklayabilirsiniz’’ dedi. Barış Terkoğlu’na söyledim. O da sanırım avukat arkadaşla konuşmuş ve o açıklamayı yazdı. Yani Kenan Bey reddediyor iddiaları. Diyor ki ‘’Ben Ela Rümeysa denen kişiyle -onun adı geçtiği için
ifade ettim, yapacak bir şey yok- hayatımda bir kez görüştüm. İşe alım sırasında 15 dakikalık bir görüşmeydi makamda ve yanımızda da Show Haber'in yöneticisi vardı. Bir daha da görmedim. Kendisiyle ne mesajlaşma ne de bir telefon trafiğim var’’ dedi. Yaptığı açıklama bu. Serkan Toper'le konuştum. Kendisi ‘’ben şu anda sessizce izlemeyi tercih ediyorum. İddiaların hiçbirini kabul etmiyorum. Bir operasyon çekiliyor. Bu bir siyasi operasyondur. Konuşmak için de suların durulmasını bekliyorum" dedi. Akif Ersoy’un avukatını aradım. Başka bir şehirde olduğu için gidememiş, ama ‘’hafta sonu gideceğim, mesajınızı ileteceğim’’ dedi. Zaten şu bütçe görüşmeleri bittikten sonra açıkçası ismi geçen kişileri ben de hapishanede ziyaret edeceğim ve soracağım. Çünkü gerçekten merak ediyorum.
Barış Terkoğlu sağ olsun tutanakları bana. Kendisi yazı konusu edeceği için ‘’Ben seni beklerim. Yazın bitsin sonra açıklama yaparım’’ dedim. Ama sabah geldiğimde bana ayrı ayrı kanallardan yağmur gibi o aynı tutanaklar yağmaya başladı; bir anda dolaşıma sokulmuş. Ben gizli tanık ifadesini okuduğumda şunu gördüm: Sabah Gazetesi, Turkuvaz Medya Grubu, ilk günden bu yana inanılmaz bir yayıncılık yapıyor ve ben bunu habercilik refleksi olarak okuyamıyorum. Açıkçası, bir siyasi operasyonun toplumsal rızasını üretme merkezi olarak görüyorum Sabah gazetesinin yaptığı şeyleri. Bana ne Mehmet Akif Ersoy'un yatak odasında ayna olması. Bunun haber değeri mi var? İddiaları bir kenara bırakarak söylüyorum, bu bir haysiyet cellatlığı. Biz bunu Ergenekon sürecinde çok gördük. Sen çok iyi hatırlarsın o süreci. Bu dosyanın bütünü bana İzmir casusluk soruşturmasını anımsatıyor. Ya da Türkan Saylan'la ilgili ipe sapa gelmez saçma sapan iddiaları hatırlatıyor. Bir Fethullahçı yöntemi olarak bir şeyin uygulandığını düşünüyorum. İddialar doğru ya da yalan bağlamında söylemiyorum, bir soruşturmanın böyle yürütülemeyeceğini söylüyorum.
Ben Ela Rümeysa Cebeci’yle, tutuklanmadan bir gece önce telefonla konuştum uzun uzun. İddiaları sordum. Kimi zaman ağlayarak bana bir şeyler anlattı. Artık tutuklandığı için söyleyeyim. Bana, ‘’savcılığa ilk çıkarıldığımda bana Jandarma’da konuyla ilgili beylik sorular soruldu. Savcı bana ‘ben senin uyuşturucu kullandığını biliyorum. O konuda soru sormayacağım’ dedi ve brütü 3,5 saat olan görüşme boyunca sadece Mehmet Akif Ersoy’la ilgili sorular yöneltti’’ dedi. Ne olduğunu anlatmadı. Mevzu bu. Ve bu kadın ek ifade alınmak üzere ifadeye çağrılıyor. Bir kere uyuşturucu kullanımının yatar cezası yok. Yani bu dosyadan hüküm yese bile, şüpheliler serbest kalarak 5 yıllık denetime tabi tutulacaklar. Yani tutuklanmayacaklar zaten. O 5 yıllık süre içerisinde de periyodik olarak uyuşturucu kullanıp kullanmadıklarını belirleyecek testler yaptıracaklar. O 5 yıl içerisinde temiz rapor alırlarsa da hüküm ortadan kalkmış olacak. Şimdi böyle bir şeyden Ela Rümeysa Cebeci'nin tutuklanması bana bir tek şey söylüyor: ‘’Bizim istediğimiz biçimde ifade ver.’’ Şimdi tam da bu noktada, gizli tanığa ait olduğu söylenen ifadelere çok temkinli yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Sen bu işin kurdusun. Normalde yargılama süresince soruşturmanın gizliliği diye bir şey var değil mi?
Şık: Evet. Ama bu belgeler bizzat soruşturmanın gizliğine sahip çıkması gereken savcı tarafından yayılıyor.

Ruşen Çakır: Peki, bir gazeteci gizli tanık ifadelerini nereden edinir? Soruşturmayı yürütenlerden edinir, değil mi?
Şık: Tabii ki.

Ruşen Çakır: Dolayısıyla soruşturmayı yürüten her kimse ya da bu gizli belgeye ulaşma imkânı olan her kimse, hangi seviyededir bilemiyoruz, ismini bilemiyoruz. Gazeteci için çok önemli değil. Gazeteciye de kimden aldığı sorulmaz. Ama soruşturmayı yürütenler bunun sızmasına izin veriyorlarsa herhalde bunda bir çıkar gözetiyorlardır. Normal şartlarda bu isimleri bizim hiç duymamamız gerekiyor, öyle değil mi?
Şık: Tabii ki. Böyle bir şey olmaz. ‘’Şüpheli hakkı’’ diye bir şey var. Şu âna kadar kanıtlanmış herhangi bir şey yok. Sadece bir gizli tanık ifadesi var ya da çeşitli kişilerin beyanları var. Bunun üzerinden birtakım insanlara ithamlar yöneltiliyor. Savcılığın buradaki işi, o iddiaların doğru olup olmadığını araştırmak ve delillendirmek ve ona uygun olarak da dava açıp açmamak. Şimdi bu yapılmadan, bir infaz rejimi üzerinden herkes suçlu ilan edildi ve maalesef, buna muhalefet tabanı da çanak tuttu. Çok yanlış buluyorum. Biz birtakım insanları kişisel nefretlerimizden, politik tutumlarından, iktidarla olan ilişkilerinden, ‘’çekememezlikten, kıskançlıktan,’’ bir sürü haklı ya da haksız nedenden infaz edildiler. Ben Ela Hanım'a ‘’ifade nasıl geçti?’’ diye sordum. Sorgu sırasında avukatını dışarıya çıkarmış savcı. Böyle bir şey olabilir mi? Bu doğrudan şüpheli hakkı ihlâli. ‘’Avukatınız neden çıktı?’’ diye sordum. ‘’Bana dedi ki ‘ya bunlar çok güçlü. Sularına gidelim, çatışıyormuş gibi gözükmeyelim de tutuklanmayalım.’’ Korkudan müvekkilini savunamayan bir avukat pratiği. Bakın yargının geldiği yer bu. Operasyonu öyle bir anlatıyorlar ki bize. Ben iddialar doğru ya da yalan demiyorum ama yürütülme biçimi çok problemli. İtirafçıya ait olduğu söylenen ifadeleri okuduğumda, ilk günden bu yana Sabah gazetesinin yaptığı haberler gözümde canlanıyor. Çünkü sızdırılmış oraya. Fakat bunu bu kadar şehvetli hale getiren kişi de Şamil Tayyar oldu. Yani çıktı hem sosyal medyada birtakım paylaşımlar yaptı. Sonra programcısı olduğu yayında bir şeyler söyledi. Sonra, birtakım şeyler atıldı ve sonra da ifadeler Barış Terkoğlu'na gönderildi.

Ruşen Çakır: Şamil Tayyar meselesindeki en önemli husus, adını vermeden Süleyman Soylu'yu işaret etmesiydi. Barış Terkoğlu adını verdi. Sonra sen bugünkü Meclis konuşmanda da bahsetmişsin. Süleyman Soylu da yaptığı uzun açıklamada adını vermeden Şamil Tayyar'ı FETÖ ile işbirliği yapmakla suçladı.
Şık: Çok açık söyleyeyim. Süleyman Soylu'yu da savunacağım aklıma gelmezdi. Ama Soylu'nun açıklamasını Şamil Tayyar'ın açıklamasından daha tutarlı buluyorum. Çünkü Soylu diyor ki: ‘’Şu gün, şu saatte, şuradan beni aradı. Yanımda hemşerilerim vardı.’’ Açıklamanın bu kısmını referans alıyorum. Tutanaklarda, Süleyman Soylu’yla ilgili suçlama konusu yapılacak bir tek şey var. Ama o kadar güzel kurgulanmış ki, Soylu gibi, toplumun büyük çoğunluğu tarafından nefret öznesi olmuş bir kişinin, hangi şehvetle tartışacağını bilinerek, âlem sırasında görüntülü aranmış kısmı üzerinden bir şey söylendi. Etik bir sorun var da bu doğru bile olsa zaten suç değil. Ama orada Soylu'nun bir suç işlediğine dair başka bir beyan var. Mehmet Akif Beki'nin çakarlı araç kullandığından bahsediliyor.

Ruşen Çakır: Ahmet, Mehmet Akif Beki değil Ersoy.
Şık: Mehmet Akif Beki’ye neden çakarlı araç tahsis edilsin ki? Bu, İçişleri Bakanlığı’nda yapılmış bir iş. Aslında suçlama konusu olacak şey bu.

Ruşen Çakır: Ahmet bir dur. Mehmet Akif Beki deyip duruyorsun. Akif Beki bize muhakeme etmesin.
Şık: Özür diliyorum, haklısın. Mehmet Akif Ersoy.

Ruşen Çakır: Evet. Çakarlı aracı Süleyman Soylu döneminde aldığı...
Şık: Soylu’yla ilgili kısım bu. Ama Soylu’nun Şamil Tayyar'a dair söylediği iddia daha doğru. Ergenekon süreci başladığında yazdığı kitapların hangileri olduğunu, girelim internete bulalım; isimleriyle çıkacak. Hâlâ vardır sahaflarda. Bütün o sürecin kamusal meşruiyetine, o ateşe odun taşıyanlardan biriydi Şamil Tayyar. Ben bu sürece baştan beri kuşkulu bakıyorum ve başımıza Ergenekonvari bir soruşturma açılacak diye bir endişeyle takip ediyorum. Bugün Meclis konuşmasında da işaret ettiğim şey o. Yani birbirlerinin hayatlarına öyle ya da böyle değen bir ilişkiler ağı var. Ve o ilişkiler ağını, tıpkı Fethullahçıların kumpas davalarında olduğu gibi bir puzzle parçası olarak bir yere yerleştirmek, bu yargı düzeninde hiç zor değil. Şimdi muhalefet cenahının yazıp söylediklerine bakıyorum, doğrudan kabul ediyorlar bu iddiaları ve bu, gizli tanık ifadelerine dayanıyor. Ama Ekrem İmamoğlu özelinde söylüyorum. İBB ve diğer belediyelere yönelik soruşturmalardaki gizli tanık ifadelerinin de doğru olmadığını düşünüyor aynı grup. Anlatabiliyor muyum? Bakın bu dilemma üzerinden bize saldırılacak. Sizin burada doğru kabul ettiğiniz, daha delili olmayan meseleleri, bir itirafçı ifadesini, hangi koşullarda, belki hangi tehditle verilen ifadeleri doğru kabul etmeniz, sizin başka davalardaki gizli tanık ifadelerini siyasi ya da adlî vakalarda doğru kabul etmek anlamına gelir. O yüzden hukuk normları üzerinden bir yaklaşımla bu işi ele almak bir yurttaşlık görevidir her şeyden önce

Ruşen Çakır: Şimdi bir haber öğrendim, bak atlatıyorum. Saadettin Saran'la ilgili. Galiba bu gece Türkiye’ye geliyormuş, Rümeysa Cebeci ile WhatsApp konuşmaları için ifade verecekmiş.
Şık: E tamam, özel hayatıyla ilgiliyse bize ne? Ben uyuşturucu kullanımını da özel hayat statüsünde değerlendiriyorum. Yani insanların bu tür zaafları, eğer satıcı değilse, ticaretini yapmıyorsa, yargının konusu edilmemeli. Eskiden, şurada 10-15 yıl önce Türkiye, uyuşturucu rotasında geçiş ülkesiyle olarak tanımlanırdı. Artık Türkiye bir üretim üssü. Bu kadar uluslararası mafyanın burada çok rahat at oynatabilmesi, meydan bulabilmesinin tek nedeni var. Sadece varlık barışı yasasıyla o kara paraların aklanması değil, aynı zamanda Türkiye'nin üretim üssü olmasıyla ilgili. Türkiye gri listeye bu yüzden sokuldu. Şimdi hâl buyken, tonlarca kokain kaçırılırken, hatta kimi milletvekillerinin araçlarında yakalanırken, yani kendilerini suçlamıyorum ama araçları aranmadığı için bu iş için kullanılmış. Şimdi siz bu nakliyeyi yapanla, ticareti yapanla uğraşmıyorsunuz da zincirin en son halkası olan kullanıcıyla mı uğraşacaksınız? Bu, ‘’cambaza bak’’ demektir. Böyle bir şey olmaz. Bu bir zaaftır ve biz bunu eleştiri konusu yaparız. Ama insanların kendi tercihidir. Tıpkı cinsel yaşamına ilişkin yaşadıkları da bizim için öyle. Ama öyle bir linç kültürü yaratıldı ki. Mehmet Akif Ersoy'un geldiği siyasal kökenine, inanç kökenine bakıyoruz ve ortaya saçılan iddialara bakıyoruz, arada bir uçurum var. Ersoy kuvvetle muhtemel kendi inancına yakın bir yerde çalışıyor olsaydı bu kadar çabuk ‘’yozlaşmazdı.’’ Bunu suçlamak için söylemiyorum. Ama inancıyla, ideolojisiyle tam tezat olan bir yerde, bir sosyal habitat içinde bulunurken, tabii ki kendi zaafları da belirleyici olmuş ve böyle bir yaşamın içine girmiş. Ama rızaya dayalı bir ilişki. Ne yapacağız şimdi? Ama bütünlüğe baktığınızda, orada bir dolu kadının iddiası var, ismi geçiyor. Çok ayıp bunlar. Memleketteki kadına bakış açısının nasıl erkek egemen bir yerde olduğunu düşünürsek ve başta medya olmak üzere bütün sektörlerdeki erkek düzeni üzerinden baktığımızda, bu insanların haysiyetiyle oynanmaz. Yaptıysa da sizi ilgilendirmez.
Sen benden daha iyi biliyorsun. Daha eski kıdemin var. 90'ların medyası farklı mıydı? Ya da sadece örnek vermek için söylüyorum. X sektöründe bu tür şeyler olmuyor mu? Her sektörde var. Burada mevzu, gerçekten bütün iş yaşamını, toplumsal bütün ilişkilere sirayet etmiş bu erkek egemen düzende arayacağız biz buradaki yozlaşma hikayesini. Mehmet Akif Ersoy'u suçlayacağımız tek şey, çalışanlarına uyguladığı mobing, taciz etme cüretini ve yetkisini gücünü kendinde görebilmesi. Yargı bunları soruşturma konusu etmeli. Televizyon camiasında bir tek NTV'de kadın yayın yönetmeni var. Medyanın başka alanında kadın yayın yönetmeni var mı bilmiyorum. Bu sorunu çözmek mi istiyorlar? Bütün yayın yönetmenlerini ve yönetici kadrolarını kadınlardan atasınlar bakalım, bu kadar kolay bir sistem kurulabiliyor mu? Bizim, iğneyi kendimize batırarak bir pozisyon tarif etmemiz ve eleştiri kurmamız gerekiyor.

Ruşen Çakır: Sen yazılarında da yazdın, bugünkü konuşmanda da bahsettin. Normal şartlarda, işin içinde cinsellik, uyuşturucu, medya olan bir olay olduğunda, eskiden ‘’3. sayfa haberi’’ derdik. Mesela devam eden bazı soruşturmalar var. Birtakım şarkıcılar, magazin muhabirleri, uyuşturucu kullanmaktan gözaltına alınıyor, aranıyor. Bunlar ayrı mesele. Tabii ki kamuoyunun ilgisini çekiyor. Ama burada işin rengini değiştiren, bir gazetecinin, bir haber kanalının genel yayın yönetmeni olması, esas olarak siyasi işlerle ilgileniyor olması, ailesinin ve kendisinin İslami ve İslamcı bir taraftan geliyor olması. Ama bir diğer husus da şu: Burada onun ipini çekenin ‘’muhalif medya’’ değil, iktidar medyası olması; Sabah gazetesi. Zurnanın zırt dediği yer sanki burası. Eğer Mehmet Akif Ersoy olayı kısmî olarak gitseydi en fazla ‘’iktidara yakın gazeteciler neler yapıyormuş?’’ diye konuşulurdu. Ama buradan bir örgütlü suç çıkartma faaliyeti var. Çıkar ya da çıkmaz onu bilmiyorum, ama bunun taşıyıcılığını yapanların yeri de iktidarın içinde.
Şık: Tabii ki. Zaten Medyascope’taki o seri yazıların üst başlığı da ‘’Taht savaşları.’’ Bu, saray içi bir taht savaşı, bu, çok açık. Bugünkü Meclis konuşmamda da söyledim. 87 MİT raporundan sonra devlet yeniden dizayn edildi. Susurluk’tan sonra yeniden dizayn edildi. Ergenekon soruşturmalarından sonra yeniden dizayn edildi. Devletin pis işlerini gördürdüğü birtakım insanlar tasfiye edildi ve onlardan doğan boşluğa başkaları geldi. Son zamanlarda ‘’Erdoğan sonrası dönem’’ diye çok sık konuşuldu ya, ben onu konuşmak için erken olduğunu düşünüyorum açıkçası. Sağlığı yeterse, Erdoğan'ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı olacağını düşünüyorum.
Ama burada şunu gözden kaçırıyoruz. Mesela Bilal Erdoğan'ın adının geçmesini çok küçümsediği insanlar. Ama biraz geçmişe bakalım. Özal Ailesi de bu dönemin iktidarı kadar yolsuzluk iddialarıyla karşı karşıya kaldı. Ama Anavatan Partisi bindelik bir parti haline dönmesine rağmen, ailenin tekelindeydi. Çünkü o tüzel kimlik aileye bir hukuki güvence sağlıyordu. Tam da buradan yola çıkarak, eğer bir aksilik olmazsa, hesapları yanlış gitmezse, Erdoğan sonrası için AKP'nin Genel Başkanı’nın Bilal Erdoğan olacağından kuşkum yok. Çünkü o tüzel kimlik bütün hanedanlığı koruyacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın en büyük korkusu, iktidar değiştiğinde kendisinden sonra ailesinin başına bir şey gelip gelmeyeceğidir. Tam da bu nedenle çok hafife alıyoruz. Özellikle TÜGVA'nın etrafında bulunan gençler üzerinden devlet içinde nasıl kadrolaştığını, kimse o buzdağının geri kalan kısmını göremiyor. Yani ben size söyleyeyim. Şoför atamalarına kadar, kamuya şoför alımlarına kadar Bilal Erdoğan'dan geçiyor. Başta turkuaz Grubu olmak üzere medyanın kontrolü tamamen ona verilmiş. Çünkü damat da olsalar onlar aileden değil. Ailede iki erkek var ve onlardan birisi için de bir karar kılındığını düşünüyorum. Bu operasyonların, Bilal Erdoğan'ın gelecek tahayyülündeki mayın temizliği olduğunu düşünüyorum. Sadece bunlar değil. Son 2, 2,5 yıla yayılan bütün soruşturmalar öyle. Mesela Paramount Otel soruşturmasında Şaban Kayıkçı'nın gözaltına alınacağını düşünebilir miydin? Ya da Cihan Ekşioğlu'nu gözaltına almanın AKP içerisinde kime mesaj olduğunu biz bilmiyor muyuz? Hakan Fidan'a mesaj. Çünkü Cihan Ekşioğlu fahiş fiyatla MİT'e yazılım satmış bir adam. Ortağı kim? Hakan Fidan'ın oğlu olduğu söyleniyor. Şimdi buradan mesaj iletiliyor. Tıpkı, Mehmet Akif Ersoy üzerinden ki Mehmet Akif Ersoy'un medyaya paraşütle indirilmesinde MİT’in katkısı çok büyüktür; Hakan Fidan'a yakınlığı ile ilgili bir şey.
Burada bir parantez açacağım. Medyascope’a yazdığım yazının https://medyascope.tv/2025/12/17/ahmet-sik-yazdi-taht-savaslari-kizisiyor-3-erdogan-sonrasi-donemin-mehmet-akif-ersoy-olayiyla-iliskisi-ne/ üçüncü bölümünde bahsediyorum: Benim tespit edebildiğim kısmıyla, soruşturma Ekim ayında başlamış. Bunu bir ifadeye dayanarak söylüyorum. Ve Akif Ersoy da haberdar edilmiş o kişi tarafından: ‘’Benden böyle bir talepte bulunuldu ama seni uyarıyorum’’ diye. Bugün Habertürk çevresine sordum, Mehmet Akif Ersoy’un 2 aydır inzivada olduğunu söylediler. Çünkü adli tip raporu olduğu için uyuşturucu testini doğru kabul ettiğimizi düşünüyorum. Yani şimdi Akif Ersoy 2 ay inzivaya çekilince, uyuşturucu testinin negatif çıkacağını düşünmüş olabilir ama saç testi, tırnak testi öyle demez bize. Bence bu kısmını atlamış. Onun güveniyle uyuşturucu testinin negatif çıkacağını düşünmüş olabilir. Bu süreç içerisinde, Hakan Fidan'a çok yakın biri tarafından da ‘’Adımızı kullanmayacaksın, şudur budur diye hakaretler dolu bir telefon konuşmasından, çok ağır fırça yediğini biliyorum ve ilişki kesilmiş. Belli ki bir şeyleri çözmeye çalışmış orada. Akif Ersoy'a yakın olduğu düşünülen Ömer Çelik'in adı da ifadelerde geçiyor, Furkan Torlak'ın da adı geçiyor.

Ruşen Çakır: Mesela Furkan Torlak çok önemli bir mevkideydi. İletişim Başkanlığı’nın Dezenformasyonla mücadele Merkezi’nin başındaydı.
Şık: Evet ve kendisini o makama getiren Ömer Çelik'tir, Fahrettin Altun değil. Yani burada AKP içerisindeki birtakım insanlara mesaj iletiliyor; Furkan Torlak ve Mehmet Akif üzerinden Ömer Çelik'e giden mesaj, sadece Furkan Torlak’ı AKP'nin bürokrasisini içine sokan Numan Kurtulmuş'a da bir mesaj gidiyor. Bu arada Furkan Torlak entelektüel birikimi açısından küçümseyeceğiniz bir adam değil. İyi bir eğitim sahibi. Birkaç dil biliyor. Akıllı, zeki bir adam. ‘’AKP'nin prenslerinden biri’’ diye anılır. Kendi çabasıyla Aydın Doğan Vakfı’nın verdiği gazetecilik ödülünü de kazanmış. Yani bir becerisi var. Ama AKP bürokrasisi içerisinde yükselişin sadece nepotizmle olduğu bir dönemde, onu oraya yerleştiren kişi Numan Kurtulmuş. HAS Parti’de Genel Başkanlık yaptığı dönemde Numan Bey'in Özel Kalemi Furkan Torlak'tı. Daha sonra bürokrasinin içine yerleştiriyor. Kültür Bakanlığı’nda çalışıyor, Sağlık Bakanlığı’nda çalışıyor, Dışişleri Bakanlığı’nda çalışıyor. En son Ömer Çelik bunu alıp Dezenformasyonla Mücadele Merkezi Başkanı olarak yerleştiriyor. Bu arada hakkında herhangi bir itham da yok ifadelerde. Ve istifa etti. Ben kendisiyle konuştum. Bana dedi ki: ‘’Ben kurum zarar görmesin diye kendim istifa ettim. Kimse benden istifa istemedi. Zaten hakkımda bir toplantı yapılmadan önce, ben hemen istifayı verdim, çıktım’’ dedi. Kendi isteğiyle de dün ya da önceki gün uyuşturucu testine tabi tutuldu. Yani onun için İstanbul'a gittiğini söyledi bana. ‘’Devamını sonra konuşuruz’’ dedi ve başka bir konuşma olmadı.
Ben olayın taraflarına ulaşmaya çalışıyorum. Çünkü birini infaz etmek çok kolay, hele ki bu sosyal medya çağında. Suçludur, değildir bu başka bir tartışmanın konusu, ama bu konu özelinde, kriminal bir şey varsa tarafların ne dediğine de bir kulak vermemiz bir mecburiyet. Bir kere gazeteci olarak mecburiyet, yurttaş olarak mecburiyet, siyasetçi olarak mecburiyet. Bu yaşananlara bir ‘’saray içi taht kavgası’’ diyorsak, mevzunun siyasi olduğunu gözden kaçırmayalım. Mehmet Akif Beki 15 yıla yayılan…

Ruşen Çakır: Ahmet, Mehmet Akif Beki değil.
Şık: Düzeltiyorum. Mehmet Akif Ersoy 15 yıla yayılan gazeteciliği boyunca söylemediği doğruyu, sanığı olduğu mahkeme de söyledi. ‘’Türkiye'de hukukun geldiği noktayı biliyoruz’’ dedi. E günaydın. Bunun için senin şüpheli olarak mahkeme çıkarılman gerekmiyordu ki. Sonra da dedi ki: Bu bir siyasi operasyon.’’ Ve sonra kalkıp çark eden bir açıklama yaptı. Bu da bize şunu söylüyor: Sen böyle bir yöntem yaptın, yanlış yaptın. Böyle bir şeye çevirelim ki kurtulalım.’’ Ama ortaya saçılan iddialar öyle kolay kurtulacak gibi değil.

Ruşen Çakır: Peki, tekrar taht kavgaları meselesine gelelim: Basitleştirerek söylemeye çalışıyorum. ‘’Birileri, özellikle Erdoğan sonrası için iktidar savaşı içerisinde ve karşı tarafı etkisizleştirmek için onların zayıf noktaları üzerinden yürüyorlar’’ diye özetleyebilir miyiz?
Şık: Ben dosyanın yansıyan kısımlarına baktığımda şunu görüyorum. Uzun zamandır bir teknik takibe maruz kalınmış ya da uyuşturucu kullanımına dair bu torbacılardan bir ifade alınmış. Yani işin başına bakıyorsunuz, Ekim ayında başlayan bir soruşturma var. Mehmet Akif üzerinden yürütülenlerini söylüyorum. Soruşturma ekim ayında başlatılmış, geçmişte husumeti olan kişiler bulunmuş, aleyhlerine ifade vermesi istenmiş ve bazılarından alınmış. O ilişki ağının içerisinde kimlerle ‘’ayıplanacak’’ ilişkilere girip girmediği bellenmiş ve ondan sonra da operasyon startı verilmiş. Ekim ayında başlamış soruşturma ama gizli tanık ifadesi 3 Aralık tarihini taşıyor. Gizli tanığın adını da ‘’Kanarya’’ koymuşlar; kanarya gibi şakmış yani. Operasyonun işaret fişeği verilmiş ama yola çıkarken ne oldu? Artık ismini verebiliriz; polisin ‘’sosyete torbacısı’’ diye tanımladığı Sercan Yaşar’ın alınmasıyla... Sonuçta polis kimin kime ne sattığını gerçekten çok iyi biliyor. İstihbarat bu konuda çok hassas.

Ruşen Çakır: Burada şöyle bir şey var. Ben bu yaşananları ‘’Habertürk'ün laneti’’ https://medyascope.tv/2025/12/11/rusen-cakir-yorumladi-haberturk-un-laneti/ diye tanımladım. Ta Ufuk Güldemir'in erken yaşta hayatını kaybetmesiyle başlayan garip bir müessese o. şimdi Habertürk'e el konuldu. Oradan birtakım sahipleri ve yöneticileri cezaevine atıldı. Habertürk'e el konulduktan sonra Mehmet Akif Ersoy'un önünün iyice açıldığını düşündük. Ama şimdi onun da ipi çekildi.
Şık: Ben bir parantez açacağım: Burada şu soruyu sormak çok elzem. Diyelim ki iddialar doğru. AKP ya da siyasal iktidar istese bunu örtbas eder miydi? Çok rahat ederdi. Burada soru şu: Önü açılan, yükselmesi sağlanan birtakım kullanışlı ilişkilerin, yayın yönetmeni gazetecisi olarak hayatımızda var olan birinin ipi neden çekilmeye ihtiyaç duydu? Neden şimdi? Kim o? Koruma zırhı niye kaldırıldı?’’ gibi sorular var. İkincisi, şu hesaplanmış olamaz mı? Acaba ‘’bunu örtbas edince göreceğimiz zarar, ifşa etmemizden daha büyük bir kayba yol açabilir mi?’’ gibi bir denklem kuruldu mu? Tabii bunlar çok havada. Ama sonuçta şundan adım kadar eminim ki bu siyasi bir operasyon. AKP içinde, Erdoğan sonrası veya bu süreç içerisinde kurulacak yeni sistemde, yeni iktidar modelinde, yeni parti modelinde birtakım insanlara yer var, birtakım insanlara yer yok. Bir mayın temizliği, bir safra temizliği yapılıyor. Yani bu kadar operasyonun üst üste olması ve bir şekilde siyasal iktidarla ilintili kişilerin de içinde bulunuyor olması, niye bir tek bize tuhaf geliyor anlamakta zorlanıyorum. Bunu sıradan, basit bir olay gibi görmemek lazım. Cumhuriyet tarihinin en uzun süreli iktidarından bahsediyoruz. Ve hâl buyken, bu insanların devlet içerisinde çöreklendiği yapı, bir rantiye düzeni, yolsuzluk, yağma düzeniyle, bu yaşanılanlar arasında ciddi bir korelasyon var. Şimdi Akif Ersoy’u eleştireceksek, mesleğini bu tür ilişkileri görmezden gelen, hakikatin peşinden gitmek değil de kariyerinin peşinde birilerinin yanaşması olarak mesleğini yaptığı için eleştirmemiz lazım. Tam da buradan doğan öfkeden ötürü de insanlar, ne idüğü belirsiz itirafçı, gizli tanık ifadelerini referans alarak pozisyon belirliyor. Ben burada bir hata olduğunu düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Ali Deniz bana şu anda bir şey yolladı. Tarihini tam olarak göremiyorum ama Habertürk'te bir canlı yayında ‘’ İmamoğlu'nun diploması iptal edildi’’ diye bir altyazı geçiyor. Sunucu Mehmet Akif Ersoy. İki hukukçu konuk var. Kim bunlar tahmin et. Serkan Toper ve Rezan Epözdemir.
Şık: Eyvallah.

Ruşen Çakır: Geçenlerde, 2021’de Sedat Peker'in ifşalarından sonra Habertürk'te yapılan yayını gördüm. Moderatör Kübra Par, Süleyman Soylu konuk. Hatırlıyor musun o yayını?
Şık: Ben 15 yıldır televizyon izlemiyorum. Yani akıl sağlığı korumamın olu oradan geçiyor.

Ruşen Çakır: O yayında kimler vardı?
Şık: Soylu’yla ilgili yapılan yayını mı diyorsun? Evet onu izledim.

Ruşen Çakır: Sedat Peker'e cevaben Süleyman Soylu konuk alınmıştı. Kübra Par yönetiyordu.
Şık: Evet o yayını izledim. Çünkü kitap yazıyorduk o sırada.

Ruşen Çakır: Süleyman Soylu’nun karşısında 4 kişi vardı. İsmail Saymaz, Merdan Yanardağ, Veyis Ateş, Mehmet Akif Ersoy.
Şık: Evet. Şimdi üçü hapiste. Merdan'ı ayrı tutuyorum, o, siyasi bir nedenden içeride. Geçmiş olsun ona da. Bu arada izleyemeyecek yayını ama haber ulaştırırlar. Mesela Merdan’ın tutuklandığı soruşturma ne kadar kolpa. Gerçekten deli saçması bir adamın iddiaları ya da ‘’bunları söyle’’ dedikleri bir şeyden Tele1'e çökmenin yolu olarak böyle bir şey icat ettiler. Diyorum ya bunların hepsinin birbirleri arasında korelasyon var ve bütün bu süreç, toplamda bize kocaman bir torba dava olarak dönerse gerçekten şaşırmayacağım. Ve tıpkı Ergenekon'da olduğu gibi, birbiriyle alâkasız insanları aynı torbanın içerisinde sanık haline getirdiler. İnanılmaz bir kafa karışıklığı. Şimdi de aynı şey yapılıyor. Şöyle bir şey olabilir mi? Türkiye gri listeye niye girdi? Çünkü 2016'daki darbe kalkışmasını gerçekten ‘’Allah'ın lütfû olarak kullandılar, finansal alanda da. Ve bir Varlık Barışı Yasası çıkardılar. Dediler ki: "Ne kadar paran varsa getir, hiçbir şekilde kaynak sormayacağız." Ya böyle bir şey olabilir mi? Abdullah Gül'e atıfla söyleyeyim, ‘’İnsan bazen hayret ediyor’’ diyorlar ya, AKP döneminde o kadar çok Varlık Barışı Yasası çıkarıldı ki, ama 2016'daki gerçekten çok tehlikeliydi. Bütün uluslararası suç örgütleri, mafya uyuşturucu kaçakçıları, seks tacirleri, şu bu, kara paralarının hepsini Türkiye'ye getirdiler. Türkiye o zaman ‘’çamaşırhane’’ diye adlandırılıyordu. Neden? Kara parayı yıkadıkları için. Bu insanlara holdingler kurduruldu. Kimilerine, yerli olanlarına şirketler kuruldu, bir dolu yer satın alındırıldı.
Can Holding'in, Habertürk Grubu’nu aldığı sırada hakkında soruşturma var. Şimdi bizim paramız olsa, ‘’biz Habertürk'ü alacağız’’ desek, MİT çok ayrıntılı rapor hazırlıyor. MİT raporunda bunlar belirtilmemiş mi? Neden almalarına izin verdiler? Can Holding'in bir kaçakçılık sermayesiyle büyüdüğüne dair hakkında daha önce açılmış iki tane soruşturma dava var. Herkes böyle biliyor. Bu Holding'in bir yayın grubunu almasına itiraz etmiyorsunuz, sonra da ‘’kara para aklıyorsunuz’’ diye içeriye atıyorsunuz. Ne oldu? Paralar aklandı ve o paraya çöküldü. Ondan sonra ne olacak? Şimdi bu kanal satılacak ya da diğer şirketler. Diyelim Habertürk 100 lirayken, şimdi piyasa değeri oldu 40 lira. Kim alacak göreceğiz. Acaba Yeni Şafak Grubu mu alacak? Turkuvaz Grubu mu alacak?

Ruşen Çakır: Medya açısından baktığımızda, Habertürk'ün kendine biçer gibi yaptığı, tarafsız, ortada olma hâli vardı ve ben buna hiçbir zaman inanmadım. Bir süre orada çalışmış birisi olarak da işlerini nasıl bir mantaliteyle yürüttüklerini az buçuk biliyorum. Gerek Ciner Holding gerekse Can Holding zamanında da Habertürk bunu hep ‘’Biz yandaş değiliz, muhalif değiliz’’ tavrıyla yaptı. Burada yaşananlara baktığımızda şimdi niye böyle bir şey olduğunu çok daha iyi anlıyor insan. Yani ortalarda bir yerde durup, ama iktidarın başı sıkıştığı zaman yardımına koşan bir tavır gösterdi. Mesela Süleyman Soylu'nun başı sıkıştığı zaman olduğu gibi. Ama bunu CNN Türk'te yapsa aynı etkiyi yaratmayacağını düşünüyor. Habertürk daha tarafsız gözüküyor. İki muhalif gazeteci koyuyor, ama yanına da iki tane Habertürk gazetecisi koyuyori Ama şimdi, bir anlamda o oyun da bozuldu.
Şık: Şamil Tayyar'ın sosyal medyasında paylaştığı bu konuya ilişkin bir sürü ithamda bulunduğu paylaşımlarından birinde şöyle bir cümle var: ‘’Hem yerel hem merkezi iktidarla eş zamanlı flört ediliyor’’ diyor. İBB soruşturmasını da buradan değerlendirin. Bu medyaya çökme operasyonları da, kara para operasyonları öyle. Çünkü şöyle bir kurgu çıktı. Benim duyduğum birtakım iddialar var. Kanalların adını saymıyorum ama birisi Habertürk deniyor. Karşı karşıya kaldığımız operasyonu artık herkes okuduğu bildiği için söylüyorum. İki tane daha televizyon kanalı var. Bu televizyonlarda söz sahibi olan yönetici ya da sahipliklerinin üçünün de ortak noktası Kürt olmaları. Buradan sürece atıf yapıyorum. Bu insanların, Ekrem İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanlığı adaylığının tartışıldığı günlerden itibaren CHP'ye doğru yanaştığının iktidarca bilindiği. Şamil Tayyar tam da bunu söylüyor. İBB soruşturmalarında gözaltına alınan, tutuklanan, bazıları itirafçı olmaya zorlanan ve olan sermaye gruplarının hepsi bir şekilde çark etti. Onlar üzerinden, AKP iktidarı döneminde büyüyen çok büyük servet edinilenlere de ‘’Haddinizi bilin. Sizi kim yarattı bilin ve ona göre pozisyon alın. Biz buna izin vermeyiz’’ dediler. Şamil Tayyar'ın yazdığı şey tam da bu. Bu operasyonların hepsini buradan değerlendirelim. Bir iktidarı kaybetme korkusu vardı, ama İBB operasyonları ve üstüne bu kara para ve bahis gibi birtakım şeylerle yapılan operasyonlarla, birilerine had bildirildi. Sadece medyaya değil büyük sermaye gruplarının hepsine. Şimdi hâl buyken mevzunun siyasi olmadığını söylemek bizim aklımızda alay etmek. Bu kadar basit. Burada kriminal, insanların özel hayatından linç konusu edildiği, uyuşturucu kullandığı için yatarı olmayan bir suçtan hapse gönderildiği bir soruşturmaya, bu yargı düzeni içerisinde hukukiymiş muamelesi yapmam. Bu ahmaklık olur.

Ruşen Çakır: Şu anda çok sayıda kişi bizi canlı olarak izliyor. Hepsine çok teşekkür edelim ve bu vesileyle Medyascope’a sahip çıkmalarını, destek olmalarını söyleyelim. Zira bu olay da gösteriyor ki, özgür, bağımsız medya çok önemli. Hesapta tarafsızmış gibi gözüken yapıların aslında nasıl bir ilişki ağıyla kuşatıldıklarını da Habertürk olayında gördük.
Şık: Burada bağımsız medyanın önemine atfen bir şey söylüyorum. İktidar medyası bir sürü oyun kurguluyor, şu yapılıyor, bu yapılıyor. Şimdi suçlamak için söylemiyorum ama uyuşturucu soruşturmasının üç tane şüphelisi var. Biri Hürriyet’te, biri Sabah’ta, biri Posta’da yazar. Halkın haber alma hakkının teslim edildiği insanlar, bu soruşturmanın şüphelisi ama burada ne olup bittiğini bize anlatacak ya da iktidarın yanında durmadığı için, muhalif olduğu için bir dolu gazeteci de şu an hapiste gün sayıyor. Tam bu paradoks üzerinden biz yer tutalım, neyle mücadele edeceğimizi görelim.

Ruşen Çakır: Şimdi olayı şöyle toparlayalım: ‘’Kızışan taht kavgaları’’ dedik. Şu anda bir taraf, ki onların kim olduğu konusunda akıl yürüttük. Bir tarafın, bir diğer tarafı zayıf yerlerinden yakalaması olayı. E ama buna cevap da olabilir. İş büyüyebilir, başka gelişmeler olabilir. Daha şimdiden, ilk Mehmet Akif Ersoy alındıktan sonra ‘’sırada şu var, bu var’’ dendi, tarifler yapıldı. Ne dersin, olay iyice büyüyecek mi? Yeni yeni isimler, uyuşturucu gerekçesiyle ya da kara para gerekçesiyle veya farklı gerekçelerle yeni birtakım tasfiyeler olur mu? Bu tasfiyeler de genellikle iktidarın içinde ya da çeperindeki tasfiyeler.
Şık: Ben yazdığım yazılardan birinde ‘’İş iktidara da uzandı. Erkek bir bakan yardımcısı ve Külliye’den bir kadının da istifası istendi’’ dedim. İsim vermedim çünkü yanlış çıkabilirdi. Sadece duyduğum bu kulisi yazdım. Cem Küçük, ‘’Ahmet Şık böyle böyle dedi’’ deyip, Kültür Bakan Yardımcısından bahsetmeye başladı. ‘’Külliyede sarışın bir kadın yok’’ dedi. Ben kendisini aradım. Dedim ki: Bir düzeltme için arıyorum. Birincisi, ben kimsenin ismini vermedim.’’ ‘’Aa ben öyle okumadım. Bilmem ne gazetesinde -şimdi söylemeyeyim isimlerini- sizin söylediğiniz yazıyordu’’ dedi. Ben de, ‘’Hayır, bilakis kimsenin kişilik hakkını ihlal etmemek için isim vermedim, onu düzeltin’’ dedim. Düzeltti mi bilmiyorum. Ben isim vermeden bir şey söylüyorum ve bir anda bir bakan yardımcısının adı ortaya atılabiliyor. Neden? Lise döneminde ülkücü camiaya yakınmış. MHP'li vekillere sordum, Birtakım isimler için ‘Ne zaman patlayacak?’ diye düşünüyorduk’’ diyorlar. Burada, bu suç düzeninin içerisinde, bu kadar insanı bir yumruk gibi bir arada tutan zamkın adı, suç. Herkes az ya da çok suça bulaşmış. Herkes birbirinin defosunu biliyor. O yüzden yan yana durmaya devam edecekler. Ama burada bir safra temizliği yapıldığı kesin, mayınlı arazi olarak gördüler.
Bu planın uygulayıcıları açısından baktığımızda, şu an kazanan pozisyondalar. Neden? Mehmet Akif Ersoy aklansa bile artık hayatımızda olmayacak. Mezarına beton döküldü. Furkan Torlak istifa ettirildi. Başka birtakım insanlar linç ettirildi. Bir temizlik yapıldı. Şamil Tayyar’ların programını izliyorum, Cem Küçük ‘’Şamil Abi, mesela çok güçlü bir iş adamı olsa, sence ona dokunurlar mı?’’ diyor. İfadeleri görmüşler ve yol yapıyorlar, Toplumsal rızayı üretiyorlar. Ya kardeşim kendine gazeteci diyorsan, o iddianın peşine düş. Doğru olup olmadığını taraflarına sor. Savcılık kaynaklarına ulaş, çok rahat ulaşabileceğin insanlar. Neyin ne kadar doğru olduğunu anlayacak benden daha fazla ilişkin var. Mehmet Akif Ersoy'un nefret öznesi olmasına neden olan medyadaki görevli pozisyonunu bu insanlar üstlenmiş durumda. Şimdi hâl buyken ve birtakım insanların isimleri sızdırılmaya çalışılırken ve sızdırılıyorken, şüpheli hâline getirilirken, elbette ki bu operasyonlar sürecek. Bakalım nereye kadar uzanacak, hep birlikte göreceğiz. Ama burada gerçekten tehlikeli bir şey var.
Bu arada, bugün yaptığım konuşmada, birtakım soruşturmalar üzerinden MHP'nin de hedeflerden biri olduğunu iddia ettim. Sonra grubu yöneten Arkan Akçay bir konuşma yaptı. ‘’Cumhur İttifakı'nda çatlak yok diye başladı konuşmaya, finalinde ‘’bize kimlerin siyasi operasyon çekmeye çalıştığını biliyoruz. Onlarla da hesaplaşacağız’’ diye bitirdi. Mealen söylüyorum. Yani herkes her şeyin farkında. Bir operasyon çekiliyor birilerine. Ben ‘’Cumhur İttifakı dağılıyor’’ yorumu yapmayacağım; bunu çok iddialı buluyorum. Ama bir bilek güreşi var. Herkes birbirine had bildirmeye çalışıyor ve bütün bu yaşananların, Kürt meselesinde en ciddi çözüm umudu beliren bir dönemde yaşanıyor olmasını da tuhaf bulduğumu söylüyorum.

Ruşen Çakır: Evet. Noktayı koyalım Ahmet. Nasıl bitirelim?
Şık: Herkes için evrensel demokrasi ve hukuk normu talep ediyorum. Kimse de enseyi karartmasın. Karamsar olmak için çok nedenimiz var ama o karamsarlık, bir o kadar da bize umut vermeli. Ne umudu biliyor musun? ‘’Biz bunlarla mücadele edeceğiz ve haddini bildireceğiz’’ umudu. Çocuklarımız için bu şart. Ali Deniz'in kaç yaşında? bizden çok daha uzun yaşayacak. Benim kızım öyle, izleyicilerin çocukları öyle. Doğmamış çocukları için, onlara gerçekten bu kaygıları yaşamadıkları bir ülke borcumuz var ve elbette kavga etmeye devam edeceğiz. Kimse enseyi karartmasın yani. Ve şu sessizlik sarmalının da bu iktidarın en büyük silahı olduğunu lütfen kimse gözden kaçırmasın. Kim ses çıkarıyorsa onun sesine ses katmak bir yurttaşlık borcu. Çocuklarımıza bir borç. Bence buradan baksınlar.

Ruşen Çakır: Ahmet çok sağ ol. Bu vesileyle, gazeteci olarak tekrar sahalara döndün ve Medyascope’u tercih ettin. Bunun için de ayrıca sana ayrıca teşekkür ediyorum.
Şık: Estağfurullah. Şurada birbirimize sahip çıkacak kaç tane mecramız var?

Ruşen Çakır: Eyvallah, çok teşekkür ederim.
Şık: Ben teşekkür ediyorum, iyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Ahmet Şık'la, Mehmet Akif Ersoy soruşturmasıyla başlayan kızışan taht savaşlarının arka planını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de teşekkürler ve tekrar aynı şeyi vurgulamak istiyorum: Bu olay bize, bağımsız ve özgür medyanın ne kadar önemli olduğunu bir kere daha gösterdi. Lütfen bize, Medyascope’a destek olun. Zor bir iş yapmaya çalışıyoruz, sizin destekleriniz işimizi biraz daha kolaylaştırabilir. Hepinize çok teşekkürler. İyi akşamlar.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
27.12.2025 Suriye’de bilek güreşi sürüyor
26.12.2025 Sürecin gidişatı: Temkinli iyimserlikten temkinli kötümserliğe
25.12.2025 Kadın düşmanları ve ırkçılar el ele
24.12.2025 Kürt sorununda İsrail faktörü
23.12.2025 CHP’nin Kürt sorunu ve Leyla Zana sınavı
23.12.2025 Çözüm sürecinin önündeki Suriye engeli aşılabilecek mi? Roj Girasun değerlendiriyor
21.12.2025 Mehmet Akif Ersoy operasyonu: “İlk taşı aranızda günahsız olan atsın”
21.12.2025 Habertürk’ün faturası kadınlara kesiliyor
20.12.2025 Süleyman Soylu’nun suçu ne?
28.12.2025 2025’in ardından: “Beni sürecim senin sürecini döver!”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı